12 Eylül 2011 Pazartesi

Kahve Molası - Eli Kulağında... Sonbahar İyice Yerleşiyor.

"Çölde
Bir yaratık gördüm, çıplak vahşi.
Çömelmiş oturuyor
Yüreğini ellerinde tutuyor
Yiyordu.
Dedim ki: “tadı güzel mi dostum?”
“Acı, acı,” diye karşılık verdi;
“Ama seviyorum
Çünkü acı
Ve benim kalbim.”

H.Crane



Bu gün hep arazide koşturup durunca, eve gitmeden önce kahve molası vermek istedim.  Az önce Outlet’te arabamı park ettim.  Yumuşak adımlarla  köşedeki kafeye doğru ilerledim.  İlk güz rüzgârı tatlı tatlı esmekteydi. Rüzgârın tenimi üşütmesi hoşuma gitti.  Düşünsene… Bu esinti, daha geçtiğimiz ay… Ağustos’ta… Nasıl değişik  tat veriyordu… Sıcaktı. Yakıyordu. Şimdi… Güz mevsiminde ise farklı.  Artık daha serin esiyor... Diriltici. Önümüz kış. Kimi zaman dondurucu olacak. Sert esecek. Gürleyecek.... Önünde ne varsa peşi sıra sürükleyecek. Mevsimler, hayatlar gibi kendi mecralarında akıp gidiyor diye aklımdan geçirerek yürümeyi sürdürdüm. Belime doğru uzadığından beri saçlarımı artık hiç toplamıyorum. Yürürken esintinin ritminde saçlarımın dans etmesini, kimi zaman yüzüme doğru uçuşan saçlarımı tek elimi enseme sokarak arkama doğru ittirmeyi, mutlulukla alınan her nefesi, sağlıkla atılan her adımı,  bilmediğim yepisyeni duygularımın varlığını keşfetmeyi seviyorum.  Bir zamanlar böyle miydim? Bana hüzün veren her durumda dünyanın sonu geldi diye düşünürdüm. Of!.. Olur olmaz her şeye nasıl da kederlenirdim… Gene olmuyor mu? Oluyor elbette. Ama o eski  günleri iyi ki yaşamışım diye düşünüyorum. Sana bir şey söyleyeyim mi? Anılar acı da olsa beyaz tülbentlere sarılıp saklanmalılar. Sonra ömrün farklı mevsimlerinde, çıkarılıp merhem niyetine hayata sıvanmalılar.



Bak şimdi… O yıl liseye başlamıştım. İlk kez aşık olmuştum ben...  Yok, o benim  hiiiçç farkımda değildi. Güzel değildim. Ya da, o vakitler "aslında her kadın güzeldir"’i henüz öğrenmemiştim. Sivilceliydim. Okul giysim üzerimden dökülürdü. Saçlarım erkek çocuklar gibi kısacık kesilmişti. Gözlerim bozuktu. Tam beş numara. Kara çerçevelere takılı kalın camlı gözlüklerim vardı. Dikkat çekecek hiç bir özelliğim yoktu öyle söyleyeyim. Sanırım sadece güzel gülümserdim. Hımm... O ise çok yakışıklıydı. Bilirdim. Okulun güzel kızları onunla çıkmak için yarışa girişirlerdi.  Benim hiç şansım yoktu yani. Zaten gözü asla beni görmedi. Bizim eve yakın otururlardı sözgelimi. Her sabah balkonda gizlice beklerdim. Onun uzaktan geldiğini görür görmez hemen kapının önüne inerdim. Okula giderken aynı kaldırımdan yürürdük. O farkında bile değildi. Çok çocuktum. Arkasından onun yürümesini izlemeyi severdim. Adımlarımı onunkilerle eşleştirirdim. O sağ adım atardı. Ben sağ adım atardım. O sol adım atardı. Ben sol adım atardım. O zaman sanki birlikte yürüyormuşuz gibi hissederdim.  Güz hemencecik geliverirdi.  O önümden yürürken, İzmit’in asırlık çınarları, konfeti gibi yapraklarını onun omuzlarına dökerdi.  Bazı günler yapraklar  kuzguni siyah saçlarına asılı kalırdı. Elini kaldırır, saçlarındaki yaprakları teker teker alırdı. Kimi günler daha keyifli olur, yürürken Gipsy Kings’in  o vakitler çok meşhur olan No Volvere şarkısını ıslıkla  çalardı. Ah!... İşte o an.. O’nun  ıslıkla şarkının ezgisini mırıldandığını işitirdim ya… Yüreğim sevinçle kanatlanırdı sanki. “Aşık olmak ne güzel şey!” diye düşünürdüm. İçim erirdi.  Okulun kapısına gelirdik. Bahçe kalabalık olurdu. O arkadaşlarıyla şakalaşır, sınıfına doğru giderdi.  Ben sınıfıma giderdim. Bütün gün hülyalara dalardım. Nereye baksam onu görürdüm.  Elimdeki kalem, okuduğum kitap, baktığım manzara, aldığım nefes… Her şey ama her şey oydu sanki… Hep gülümserdim.  O vardı ya… Beni bilmiyordu ama… Olsun… Onun varlığını bilmek benim için müthişti.  Neden aşk üzerine hep fena öyküler anlatılırdı ki? Şarkılar neden hep aşk acısından bahsederdi? Bence onlar aşkı bilmiyorlardı. Çünkü aşık olmak insanın içini sevinçle dolduran tatlı bir histi. O sabah… O sabah gene adım adım peşinden gitmiştim.  O sabah var ya beni ilk kez fark etmişti.  Hatta ilk kez bana gülüp “Günaydın” demişti. Düşünebiliyor musun beni? Tepemden tırnağıma pespembe kesilmiştim. Olduğum yerde kalakalmış, ıslık çalarak yürümesini  şaşkınlıkla izlemiştim. Sonra hızlı adımlarla arkasından ona yetişmiştim. Eteklerim zil çalmıştı. Görüyordum... Yüreğim o gün okula benden önce varmıştı.  Okulun kapısına geldiğimizde  bir kız ona doğru geldi. Sanırım o kız çok güzeldi. Ya da ogün bana öyle geldi. Gördüm. Birbirlerine güldüler. Ve o… O…  O… Güzel kızı öptü. Sonra o güzel kızın elini tuttu.... Ve...  Gitti....  İlk kalp acısını o gün hissettim işte... Ve ilk kez o gece rüya gördüm. Rüyamda çömelmiş oturuyordum. Elimde yüreğimi tutuyordum. Ve inanabiliyor musun? Yüreğimi yiyordum ben...  Ter içinde uyandığımı çok iyi hatırlıyorum. Fırlamıştım. Yatakta oturmuş, elimi korkarak yüreğimin üzerine koymuştum. Hissediyordum. Kalbim fena halde acıyordu. Feci bir histi. Tuhaf... Benim kalbim… Benim acımdı ya… Ben bu acıyı sevmiştim. Şimdi oturduğum kafede Gipsy Kings No Volvare’yi söylüyor.  Elimi yüreğime koydum. İnsan yürek acılarını sevmeli diye düşünüyorum. Kahvemin son yudumunu aldım. Şimdi kafeden çıkacağım.   Rüzgarda  dalgalanarak yüzüme dökülen saçlarımı elimi enseme sokarak arkaya doğru attıracağım. Gipsy Kings’in  melodisini ıslıkla çala çala hayata dalacağım. Rüzgâr sertleşmiş. Sanırım güz kendisini belli ediyor. Anladım...  Eli kulağında... Sonbahar iyice yerleşiyor.

