14 Mayıs 2010 Cuma

Film Gibi Bir Yemek Tarifi

Sana Lucy ile Henry'nin hikayesini anlatmış mıydım? İ.Ö 3000li yıllarda başlayan, günümüze kadar hep aynı şekilde tekrarlanmakta olan hikaye vardır ya hani, sana anlatmamış olamam. Çünkü sen seversin romantik hikayeleri. İşte bu da, o hikayelerden biri... Aslında bu hikaye aynı zamanda bir yemek tarifi. Hikayenin mutfak versiyonu yani. Bak anlatıyorum şimdi...

Hikaye bu ya, farzet ki senle ben Havaii'de bir evin mutfağındaymışız. Sanki bu mutfak bir beyaz perdeymiş. Mesela senle birlikte bir film izlemekteymişiz. Ne dersin? Burası zengin mi zengin bir mutfakmış mesela. Her türlü hububat, zerzevat, nebatat, sakatat mevcutmuş fazlasıyla. Etler dizim dizim diziliymiş dolaplarda, piriçler çuval çuval yüklüymüş ambarlarda. Öyle böyle değil yani. Şenlikli mi şenlikli, eğlenceli mi eğlenceli bir mutfak. Bu mutfağın çapkın bir jönü varmış. Adı Henry! Mutfağın eti. Adeta bir kazanova gibi yaşamaktaymış. Her türlü erzakla iyiymiş arası, her türlü hububat, zerzevat, nebatat ve sakatatla hemhal olmaktaymış sürekli. Her gün başka biriyle pişiriyormuş işi, sanki daldan dala konan hercai! Kim etle birlikte pişse, lezzetini ona katıyor, ortaya şahane nefasette yemekler çıkıyormuş. Bunu öğrenen her türlü mutfak erzağı, mutlaka Henry ile pişmek istiyormuş. Zeytinyağlı yemekler özellikle, Henry ile pişirilen yemekleri nasıl kıskanıyorlarmış anlatamam. Çoğu içine limon sıktırıyormuş ki, gözyaşlarını biri görürse ve "ne oldu?" derse, bahanesi olsun istiyormuş "limondan" diye. O kadar kıskanıyorlarmış yani et ile pişen yemekleri, bilmem anlatabildim mi?

Henry'nin çapkınlıkları ve bu safahat hayatı Lucy ile karşılaşması ve ona körkütük aşık olmasıyla değişmiş. Lucy kim miymiş? Mutfağın akça pakça dilberi pirinç tabi. Pirinç mutfakta çuvallarda saklansa da, el üstünde tutulmaktaymış son zamanlarda. Çünkü kısa süreli bir hafıza kaybından muztaripmiş. Henry'nin her buluşmalarında, Lucy'yi yeni baştan etkilemesi ve aşık etmesi gerekmekteymiş. Tamam, et her nekadar geçmişinde bir çok erzakla beraber pişmiş olduğundan bu konuda tecrübeli olsa da, pirincin kendisi gibi hissedip hissetmediğinden emin olmadığı için, sürekli stres içinde yaşamaya başlamış ne yazık ki. Derdi kendine yetmiyormuş gibi, üstüne bir de tuz biber eklenmesin mi? İyice sıkıntıdaymış yani. Tam anlatamadım mı yoksa?Acele etme lütfen, anlatacağım teker teker şimdi.

