Her zaman okurların kitap seçmediğine, kimi zaman kitapların okurunu seçtiğine inananlardanım. Bak, ne anlatacağım? Okuduğum başka yazarların deneme kitaplarında Ferit Edgü adına hep denk gelirdim. Nedense bir kere bile kimdir diye merak etmediğimi çok yeni fark ettim. Oysa hafızamın kıvrımları arasında Ferit Edgü'yle ilgili bazı sempatik bilgiler gizlemiştim. Sanat eserlerinin, aynı hayat gibi kendisinin dışında bir mesajı olmadığını düşünen biriydi. Hoşuma gitmişti. Ben de motomot mesaj veren hiç bir sanat yapıtından haz etmem çünkü. Ne bir kitap, ne bir film, ne bir resim... Sonra duyarlık sözcüğünü önemseyen biriydi. Çağdaş sanatçılardan kimi bu sözcüğü rafa atmış olsalar da duyarlık olmadan nasıl iletişim sağlanabileceğini soruyordu. Haklı değil miydi? Gene bir başka yazar Ferid Edgü'nün bir yazısını anlatırken, sanatçıların yapıtlarıyla, okuruna, seyircisine ya da dinleyicisine yeni dünyalar keşfettirdiğini düşünüyordu. Ne yalan söyleyeyim, Ferit Edgü'nün düşüncelerini sevmiştim. Gene de kitapçıya gittiğimde bir gün olsun Ferit Edgü kitabını sormamıştım. Hangi kitapları vardı? Nasıl hikayeler yazardı? Ömrümde bir defa bile Ferid Edgü kitabını elime almamıştım.
Peki... Hakkâri... Okuduğum ders kitaplarında, gazetelerdeki haberlerde, televizyonda seyrettiğim programlarda Hakkâri adına hep denk gelirdim. Orda memleketimin taaa ucunda bir sınır şehrimizdi. Şehrin etrafında çok yüksek, sarp yamaçlı, kolay aşılmaz dağlar vardı. Acaba Hakkâri'den Zap Suyu mu akardı? Emin değilim. Duyduğum kadarıyla dağlarında yaz kış erimeyen karlar vardı. Kışın sıcak odamda yayıldığım koltuğumda haberleri seyrederken kaç kere gördüm. Kışın kar öyle yağardı ki hiç kimse oraya kolay kolay varamazdı. Hastalar doktor bulamazdı. Orada çok çocuk ölümleri vardı. Türkçe'nin dışında değişik bir dil konuşurlardı. Son günlerde, yaşanan asker şehitleriyle, şehrin adı gene iyice dillenmişti. Ben Hakkâri'ye hiç gitmedim. Ömrümde bir defa bile Hakkâri'yi görmedim.
Eylül ayında, İstanbul Sahaflar Festivali'ne gitmiştim ya... Bu kez kararlıydım bir tane olsun Ferit Edgü deneme kitabı satın alacaktım. Bir sahafa sormuştum. Raftan bir kitap seçmişti. Elime vermişti. Bakmıştım. Bu bir deneme kitabı değildi. Bir romandı. Adı... O - Hakkâri'de Bir Mevsim... Oturmuştum sahafın sandalyesine... Kitaba bakakalmıştım. Sayfalarını aralamıştım. Denk geldiğim sayfanın bir yerinden okumaya başlamıştım. Bak... Bu kitabı ben seçmemiştim. Bu kitap beni seçmişti. Yazarın bana bir mektubu vardı çünkü. İstanbul'daydım. Hava cehennem gibi sıcaktı. Ben ise zangır zangır üşüyordum. Çünkü bedenim İstanbul'da olsa bile, ruhen o anda İstanbul'da değildim. Ah!.. Bir teknenin kaptanı olmayı her zaman hayal ederdim. Ferit Edgü bilmişti beni. Hiç aklımda yokken teknemin rotasını Hakkâri'ye çevirmişti. Roman hayalle gerçeğin harmanlandığı bir şiir gibiydi. Sahaflardan sonra saatlerce oturduğum kahvede O- Hakkâri'de Bir Mevsim adlı romanı soluksuz okuyup, bitirmiştim. Şimdi bana yazdığı şu aşağıdaki mektubu tekrar okuyacağım. Sonra Ferit Edgü'ye cevap yazacağım. "Değerli Yazar, kendimi bir kâşif gibi hissettirdiniz. Teşekkür ederim. Sevgiler."
"Ey okuyucu!
eğer yaşantın boyu, bir gün olsun
bir teknenin kaptanı olmadınsa
- ya da böylesi bir duyguya kapılmadan, böyle bir düş görmedinse-
teknen bir gün ya da gece, yolunu şaşırmış,
bilmediğin sularda yol alırken
haritalarda görülmeyen kayalara çarpıp batmadıysa
ve kendini tek başına
-Tayfalar nerde? Dümencim n'oldu?-
bir kumsalda da değil, denizden kilometrelerce uzakta, üstelik bir dağ başında (Rakım: 2.100) bulmadınsa
ya da benzeri korkulu bir düşü,
gözü açık ya da kapalı görmedinse
bu kitapta yazılı olanları anlamakta güçlük çekebilirsin.
Çünkü anlamak bir ortak dil gerektirir.
Ortak dil ise,
ortak yaşam / ortak bilgi / ortak birikim / ortak düş
kimi yerde, ortak düşüş demektir.
Ortak değilse bile, yakın / benzer / gibi.
Ama diyebilirsin ki, Bana yabancı olanı arıyorum ben.
Öyleyse yolun açık olsun.
Ama gene de,
bu kitabı okurken elinin altında, büyük gezginlerin sözlükleri, andaçları bulunsun, derim."
Ferit Edgü