7 Mart 2012 Çarşamba

Sinemada Oynadığım Farzetme Oyunum - 22 - Figen

 

Eski huyumdur. Çocukluğumdan beri  insanları seyretmeyi severim.  Bu huyum sayesinde can sıkıntısı diye bir şey bilmem. Aynı bir sinema perdesine bakar gibi mütemadiyen insanları seyredebilirim. Kim olduklarını, neler düşündüklerini tahmin etmeye girişmek hoşuma gider. Özellikle sinemaya gittiğimde oynadığım farzetme oyunum vardır. Film başlamadan önce, sinemanın loşluğunda kendilerini oturdukları koltuğa rahatça bırakan seyircileri belli etmeden seyrederim. İnsanların suretlerinde kitaplarda okuyup hafızamın kuytu çekmecelerine kendiliğinden yerleşmiş irili ufaklı roman kahramanlarının izlerini  sürerim. Bu benim için anlatılmaz heyecan verici bir oyundur. İnsanların görüntülerinden çok iç dünyalarını görmek, duygularına erişmek isterim. Sinemanın o efsunlu loşluğunda etrafıma bakınırım. Bu insanların kim bilir ne sırları, ne korkuları, ne huzursuzlukları vardır diye aklımdan geçiririm.  


Geçen sene, İstanbul Film Festivali için  seçtiğim filmleri seyretmek niyetiyle sabah erkenden İstanbul'a gitmiştim. Sıcacık bir ilkbahar günüydü. Arada elimi gözlerime siper edip gökyüzüne bakıyor,  acele acele Beyoğlu'nda yürüyordum. O koca maviliğin içinde beyaz bulutlar resmen kovalamaca oynuyordu. Ah! Güneş... Şaşkın şey!  Hani vardır ya görücüye çıkmaktan utanan mahcup köy kızı hali... Hahh işte! Başını bulutların arasına muzipce bir sokup bir çıkararak, resmen benimle eğleniyordu. En son öyle bir dikmişim ki gözlerimi güneşe, Emek Sineması'nın kapısına geldiğimde, bir süre insanları seçemedim. Ortam tabiyatıyla çok kalabalıktı. Uzun bir bilet sırası vardı. Benim biletim cebimdeydi. Hemen sinemaya dalabilirdim. Durdum. Girmedim. İnsanlara çarpmamak için, gözlerimin kamaşmasının geçmesini beklemeye karar verdim. Duvara sırtımı dayadım. İster istemez konuşulanları duyuyordum. Gözüm seçmese bile, yanımdaki çiftin muhabbetini çok iyi işitiyordum.  Çocuk;
-Yok o zaman çet kanalları ve aysiiku yaygındı. İşte bizim kanalda konuştuğum bir kızla buluşmuştuk.... Korkunç bir tecrübeydi... Kız bi geldi, yazdıklarıyla alakası yok, korkunç bir özgüven filan... Çok pis hayal kırıklığı yaşamıştım...
tadında bir şeyler söyledi. Gözlerimi ovuşturarak baktım. Konuşan, uzun boylu, gözlüklü bir gençti.
-Sen buluştun mu peki kimseyle böyle? diye sözlerine devam etti. Şaşkınlıkla
-Ben mi? Ben... Yok... Sanırım buluşmadım, diyen yanındaki kıza baktım. Net olarak görebildim. Kahküllü kızıl saçlarına beyaz bir bant takıyordu. Kocaman gözleri hüzünlü  hatta kederli bakıyordu.
-Sanırım derken? diye soran genç adama

