Ey Okur!.. Dinlemeyi arzu edersen, en hazin aşk diye yorumladığım iki kavuşamayan sevgiliden bahsetmek istiyorum. Sevgili olmak için mutlaka insan olmak gerekmez ki. Ben cansız diye düşünülen nesne ve mekanların da bir canı olduğuna inananlardanım. Mesela, İstanbul'un iki mucize simgesi Kız Kulesi ile Galata Kulesi'nin yüzyıllardır süren aşklarına inanmaz mısın yoksa? Hiç mi rastlamadın onların imkansız aşklarına? İki ayrı uçta. Birbirlerini bilirler ve görürler. Varoldukları yerler farklıdır. Karşıdan karşıya sevdalanmak yok mu? Hele işin ucunda bir de kavuşamamak varsa. Bilirsin zaten kavuşamazsan aşk olur. Leyla ile Mecnun misali. Ya da Kerem ile aslı. Veya Ferhat ile Şirin. Ya Tahir ile Zühre. Ya Yusuf ile Züleyha. Arzu ile Kamber veya. Edebiyatımızda kavuşamayan aşkların hikayesi o kadar çoktur ki. Anlat anlat bitmez. Kimbilir belki bir gün hepsini birbir anlatırım bloğumda...
Şimdi Kız Kulesi ile Galata Kulesi'nin büyük aşklarını anlatmak istiyorum. Karşıdan karşıya bakıp, kimi zaman aşktan yanıp tutuşan, kimi zaman sadece kendilerine değil,başkalarına da zindan olan iki tarihi mekan.
Masmavi denizin ortasında yapayalnız salırken, gizemli hikayeleri ile kimi zaman iki sevgilinin buluşma yeri olmuş, lakin o sevgililerin ölümü ile son bulmuş bir öykünün; kimi zaman lanetlenmiş bir babanın kızını korumak için uygun gördüğü bir korunak olmuş, ancak bir yılanın sepette gelip kızın canını almasına mekan olmuş bir acılar merkezidir Kız Kulesi. Hakkında anlatılan efsanelerin sonu hep hüzünle bitmektedir.
Şahit olduğu okadar çok aşk vardır ki. Kendisi ise denizin ortasında tek başına kalmıştır. Bir gün neredeyse kendi inşasından 1300 yıl sonra, Cenovalılar inşaatını bitirip de külahını takınca, İstanbul'un siluetinde dimdik yükselen, yakışıklı bir kule görür. Yüzyıllardır beklediği sevgilisi olacaktır bu kule. Hangi kule mi? Galata Kulesi tabii ki!
Cenovalı'lar İstanbul'a geldiklerinde surlarının başkulesi olarak kurarlar Galata Kulesi'ni. Bıçkın, yağız bir delikanlı gibidir. En son tepesine külahı da takılınca olanca görkemiyle okadar yakışıklı olmuştu ki herkes etrafında pervanedir. İnşaatı yükselirken görmüştür uzaktan Kız Kulesi'ni. Yapayalnız denizin ortasında bir hüzünler abidesi gibiydir Kız Kulesi. Galata Kulesi görürgörmez aşık olur bu kıza. Lakin Kız Kulesi hem çok ulaşılmazdır, hem de yaşı kendinden çok büyüktür. Acaba bilse ona sevdalandığını karşılık verir mi? Ne yapacağını bilemez. Çaresizdir. Tarih içinde kimi zaman aşkından yanar kavrulur. Kimi zaman çaresizlikten yıkılır durur. Her seferinde söndürdüler yangınını. Tekrar tekrar inşa ederler. Her yükselişinde bir daha görür Kız Kulesi'ni, bir daha aşık olur hiç bıkıp usanmadan. Kız Kulesi de aslında ona nasıl aşık, nasıl sevdalıdır anlatamam. Yangınlar çıktıkça, alevleri gördükçe uzaktan, taşımak ister denizin sularını ateşini dindirmek için lakin mümkün değildir. İkisinin de eli ayağı bağlıdır. Uzaktan uzağa bir sevda bu. Kimsenin kimseye faydası yok. Oldukları yerde aşklarından yanarlar da yanarlar.