8 yorum:

  1. Galata köprüsünde,çayımı yudumlarken herzamanki masamda keyifle okudum yazınızı.
    Birden karşı Sultanahmet camii'nin arkasındaki lisemin bahçesinde buluverdim kendimi.Geleneksel talaş böreği kutlamasında,Eagles'ın Hotel California sı eşliğinde dans ediyorlardı.Karşısında tutulup lafıza kaybına uğrardım.Nitekim yıllarcada konuşucak cesareti bulamadım.
    Bak şimdi!
    -Garson kardeşim,nargile istiyorum.Tömbeki olsun.
    Ama ben,uzun zamandır hotel California yı keyifle dinlerim.
    Güz rüzgarları saçlarınızdan eksik olmasın.

    YanıtlaSil
  2. okurken sanki konunun esas kızı kendimmiş gibi hissettim...öyle hissettirdin...ne kadar güzel bir anlatım bu
    tebrik ve teşekkür ederim

    YanıtlaSil
  3. Selam Casswa, epeydir görünmüyordunuz. Merak etmiştim sizi. Demek Galata köprüsünde çayınızı yudumluyorsunuz. Ne güzel. Teşekkür ederim yorumunuz için. Sağolun.

    YanıtlaSil
  4. Selam Aynur, ne hoş yorum yazmışsınız. Dediğiniz gibiyse.. Ne mutlu canıma.. Sağolun.

    YanıtlaSil
  5. ımmmm kahve gibi.. isteyen sade alır biraz acı kimine göre, isteyen şekerli alır azcık asaletini bozar.. ama ...

    "Anılar acı da olsa beyaz tülbentlere sarılıp saklanmalılar. Sonra ömrün farklı mevsimlerinde, çıkarılıp merhem niyetine hayata sıvanmalılar."

    önce yüreğine sonra parmaklarına sonra da klavyene sağlık.. Bizimde dinleyen kulaklarımıza okuyan gözlerimize :)

    YanıtlaSil
  6. Selam Doctor Blue Balloon, Cümle dualarınıza diyelim cümleten "amin":)

    YanıtlaSil
  7. bennessuno.blogspot.com23 Eylül 2011 18:39

    "Soyundu
    Saçlarından ağaçlar
    Bir kadın gibi

    Sonbahar çıplak

    Ağlıyordu
    Terkedilmiş bir bebekti
    Gece gündüz

    Sonbahar ıslak "

    Ayşe Yeşilyurt'un mısralarında olduğu gibi hüzünlüdür biraz da sonbahar şiirleri, bu Yaz'ın rengarenk capcanlı giysilerinin gözümüzün önünde renklerini kaybetmesinden midir ? Böyle midir ? Nedir ?

    YanıtlaSil
  8. Ayşe Yeşilyurt adını hiç duymamışım Nessuno. Ne fena! Neyse şimdi öğrenmiş oldum. Teşekkür ederim.
    Hazana hüzün yakışır sahiden. Ve hazan renklerini aynı hüzünün hissettirdikleri gibi çok severim.
    Sağolun.

    YanıtlaSil