Bugün benim için haftanın son çalışma günü. Cuma ya. Sevinçliyim. İçimden geldi. "Teşekkür ederim tanrım!" demek istedim. Sabahtan beri çalış babam çalış. Yoruldum. Şimdi mola verdim. Kahvemi içeceğim. Karşımda bir fincan kahve ve bir bardak su var. Önce bir yudum su içeceğim. Sonra keyfine vara vara kahvemi hüpleteceğim. Her gün kahve molamı bir şölen haline getirmeyi adet edindim. Mümkün mertebe her gün işime kısa bir ara veriyorum. Koklaya koklaya kahvemi içiyorum. İyi ama bir fincan kahvenin yanında bir bardak su da içmiyor muyum peki? İçiyorum. Eee!.. Niye her defasında kahveye iltifat ediyorum? Ya su? Allahım!.. Ben ne yapmışım? Suyu bugüne kadar nasıl atlamışım? Du bi... Şimdi suyun hakkını vereceğim. Bugünkü yazımda kahveyi değil suyu başrole geçireceğim. Hımm... Nerden başlamalıyım? Su bardağını elime aldım. İçindeki suya derin derin baktım. Hey! Buldum. Yeni Türkü'nün o güzelim şarkısı İnatçı'daki gibi kendimi subaşında yapayalnız bir küçük kızmışım gibi varsaydım. İçli içli.. Ağlamaklı... Ah! Söğüt ağaçları da anlarmış gibi döküvermiş saçlarını durgun suya... Mesela... İnatçının tekiyim ya... Aslında ne hoşum bu huyumla... Kendim gibi olmak istiyorum... Söğütler de benim gibi... Ah! Girip... Usulca dalıp gönlümce yüzsem... İncitilmiş gülüşlerim yenilense o billur sularda... Heyy! Bayıldım ben suyla oynamaya!
Şimdi... Su'yla ilgili başka bir durum hayal edeceğim. Şöyle... Güya yerimden kalkıyormuşum. Bizim ofisin verandası varmış da ben usulca verandaya geçiyormuşum. Bak şimdi... Elimde bir kabak varmış güya da ben elimdeki o kabağı kovaya daldırıyormuşum. Allahım, su içmek kahve içmekten de keyifliymiş! Bak şimdi... Sedir ağacından bir kovayı gözünde canlandırsana... Sedir ağacından kovada bekletilen suyun ne denli güzel bir tadı olduğunu ben epeyce evvel öğrenmiştim. Aslında seninle bir ormanda olsak şimdi. O ormanda binbir ağaç çeşidi olsa sözgelimi. Sen "hagisi sedir ağacı?" diye sorsan bana. Ben sedir ağacını sana gösterebilir miyim sanıyorsun? Yooo... Nerdeee? Asla! Fakat kitap okuyorum ya... Ben bunu bir kitaptan öğrenmiştim. William Faulkner'in Döşeğimde Ölürken adlı kitabını okumuş muydun bilmiyorum? İşte bu anlattıklarımı o kitapta okumuştum. Nasılmış biliyor musun? Sedir ağacında bekletilen suyun, "ılığımsı-serin, tıpkı sıcak temmuz yelinin sedir ağaçları arasında eserkenki kokusunu andıran hafif bir tadı" olurmuş. Ne hoş değil mi? Bırak sedir ağacından yapılmış kovadan su içmeyi, bu cümleleri okurken bile sudan sarhoş olur insan inan ki!.. Ama böyle su içmenin incelikleri var tabii. Su sedir ağacından kovada en az altı saat durmalıymış... Bu biiirr!.. Sonra kabakla içilmeliymiş. Bu da ikiii!.. Çok şeker vallahi. Madeni kaptan asla su içilmemeliymiş. (Hele plastik bidonlarda bekletilen suları hiç bahis konusu etmeyeyim şimdi.) İşte o kitaptan bütün bunları öğrendim ben. Bu açıklamaları yaptım ya, hayalime devam edeceğim kaldığım yerden.. Güya geceymiş tamam mı? (ofisin panjurlarını kapattım.) Hımm... Bir zaman avludaki ot mindere uzanıp herkesin uyumasını usulca beklemişim. Efendime söyleyeyim, sonra gizlice verandaya çıkıp sedir ağacından kovanın başına gelmişim. (Su bardağını tam önüme koydum.) Karanlıkta suya bakıyormuşum. (bardağın içindeki suya baktım) Suyun duru yüzünü kepçeyle karıştırarak uyandırmadan kovada belki bir iki yıldız... İçmeden önce belki kabaktan kepçede de bir iki yıldız görüyormuşum. Bardağı elime aldım. İçindeki suda iki yıldız gördüğümü varsaydım. Elimdeki bardak değil kabaktı sanki. Suyu yudum yudum içtip bitirdim. Aaa!.. İnan bana suyun tadı her zamankinden farklıydı. İçeriye seslendim: "Hey! Siz sucuyu mu değiştirdiniz, kuzum? Bu suda ılığımsı-serin, tıpkı sıcak temmuz yelinin sedir ağaçları arasında eserkenki kokusunu andıran hafif bir tadı var sanki!" dedim. Hey! Telefonum çaldı. İşe dönmeliyim. Bakar mısın, kahvemi içmeden kahve molam bitti. Seni bilmem ama... Ben bu su molasını sevdim:)
2. sağdaki fotoğraf sedir ağacı link
3. Yeni Türkü-İnatçı
3. Yeni Türkü-İnatçı