Eski
huyumdur. Çocukluğumdan beri insanları seyretmeyi severim. Bu
huyum sayesinde can sıkıntısı diye bir şey bilmem. Aynı bir sinema
perdesine bakar gibi mütemadiyen insanları seyredebilirim. Kim
olduklarını, neler düşündüklerini tahmin etmeye girişmek hoşuma gider.
Özellikle sinemaya gittiğimde oynadığım farzetme oyunum vardır.
Film başlamadan önce, sinemanın loşluğunda kendilerini oturdukları
koltuğa rahatça bırakan seyircileri belli etmeden seyrederim.
İnsanların suretlerinde, kitaplarda okuyup hafızamın kuytu
çekmecelerine kendiliğinden yerleşmiş irili ufaklı roman
kahramanlarının izlerini sürerim. Bu benim için anlatılmaz heyecan
verici bir oyundur. İnsanların görüntülerinden çok iç dünyalarını
görmek, duygularına erişmek isterim. Sinemanın o efsunlu loşluğunda
etrafıma bakınırım. Bu insanların kim bilir ne sırları, ne korkuları,
ne huzursuzlukları vardır diye aklımdan geçiririm.
Ne
bileyim? İsmini bilmediğim bir rüzgâr esiyordu. Beyoğlu'ndaydım. Atlas Sineması'nın
girişindeki İstanbul Film Festivali bilet kuyruğundaydım. Saatin akreple yelkovanı
birbirini kovalalıyordu. Vakit kısalacağına, bilakis uzadıkça uzuyordu. Önümde güzel bir genç kadın duruyordu. O anda bu genç kadının Levent Cantek'in Dumankara adlı
grafik romanındaki kahramanlarından Güzel Cemile olduğunu farzettim.
Babası hammaldı. Ayaşlı Faik dedin mi Hacıbayram'da bilmeyen yoktu. Küçücük
adamdı. Yüz elli kilonun altına girip bana mısın demezdi. Anası Zeliha,
nereliydi bilmem. Nemruttu. Geçimsizdi. "Yetmiyor herif" diye kaç
kere tırmıkladıydı kocasını. Cemile ondördündeydi. Annesi Çorumlu bir ameleyle
kaçtı gitti. Annesi kaçınca dımdızlak kalmadı aile. Önce dertlendiler. Sonra
kazan kaynadı. Yemek pişti. Hayat bu. Cemile iki kardeşine
bakıyor, evi çekip çeviriyordu. Yukarıda Allah var. Alımlı, eti budu
yerindeydi. Ne giyse yakışıyor, nasıl dursa gösteriyordu. Mahalle Cemile'yi
konuşur, kulağı kıllı külhanlar dolanır oldu. Talibi de çıktı. Alçağın önde
gideni, herkese borç takan biriydi. Cemile kabul etmedi. Babası bir gün yük
taşırken çöküp kalmış, yatalak olmuştu. Çalışamıyordu. Elde yok avuçta yok. İki
bebe sefil... Kolay mı? Cemile çamaşırlara gitmeye başladı. Nuri diye, güya
Cebeci'ye apartuman yaptırmaya niyetli, gözleri fırıldak bir kalantor Cemile'ye
kancayı taktı. Önce çamaşırlarını yıkattı Cemile'ye... Sonra dil döktü. Kars
peyniri, pirzola, helvalar verdi kardeşlerine. Fakirlik zor zenaat, Cemile
bilmez mi adamın niyetini? Her gün bıyık buran, göz süzen erkekler var
peşinde... Hasta babasına para lazım... Eve para lazım... Yaşamak için para
lazım. Canına tak etti Cemile'nin. Nuri'nin teklifini kabul etti. Altı ay sonra
oturdukları evi satın aldı. Babasını hususi muayeneye götürdü. Dediler ki
doktorla arası iyiydi. Fingirdiyordu. Döndü dolaştı Bantderesi'nde çalışmaya
başladı. Güzel Cemile diye namı aldı yürüdü. Milleti kendine hasta ediyor,
hüngür hüngür ağlatıyordu. İşler düzeldi derken, işler düzelmese çıkmazdı
elbet. Cemile'nin annesi çıktı ortaya. İki gözü iki çeşme "ben ettim sen
etme" diyerekten yerlere yata yata. Allahümme Rabbena ortada para olmasa o
kadın dönmezdi ya elden ne gelir. Babası mesut, bebeler mesut. Cemile anasını
affetmedi ama oluruna bıraktı. Derdi başından aşkındı Cemile'nin.
Kabadayılar vuruşuyordu bunun için. Aşkım diyor. Seviyorum diyor. Az tantana
değil bunlar. Kaç kavga. Kaç gürültü. Cemile için ölen biten bayılan çok. Biri
hapse giriyor. Bir başkası ucu yanık mektuplar yolluyor. Cemile'nin işi
tıkırında görünüyor. Yooo... Öyküyü biliyorum ben. Yeminle hiç göründüğü gibi değil. Ah,
sonra Cemile'nin başına, bir bilsen ne çoraplar örülüyor...
Genç kadın, yanlışlıkla festival bileti kuyruğunda olduğunu öğrenince, sıradan çıktı. Ben de çıktım. Sinemanın iç salonundaki bilet gişesinin önüne gitti. Ardı sıra ben de gittim. Bir filme bilet aldı. Koşa koşa iki nolu sinema salonuna daldı. Hemen aynı filme ben de bilet alıp girdim. Salon bomboştu diyebilirim. Tam arka çaprazına oturdum. Kucağına koyduğu çantasını araladı. İçinden küçük bir ayna çıkardı. Önce çekingen bir edayla etrafına, sonra dünyanın en önemli işini yapıyormuş gibi elindeki aynaya baktı. "Allah bahtını açık edecek insanın. Gerisi boş." diye fısıldadiğını işittim. Tam o anda sinemanın
ışıkları karardı. Film
başladı. Ben "Güzel Cemile" olduğunu farzettiğim kadını unuttum. Beyaz perdenin o muazzam illüzyonuyla usulca filmin mecrasına aktım.
NOT: Yazımın bazı cümlelerini Levent Cantek'in yazdığı, Dumankara adlı grafik romanın içindeki Güzel Cemile adlı öyküsünden alıntıladım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder