Ah, benim çılgın yüreğim... Sus artık uslandır beni...
Taktım kafama bir kere... Hiiç üşenmiyorum. İşten güçten arta kalan zamanlarda, kitaplar karıştırıyor, notlar tutuyor, harita üzerinde konumlar işaretliyorum. İnanamıyorum kendime... Resmen bir yürüyüş rotası hazırlıyorum. Hayalim, küçük gurupları şehir turuna çıkarabilmek. Şehrimin güzellikleri arasında dolaşırken, keyifli vakit geçirebilmek.
Bakın şimdi... Bir pazar sabahı, üç beş kişi buluşuyormuşuz tamam mı? Herkes birbiriyle selamlaştıktan sonra, yürümeye başlıyormuşuz. Hafta içi çalışıyorum ya.. Cumartesi bana kalmalı. Yapacaksam bir şehir turu, günlerden illa pazar olmalı.
Eğer günlerden pazarsa... Hele gökyüzünde beyaz bulutlar arasından göz kırpan ıpılık sonbahar güneşi varsa... Eyvaaahh!.. Dayanamıyormuşum... Bir iki öksürüyor... Sesime Genco Erkal tonu veriyormuşum. Nazım Hikmet Ran'ın o güzeller güzeli şiirini, ezberden okumayla başlıyormuşum. "Bugün pazar." diyormuşum. "Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.
Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün bu kadar benden uzak, bu kadar mavi,
bu kadar geniş olduğuna şaşarak, kımıldamadan durdum. Sonra saygıyla
toprağa oturdum. Dayadım sırtımı duvara. Bu anda ne düşmek dalgalara, bu
anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım. Toprak, güneş ve ben...
Bahtiyarım." diyerek şiiri bitiriyormuşum.
Hımm... Ne umdular ne buldular değil mi? Acaba arkalarına bakmadan kaçıp giderler mi? Yoksa vaziyetime gülerler mi?
Du bi... Belki de... Meselaaa... Hayal bu ya... "Hayırdır? Bizi gökyüzünde mi gezdireceksin yoksa?" diyorlarmış. Hey! İşte o zaman hiiç dayanamıyormuşum... "Biliyor musunuz, çok ama çook eski zamanlarda... Şu yukarıda gördüğümüz gök var ya... Gün be gün... Her gün... Biraz daha fazla aşağıya doğru inmeye başlamış. Yere o kadar yaklaşmış o kadar yaklaşmış ki... İnsanlar elleriyle göğe dokunabilmiş. Sonra gök daha da inmiş... İnmiş... Öyle tepelerine inmiş ki... İnsanlar ezilmemek için kafalarını eğmiş. Neredeyse dizlerinin üzerinde yürüyeceklermiş." diye anlatmaya başlıyormuşum. Eyvaah! Ben böyle anlatmaya başlayınca ya gözlerini koca koca açarlarsa... Ya anlattıklarıma inanmazlarsa... Fıtratım gereği aldırmayabilirim. Kaldığım yerden devam edebilirim... "Şu gökyüzünün şimdiki yerinde olmasının sebebi neymiş biliyor musunuz?" diye sorabilirim. Hatta onların cevabını beklemeden "Küçücük, çöp bacaklı bir serçeymiş." deyiveririm. Ve ardından masalın tamamını... Eeen baştan... Ballandıra ballandıra anlatıveririm.
Allahım, ben var ya, eğer ben böyle başlarsam tura, mümkün değil turu bitiremem. Zaten daha gezeceğimiz yerlere sıra gelmeden gün biter. Yoo... Böyle tur mur olmaz. Du bi... Şimdiden çok heyecanlandım. Kendime gelmeliyim:)