-Yani... Ben bazen eskiyi çok iyi hatırlamayabiliyorum. Öyle bir sorunum var... Boşver şimdi... Ama buluşmadım yani, deyince, bu kızın Ersin Karabulut'un Sevgili Günlük adlı çizgi romanındaki kahramanı Figen olduğunu farzettim.  Feysbuk'tan mesajlaştığı çocukla ilk kez buluşmuştu. Haliyle insan tanımadığı biriyle ekran başındaki gibi konuşamıyordu. Bir kafeye gitmişler, çocuk anlatmış  kız dinlemişti. Profilinde fotoğraf kullanmadığı için fiziksel olarak pek bir numarası olmadığını zannettiği bu genç adamın, konuşurken elinin ayağının birbirine dolanmasıyla, heyecandan sürekli küllükle filan oynamasıyla oturdukları süre içinde, kızın gözüne gittikçe daha fazla sevimli gelmeye başlamıştı. Hayatta görmediği ve göremeyeceği tatlı bir ürkeklik vardı çocukta. (Ama asla çocuksu ya da nasıl söyliyim, mıymıntı bişey değil bu...) Mesela yürürken ellerinin bir kaç kez birbirine değmesinden rahatsız olmuştu. Ama aslında belki de kız rahatsız olur diye çekiniyordu. Kızın kafası karışıktı. Geçmişinde yaşadığı bazı anılarını hatırlamıyordu. 


Emek Sineması'nın  yıllanmış koltuğuna yerleşirken, kimbilir bu koltuklarda kimler oturdu bugüne kadar diye aklımdan geçirdim. Bir şehre özellik katan mekanlar, o mekanlarda anıları olan insanların kişisel tarihleri için ne kadar mühimdi. Genç kız boynuna çaprazlama taktığı çantasını çıkardı. Pembe ceketinin düğmelerini açtı. Yalnızdı. Yanımdaki boş koltuğa oturdu. Kucağındaki çantanın içinden bir defter çıkardı. Birşeyler yazdı. Merakla gözucumla baktım. Ne başını ne sonunu... Sadece "Sana tekrar yazana kadar beni unutma olur mu sevgili günlük?.." diye yazdığı son cümlesini okudum.Tam o anda sinemanın  ışıkları karardı. Film başladı. Ben "Figen" olduğunu farzettiğim genç kızı unuttum. Beyaz perdenin  o muazzam illüzyonuyla usulca filmin mecrasına  aktım.

NOT:  Yazının bazı cümlelerini  Ersin Karabulut'ın  Sevgili Günlük adlı çizgi romanından  alıntıladım. 

9 yorum:

  1. Ha haa ne hoş bir yazı olmuş böyle :)))

    YanıtlaSil
  2. Bir kahve molası verdim ve keyifle okudum bu yazıyı:)

    Bu farzetme oyuhunu ben de sıklıkla oynarım. Bekleme salonlarında, vapurda, otobüste...İnsanları konuştururum kafamda.
    Hayvanlar da kimi zaman bu listeye dahil oluyor. Ve gerçekten çok komik şeyler söyleyebiliyorlar:)
    Özellikle kediler!

    Sevgiler.

    YanıtlaSil
  3. yazı cok keyifli olmuş. gülümseyerek okudum.Farzetme olayını hiç denememiştim.İnsanları seyretmeyi diyaloglara kulak misafiri olmayı çok severim. Ama farzetme oyunu da sevdim ve deneyeceğim:)

    YanıtlaSil
  4. okurken keyif aldım diline sağlık canım
    bende beklerim

    YanıtlaSil
  5. Selam Berlin'in Nar Çiçeği, beğenmenize sevindim:)

    YanıtlaSil
  6. Hımm... Alkım, kedilere dikkat etmeliyim o halde:) Yazın okuyalım ne dersiniz?

    YanıtlaSil
  7. Bluestyle, deneyin tabii:) Ama benim bu yazılardaki amacım kadınlar, kitaplardaki özellikle kadın kahramanlar, kitap tanıtımı ve yıkalacak olan Emek Sineması'na selam çakmak... Böyleyken böyle..

    YanıtlaSil
  8. Tamam Nanemaydanoz, geleceğim. Naneyi de maydanozu da çok severim:)

    YanıtlaSil
  9. "Şehirli, orta halli, çocuklarına değer veren ve özgürlüklerine hürmet eden bir ailenin kızıydı. Genç kız ise, anne babanın her söylediğinin ters geldiği, beğenilmediği, sonra bu düşüncelerinden suçluluk hissedilen yaşın merkezindeydi. "
    Burada bi kafam karıştı, iki cümlede de kızdan bahsetmişisniz ama biri çocuk mu olacaktı acaba ben mi anlamadım? :) oun dışında çok beğendim, yazım dili çok güzel.

    YanıtlaSil