29 Eylül 2013 Pazar
25 Eylül 2013 Çarşamba
Sinemada Bayıldığım Kadın Kahramanlar
ELLEN RIPLEY
BEATRIX KIDDO - GELİN
EVEY HAMMOND
MARLA SINGER
TRINITY
GUEM JA
LISBETH
PRENSES MERİDA
DAENERYS TARGARYEN
24 Eylül 2013 Salı
Şşşth! Kimse Duymasın!-12-
Bugun işten döndüm ki o
ne?
Tuhaf bir tıkırtı vardı
evde…
Amaan, sende!
Hiiiç korkmadım yeminle…
Ayakkabılarımı usulca
çıkardım.
Hışımla mutfağa daldım...
Binlerce kasırga aşkına!
Mutfakta erkek var!
Bir tane olsa neyse…
İnanılır gibi degil...
Tam 29 taneeee!
Gerçekten...
19 Eylül 2013 Perşembe
Kahve Molası - Şahane Serseri Olmaktır Niyetim-1-
Zaman ıpılık. Hayallerimin içinde, çimlerin
üstünde yuvarlanır gibi yuvarlanıyorum.
Ey Okur, lafı hiiiç eveleyip gevelemeyeceğim. Gene tek
ömürde hep aynı kişi olmaktan sıkıldım. İtiraf ediyorum, şahane serseri olmaktır niyetim. İşte bak... Parmaklarımın ucuna
basa basa kaçıyorum.
Biliyorum. Gittiğim yerde, adımı gene değiştireceğim. Misal bu ya...
Soran olursa, bu kez, "Bendeniz Toboso'lu Dulcinea" diyeceğim.
Tamam. Uzatmıyorum.
Yazımı bir çizgi roman gibi, "Kahramanımız yeni maceralarına doğru yol
alıyordu." diye bitiriyorum.
"anamdan yolcu doğmuşum
nehirlerle birlikte denizlere kavuştum
akşam dedim
şu koca dünya dedim
ağlasam dedim
yola bir düşüldü mü ömür boyunca gidilir
ekmeğin ve şarabın peşinden
turnaların peşinden
büyük şehirler büyük aşklar
çığlık çığlığa terkedilir
ben
çocuklar gibi sevdim devler gibi ıstırap çektim
damarlarımda dünyanın bütün rüzgârları
harplere açlıklara yalnızlığıma rağmen
anamdan yolcu doğmuşum
neyleyim
gurbet dedim
hürriyet dedim"
Attila İlhan
(Şahane Serseri adlı şiirinden)
17 Eylül 2013 Salı
Şşşth! Kimse Duymasın!.. - 12 -
Az önce,
İçim geçti, uyumuşum.
Mum ışığının cezbine kapılan
kelebek olmuşum.
Divane aşık gibi mumun etrafında
döndüüm döndüm durdum.
Aleve tam yaklaşmıştım ki,
kendimi koltukta uzanmış buldum.
Tuhaf şey,
yüreğimde buram buram tüten
yanık kokusu duydum.
Gerçekten...
Yaşamak Hatırlamaktır.
"Metin'in attığı gollerin neredeyse hiçbiri sıradan değildi.
Hepsinin bir başkalığı, ayrı bir güzelliği olurdu.
"Gol goldür" deyip geçmezdik o yıllarda.
Bizim için ancak güzel golün,
Metin'in attığı gollere benzer gollerin bir anlamı vardı."
Ülkü Tamer - Yaşamak Hatırlamaktır.
Kahve Molası - Ama Bir Ağlamaya Başlarsam Var Ya...
"En derin uykulardan uyanırken, bir rüyanın örümcek ağını yırtarız.
Ama bir kaç saniye sonra, o ağ öylesine zayıftır ki, rüya gördüğümüzü bile hatırlamayız.
Baygınlıktan ayılırken iki aşama vardır: Birincisi, zihnin ve ruhun hissetmesi;
ikincisi de fiziksel olarak varolduğunu hissetmektir. Muhtemeldir
ki ikinci aşamaya vardığımızda ilk aşamanın izlenimlerini
hatırlayabilseydik, bu izlenimleri öteki boşluğun anıları arasında
etkili şekilde görebilirdik. Peki o boşluk nedir? En azından onun karanlığını mezarın karanlığından nasıl ayırt edebiliriz. Ama
benim ilk aşama olarak adlandırdığım dönemin izlenimleri, hatırlamak
istemese de uzun bir süre sonra çağrışım yoluyla kendiliğinden
gelmiyorlar mı? Bu arada biz de nereden geldiklerine şaşıp kalmıyor
muyuz? Hayatında hiç bayılmamış olan kimse korlaşan kömürlerde tuhaf
saraylar, çılgınca tanıdık yüzler bulamaz. Birçoklarının
göremeyebileceği havada, yükseklerde uçuşan hüzünlü rüyaları göremez.