Sonunda artık canına tak eder Galata Kulesi'nin. Mutlaka bir haber göndermeli ve aşkını anlatmalıdır Kız Kulesi'ne. Karar verir. 17.yüzyıla geldik artık diye düşünür. İçinde en güzel sevgi sözcüklerini barındıran bir mektup yazar sevgilisine. Hazarfen Ahmet Çelebi'den rica eder. Hazarfen Ahmet Çelebi alır mektubu ve Galata Kulesi'den bırakır kendini Kız Kulesi'ne doğru. Ama okadar ağır gelir ki mektuptaki aşk sözcükleri, dayanamaz Kız Kulesi'ne kadar . Aşk mektubu ulaşamaz varmak istediği yere maalesef. Lakin Kız Kulesi anlar durumu. Akıllıdır. Neler görmüş geçirmiştir. Hazarfen Ahmet Çelebi'nin Galata Kulesi'nden uçması, memlekette hiç görülmemiş bir şeydir. Bir insanı uçuran tabi ki aşktır başka ne olabilir? Bu arabuluculuk Hazerfen Ahmet Çelebi için iyi olmayacaktır. Padişah duyar bu durumu ve çok kızar. Cezayir'e sürer. Hazarfen Ahmet Çelebi aşıklara inanmanın bedelini öder ve 31 yaşında Cezayir de ölür. O günden sonra Galata Kulesi hem esirlere hem de kendine zindan olacaktır. Kız Kulesi de hem bazı devlet adamlarının hem de kendinin zindanı olacaktır. Kaderleri birdir artık. Usanmazlar bu durumdan. Onlar halen günümüzde bile birbirlerini karşıdan karşıya aşkla sevmeye devam ederler.
Zamanımızda haklarında yazılan en esprili şiir Bedri Rahmi Eyüpoğlu'na aittir. İstanbul Destanı adlı şiirinde şöyle der: "İstanbul deyince aklıma kuleler gelir... Ne zaman birinin resmini yapsam öteki kıskanır... Ama şu Kız Kulesinin aklı olsa Galata kulesine varır... Bir sürü çocukları olur"
Galata Kulesi'nin laneti meşhur şairimiz Ümit Yaşar Oğuzcan'a da değer. Oğlu Vedat Galata Kulesi'nden kendini atar ve intihar eder. Yıl 1973... "...Bir adam düştü Galata Kulesinden, Bu adam benim oğlumdu" der ve "Uyan oğlum, uyan Vedat" diyerek acısını dindirmeye çalışır.
Zaman zaman İstanbul'a gittiğimde, bir Kız Kulesi'ne ve bir de Galata Kulesi'ne bakarım. Kavuşamayan aşıkların simgeleridir onlar. İkisi de hüzünlü birer anıttır. İstanbul'dur. İçinde gizem, lanet, aşk ve özlem barındıran!
11.02.2009
Hafta sonu Bedri rahmi ile ilgili bir fotoğraf çekmiştim işyerinde kaldı :) ama güzel anlatmışsın Kızkulesini
YanıtlaSilTamam Bolat, bloğunuza koyuverin bir ara fotoğtafı da görelim:) Sağolasın.
YanıtlaSilDün gece yorum bırakmayı çok istedim ama olmadı galiba ayarlarda sorun var izliyor okuyor çoğunlukla yazamıyorum:)
YanıtlaSilEvet Nehir İda, sanırım dün gece sorun vardı.
YanıtlaSilHayal Kahvem'de dolaştığınızı bilmek ne hoş!
Sağolun.
Ne güzel bir yazı... Evet sandalyelerin de aşık olabildiğine inanmalı, kulelerin de!
YanıtlaSilBir ada ben de düşlemiştim, şu ikisi birbirine ne yakışır diye...
Sevgiler.
Sağol Cüneyt. Böyleyken böyle:) Sevgiler.
Sil