Bak şimdi, et aşık ya mutfağın akça pakça dilberi pirince... Bugün neler olacak acaba gene diye sıkıntı içindeymiş. Et, hergün yeniden yağda kavrulurmuş bir tencere içinde. Sıkıntısını göstermek istemezmiş pirince... Tencerede kavrulurken, önce suyunu bir salar bir çekermiş. Bilen bilir halini, gerçekten bu çektiği aşk acısı onu iyice pişirmekteymiş. Pirinç ise kendi halinde ayrı bir yerdeymiş. Her sabah etin çektiği çilelerden habersiz, önce derin bir tasın içindeki sıcak suya dalarmış. Yumuşar ve beyazlarmış. Sonra soğuk duşun altında yıkanır iyice, tüm nişastalarını dökermiş. Ne dert kalırmış ne kasavet kendisinde. Öyle ki, soğuk suda akıp giden nişastalar gibi geçmişe ait tüm anıları da silinip gitmekteymiş adeta. Bunu nasıl mı anlıyoruz? Şöyle... Bir gün önce eti tencerenin dibine sermişlerdi kavrulmuş vaziyette. Sonra soğuk suda yıkanmış pirinci koymuşlardı üzerine. Et ve pirinç bir araya gelince, üstlerini aşacak kadar sıcak su koydular ki birlikte iyice pişsinler diye. Ayrıca tuz ve tereyağ eklediler iyice lezzetlensinler. Tencerede bıraktılar ateşin üstünde her ikisini. Kıstılar ateşi ki, yanmasınlar, yavaş yavaş demlensinler birlikte. Her ikisi piştiler sahiden beraberce. Sonra ters çevrildiler bir tepsiye. Kavrulmuş et ve demlenmiş pilav şahane bir birliktelik oluşturmuşlar. Sevmişler birbirlerini, aşık olmuşlar.

Ertesi sabah et ve pirinç tekrar bir araya gelince, et seslenmiş pirince "Lucy, nasılsın?" diye. Pirinç tanımamış Henry'i. Demiş " Sen kimsin? Ben tanımıyorum seni". Şaşırmış, kalakalmış tabi Henry. Neyse, sonra Henry öğrenmiş ki, Lucy bir kaza geçirmiş ve daha önce anlattığım gibi bir dertten muztaripmiş. Bugün yaşadıklarını yarın unutuyormuş. Henry'nin hergün yeni baştan kendini tanıtması, Lucy'i kendine aşık etmesi gerekiyormuş. Henry anlamış ki eğer Lucy'nin sevgisini kazanmak istiyorsa hayatı boyunca her gün sıfırdan başlamak zorundaymış. Henry de Lucy'i çok sevdiği ve onunla birlikte pişmek istediği için her gün katlanırmış bu çileye. İşte bu hikayem de böyle! Onlar ermiş muradına,biz çıkarlım kerevitlerine!

Ne? Sen bu hikayemi bir filme mi benzettin? 50 İlk Öpücük mü? Henry'i Adam Sandlar, Lucy'i Drew Barrymore oynuyor bu filmde öyle mi? Mümkün değil! Benim anlattığım hikaye İ.Ö 3000 yıllarına dayanıyor. Efsane olmuş bir hikaye filme çevrilmiş olabilir tabi. Ama şunu bil ki, o seyrettiğin filmin gerçek hikayesi böyle! Afiyet olsun:)

4 yorum:

  1. Eseri İstanbula yolcu ettim bu sabah erkenden. Az önce yani. Gidenin ardından bakmak hep hüzünlü duygular bırakır bende. Kendimi teseli etmek için iki trakyalı poaça, bir de patatesli muhacır böreği aldım.
    Eve gelirgelmez çayın altını yaktım.
    Ev derin sessizlikte. Anne baba uyumakta.
    Giderken açık bıraktığım pc nin başına oyalanmak için oturdum.
    Aaa..benim kardeş yine döktürmüş.
    Başladım okumaya. Başladım gülümsemeye
    Hüznüm kırıldı bana gitti.
    Şimdi bir de çay alıp kaşıkla şıkır şıkır şekeri karıştırdımmı..böreklerle hemhal olup giderim. Ohh canıma değsin :)
    Sevgiler.

    YanıtlaSil
  2. Hayal Kahvem gerçekten kehve tadında bağımlılık ve keyif verdiği gibi, günlük telaşta güzel bir mola... Teşekkürler!

    YanıtlaSil
  3. Allah kavuştursun Dilek.. Ne güzel keyifi vakit geçirmişsiniz. Çok sevindim. Sevgiler:)

    YanıtlaSil
  4. Selam Nuran.. Hayal Kahvem'i okuyor olduğunu bilmek, beni çok mutlu etti.Her zaman beklerim:) Ben de senden şarkı dinlemek isterim:)))Sevgiler...

    YanıtlaSil