Taze bir çiçeğin kokusu üzerinde düşüncelere dalamaz..."
Edgar Allan Poe - Kuyu ve Sarkaç'tan
Çeviri - İpek E. Menekşe
Bitkindim.
Yüreğim anlam veremediğim bir yangın alarmıyla sabahtan beri titreşiyordu.
Sanırım hafta sonu tatili süresince tembelleşen bünyem, ikinci
çalışma günümün ağır kıvamlı temposuna daha fazla dayanamamış, gün gelipte bir
işe yarayabileceğine asla aklımın kesmediği imdat çekicini kendime geleyim diye
başıma indirmişti. Bir anne şefkatiyle beni bağrına basan eflatun kadife
koltuğumun kollarında yorgunluktan bayılıp kalmışım. "Şimdi şu patika
yoldan sağa kıvrılacağım, sonra ilk sola dönüp dümdüz gittiğimde o yüzyıllık
çınarların bulunduğu meydana çıkacağım." diye içime söylüyordum.
Yürüyordum ben... Ilık esen ilk sonbahar rüzgârı omuzlarıma dökülen kestane rengi
saçlarımı usul usul havalandırıyordu. Üzerimde duman rengi elbisem vardı.
Ortalıkta kimsecikler görünmüyordu. Sadece patika yolun başındaki, üzerinde D.
Belediyesi yazan, beyaz boyası yer yer döküldüğü için nuh nebiden kalmış bir
sandal görünümü veren bankın üzerindeki kuş korosu aklımdan geçen Just Like a
Woman adlı şarkının melodisine eşlik ediyordu. Cıvıltılar efsunluydu. İçinde
yürüdüğüm mekan yüreğime huzur veriyordu. Patika yoldan sağa kıvrıldım. Sonra
ilk sola dönüp dümdüz yürüdüm. Ama yolun ucu o yüzyıllık çınarların bulunduğu
meydana çıkmıyor, bambaşka bir yere açılıyordu. Karşımda bir marangoz atölyesi
vardı. Çok şaşırdım... Olduğum yerde öylece kalakaldım. Nerede olduğumu
soracak hiç kimse görünmüyordu. Yapayalnızdım. Kaybolmuştum ben. Kapısı demir
kepenkli marangoz atölyesinin talaşlı camında korkmuş kendimi gördüm. Ürkek
gözlerle içime baktım. Hiç tereddüt etmedim. Bağıra bağıra ağlamaya başladım.
"Bir gün parkta gezerken hayretten donakaldım.
Bir sürü gözü olan tuhaf bir kıza rastladım.
Epey hoş bir kızdı hem de sarsıcı baya'a!
Baktım ağzı var, başladık laflamaya.
Çiçeklerden bahsettik, onun şiir kursundan...
Ve gözlük takarsa bir gün yaşayacağı onca sorundan.
Öyle bir kız tanımak hoş bir sürü gözü olan.
Epey hoş bir kızdı hem de sarsıcı baya'a!
Baktım ağzı var, başladık laflamaya.
Çiçeklerden bahsettik, onun şiir kursundan...
Ve gözlük takarsa bir gün yaşayacağı onca sorundan.
Öyle bir kız tanımak hoş bir sürü gözü olan.
Ama ağlamaya başladı mı baya' ıslanıyor insan."
Şiir/Çok Gözlü Kız - Tim Burton
2011
16 Eylül 2013 Pazartesi
15 Eylül 2013 Pazar
Kanarya Mezarlığında Mutlu Yatan O Adam...
Şu yukarıdaki çizimi, bir kitap kapağında gördüğüm anda vuruldum. Bittim! Bittim! Eğer posteri olsa var ya, hemen çerçeveletip duvara asacağıma yemin edebilirim. Öyle sevdim. Sahaftaydım. Toz ve eski kokan kitaplar arasında sessizce dolanıyordum. Bazan gelişigüzel bir raftan öylesine bir kitap çekeriz ya hani... Hah işte... Kısmetime ne gelirse diyerek bir kitap çektim. 1970 basımı, sarı benizli, incecik bir kitap elime geldi. 40 yıllık kitap!.. Kimbilir kimlerin elinden geçmişti? Kitabın kapağında, Keşkül-ü Fukara, Zeki Beyner Albümü yazmaktaydı. Ne kitabı ne de çizerini daha önce hiç işitmemiştim.
