“Söyleyeceğim
ilk şarkıyı mutlu insanlara adıyorum. Bu şarkının benim için tatlı acı
hatıraları vardır. Aşkın ne olduğunu ben bu şarkıyla öğrendim. Saadeti
bu şarkıyla tattım. Bir şey daha öğrendim bu şarkıyla… Her şeye sahip
olmak isteyen elindekini de kaybediyor.”
Yukarıda
yazdığım sözleri, Atıf Yılmaz’ın 1970 yapımı, Karagözlüm adlı filminin
sonlarına doğru o meşhur buğulu ve hüzünlü bakışlarıyla Türkan Şoray
söyler. Ve devamında rol kabiliyetinin hakkını sonuna kadar yerine getirerek, o yıllarda
bıyıksız, incecik, gencecik olan Kadir İnanır’a sahiden aşıkmış gibi,
Orhan Gencebay’ın dinleyeni keder girdabına sürükleyen Sevemedim
Karagözlüm Seni Doyunca adlı şarkısını söylemeye devam eder. Şarkıyı
asıl okuyan Türkan Şoray değildir elbette, Belkis Özener’dir.
Şimdi nereden aklıma geldi peki bu film? Üzgünüm ama beklediğin gibi öyyle romantik bir cevap veremeyeceğim. Yukarıdaki aşk dolu girizgahtan sonra nereye gidecek bu yazı merak ediyorsun değil mi? İnsana verilen ömrün tek bir yaşamla geçirilmesini bir türlü kabullenemeyen bünyem kimi zaman balıkçı kız olmayı hayal eder. Sait Faik'i bu kadar sevmem, hikayelerinin beni o çok merak ettiğim balıkçıların dünyasına sokması sebebiyledir belki... Kim bilir?
Bilirsin, Eylül'le birlikte sadece sonbahar değil, balık mevsimi de başlar. Üzerine afiyet, nasıl balık delisiyim anlatamam. Denizden babam çıksa yerim yani öyle söyliyim. İşte her Eylül ayında önce balıkçı kız olmayı hayal ederim. Sonra açılış niyetiyle, bu filmi seyrederim. Çünkü filmin başlarında Türkan
Şoray Karadenizli, başında kırmızı beresi, kırmızı balıkçı kazağı,
pantolonu ve plastik çizmeleri ve asıl mühimi şahane argo muhabbetiyle
tam olmak istediğim balıkçı kız rolündedir.
Film şöyle gelişir...
Klasik müzik eğitimi alan, besteci, romantik genç adam, arkadaşıyla
birlikte balık almaya gelir. Diğer balıkçılar Azize'ye seslenirler...
-Azize Abla, küçük bey karides istiyor...
-Azize Abla, küçük bey karides istiyor...
-250 gr. yeter.
-Dokuz asker
-Ne askeri?
-Dokuz papel!
-!!!???
-Dokuz lira senin anlayacağın.
-Ama tartmadınız ki.
-Benim elimin hassasiyeti eczacı terazisinde yoktur. Tastamam 260 gram verdim sana. Fazlası var eksiği yok.
-Tartsanız terazinize yapışmaz herhalde!... Ben müşteriyim siz de satıcı. Böyle göz kararı karides satıldığı nerde görülmüş?
-Eeee, balina değil, orkinos değil, sinarit değil. Alt tarafı 250 gram karides alacaksın abicim. Tutup bir gazetelik laf ediyorsun. Alırsan ne ala... Almazsan keyfin bilir!!
-Bari kağıdını değiştirin bu kesekağıdı ıslak...
-Hah, zatınızın teşrif edeceğini bilselerdi, karidesler ıslanmamak için şemsiye kullanırardı!
(
Laf aramızda, Azize'nin bu tarz muhabbetlerine biterim:)
İşte bu filmde, Türkan Şoray’ın şık gece elbisesiyle ve her dem buğulu, hüzünlü gözleriyle Sevemedim Karagözlüm şarkısını söylemesini değil, şen şakrak, matrak, balıkçı kız haliyle Balıkçı Kız şarkısını söylemesini seyretmeyi daha çok severim. Ve dayanamam... Hemen başıma kırmızı beremi geçiririm. Aynı balıkçı kız Azize gibi, hem oynar hem söylerim.
Ah! Senin şimdi beni
aşağılacağını çok iyi biliyorum. Neymiş? Balıkçı kız olmayı hayal
ediyorum diye küçümsüyorsun beni öyle mi? Amaann... Keyfin bilir...
Bak şimdi... Kırmızı beremi başıma geçirdim. Az önce filmi seyrettim. Niyetine girdim. Kendi kendime azıcık üç ayak oynayacağım. Keman mi? Amaaannn! Klasik müzik seven, Şopen sende... Keman değil, kemençe eşliğinde oynayacağım... Kemençe eşliğine... Hey! Zokayı yutmuş lodos balığı gibi bakma öyle... Bu yazıyı yazmamın sebebi ne biliyor musun? Bu akşam balık yemektir niyetim. Balıkk... Anlasana... Havaya girmeliyim. Nee? Karides mi? Ne karidesi? Senin okuman yazman yok mu kuzum? Deminden beri ne yazıyorum... Balık diyorum balık!...
Okuman yazman yoksa eğerrr... Hadi bakalım... Marş... Marş... Mektebeee..