Talideyim ya… Evdeyim. Eşyalarımı özlediğimi fark ettim. Oysa her akşam iş dönüşü üzerlerindeyim. Ya da her akşam ve hafta sonları elimin altında olduklarını gönül rahatlığıyla söyleyebilirim. Ne yalan söyleyeyim eşyalarımı severim. Kitaplarım mı? Of, sorulur mu? Onlar arkadaşlarım ya da ne bileyim evlatlarım gibidirler benim. Az önce enine boyuna kitaplarıma baktım. İnan bana, şaşkınlık içinde kaldım. Kitaplarım resmen evin dört bir yanına dağılmışlar! Anlatılacak gibi değil. İlla görülmesi gerekir. Sanıyorum bir sebeple kitaplıktaki yerlerinden almışım. Ne zaman okumuşum kim bilir? Hangi odada, hangi koltukta okuduysam artık... En son okuduğum yerde bırakmışım. Sence bu davranışım saygısızlık gelmiş midir onlara? Acaba üzülüp kırılmışlar mıdır ki? Ne fena!.. Peki kitaplıktaki diğer kitaplar… Evin içine dağıttığım kitapların önceki komşuları hani… Yerlerini boş gördükçe... Veya onların boşluklarını ilgisiz başka kitaplarla doldukça ben… Durumlarını garipsemişler midir? Ürpertici tuhaf bir his kaplamış mıdır içlerini? Tuhaf! Nereden aklıma geldi şimdi... Dinle bak... Bir vakitler aynen benim yaşadığım gibi...
Komşuluk deyince, depremden sonra iki yıl yaşadığım Ataşaehir'deki stüdyo daire aklıma geldi. Tam kapı karşı daireye sürekli değişik insanlar gidip gelirdi. Bir çiftle denk gelmiştim söz gelimi… Yeni evlilerdi. Ya da evli değillerdi. Sormadım tabii… Birliktelerdi. Bir iş dönüşü kapıda karşılaşmıştık. “Merhaba” demiştim. “Merhaba, yeni taşındık” demişlerdi. Genelde akşam iş dönüşü karşılaşırdık. Gülümserdim. Gülümserlerdi. Evin kapısını açıp içeri girerlerdi. Evin kapısını açar içeri girerdim. Bilirdim ki kapı karşı dairede onlar yaşarlardı. Bu duruma alışmıştım. İki ay kadar geçti. Artık kahveye çağırmaya niyetlenmiştim. Ama nedense onları görmüyordum. İki gencin karşı daireye girip çıktığını fark ettim. İlk rastlaştığımızda “Bir çift vardı” diye soracak oldum. “Onlar gitti. Biz taşındık.” dediler. Demek öyle selamsız sabahsız hayatımdan çekip gittiler. Köyde alışmışım ya yılların komşuluğuna... Şehirdeki bu vaziyet ilkin tuhaf geldi. Bir akşam mantı vermiştim karşı dairedeki gençlere. Bir gece de onlar benden tuz istemişlerdi. O kadar. Onlar da gitti. Bir süre sonra yerlerine bir kadının taşındığını anladım. Bir gece… Çöpü kapının önüne koyuyordum ki kapısı açıldı… Gözgöze geldik. Sarı kısa saçlıydı. Üzerinde siyah dekolte bir giysi vardı. Gülümsedim. “Selam” dedim. İfadesiz bir yüzle bana baktı. Kapısını gürültüyle suratıma kapadı. Öylece kalakaldım. Bir daha hiç görmedim. Sadece eve girip çıkarken onun varlığını kapısının arkasında hep hissettim. Kapının dürbününden bana bakıyordu. Eminim. Günlerce bu kadının kim olduğuna dair tekinsiz hayyaler kurduğumu söyleyebilirim. Acaba o gençler nereye gitmişlerdi ki? Ya o kadın... Ya diğerleri... Şimdi nerededirler? Kim bilir?
Ne yalan söyleyeyim, bir süre sonra artık karşı daireye taşınan insanlara selam vermedim. Hatta göz göze gelmek bile istemedim. Üzerime daha önce bilmediğim bir kayıtsızlık hali çöktü. Oysa ayaküstü tanışıp merhabalaştığım insanların apansız yok olmalarına kolay alışamamıştım biliyor musun? Önceleri... Onların yerini başkalarının doldurması nedense bana tuhaf ürpertici bir his verirdi. Abaraka dabraka… Bir varlar… Bir yoklar… Sanıyorum benim için onlar aynen kitaplıktan çekilen ve bir daha yerine konulmayan kitaplar gibiydiler. Boş kalan daireyi ilgisiz bambaşka insanlar dolduruyordu sürekli. İyi bir his vermemişti. Şimdi düşününce o günleri… Kendimi fena hissettim. Oturduğum yerde doğruldum. Evin dört bir yanına dağılmış kitaplarıma, tüm çalışan kadınların ihmal ettiklerini düşündükleri evlatları için ne yapsalar içlerinden atamadığı vicdan azabı duygusuyla baktım. Bir anne şefkatiyle kitaplarımı toplamaya başladım.
NOT: Dedektif Julia Çizgi Roman Karelerini kullandım.