İşte kitabın kapağındaki bu çizim nasıl çarpmıştı bünyemi anlatamam. Düşünsene, binlercesi arasından durup dururken elime gelmişti... Peki niye? Bir abraka dabra vaziyeti vardı yani, eminim. Ne olup bittiğini anlayamadım ki... Aaa!.. Karikatürde, yere sere serpe uzanmış, gökyüzündeki yüreğin ışıltısı altında mutlu gülümsemekte olan, ayakları, göbeği çıplak, fukara adam birdenbire dile gelmesin mi? Dedi ki...
“1936 yılında Fatih’te doğdum. Kimsesiz çocuklardan biriyim.
Anasız babasız sokaklarda büyüdüm. Çocukluğum, gençliğim Karacaahmet’te geçti.
Mezarlıkta yatıyordum. 20 yaşına kadar hep sokaklardaydım. Vapur iskelelerinin
yolcu salonlarında, Üsküdar Paşakapısı’ndaki adliyenin duruşma salonlarında
kışın soğuktan korunmaya çalışırdım. Sokaklarda büyüdüm, ama kendimi korumasını
da bildim. Hiç eğitim görmedim, okula gitmedim. Okuma yazmayı kendi kendime
öğrendim. Okuduğuma inandıktan sonra çizeceğime de inandım ve çizdim."
Hayalle gerçek arasında, Zeki Beyner'le ayak üstü sohbet ettik. Keşkül-ü Fukara Albümü, aslında sanatçının kendi yaşamının bir özetiymiş. Kitap yıllardır sahafın bu rafında ellenmeden duruyormuş. Şimdi benim elimdeymiş ya, aynı karikatürdeki fukara gibi çok mutluymuş. Nasıl hoşuma gitti bu sözler anlatamam. Utandım biraz tabii... Mahcubiyetle dudaklarımdan şu cümleler döküldü. "İnandığım Tanrı, çizgi sanatından bir nebze bile lütfetmemiş bünyeme. Olsun varsın. Çizgiden etkilenen bir bünye bahşetmiş ya, her daim teşekkürü bir borç bilirim kendisine. Sizin bu kapak karikatürünüz var ya fena halde dokundu yüreğime. Sanki acıttı. Ama anlatılmaz güzellikte. Acı olan şey aynı zamanda güzel olabilir mi sizce?" dedim.
O anlatılan dikbaşlı, muhalif, ters, huysuz, isyankar halini benden gizledi. Sadece efkarlı efkarlı gülümsedi. Elindeki albümü gösterdi. "Bakın bunlar benim karikatürlerim, görmek ister misiniz?" dedi. Çok sevindim. "Elbette görmek isterim." dedim. "Ama şimdi gitmeliyim. Eğer gene görüşmek isterseniz, Kanarya Mezarlığı'nın en ucundaki, kimsesizlerin yattığı mezarlığa gelmelisiniz. 11 yıldır oradayım. Karikatürü seven kalbi hemen anlarım. Gelin olur mu ziyaretime. Bekleyeceğim sizi." dedi. Gitti.
Kanarya Mezarlığı mı? Kanarya Mezarlığı'nın içinde, kimsesizler mezarlığı var öyle mi? Ömrümde duymadım. Orası neresi ki? Şaşırdım kaldım ne yalan söyleyeyim. Tamam, ailesi, akrabası yokmuş ama, koskoca sanatçı niye kimsesizler mezarlığında yatsın ki? Onun çizdiklerinden para kazanan dergi sahipleri, değerli karikatüriste bir mezar bile yaptıramamışlar mı? Bu ne kadirbilmezliktir? Bu ne vefasızlıktır? Yuf yani!
Zeki Beyner'le ikimiz aynı balonu paylaşan iki çocuk gibiydik. Zeki Beyner değerli bir çizerdi. Ben ise çizgisever kabiliyet fukarası biri. Feleğin tatlı cilvesiyle, denk gelmiş, kitabın iki ipinden tutmuştuk birlikte... Keşkül - ü Fukara bizi yan yana getirmişti. Zeki Beyner, çizdiklerini yüreğime dokundurmuş, acıtmıştı sanki. Ama bu acı anlatılmaz güzellikteydi.
Zeki Beyner, artık ailemden biridir benim... Bence, o da beni yakını gibi gördü. Eminim. Öbür dünyaya göçmüş akrabalarımla birlikte, büyük sanatçının ruhuna rahmet gönderdim. En kısa zamanda Kanarya Mezarlığı'nda kimsesizler bölümündeki yerini bulmaya niyetlendim.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)