29 Ekim 2009 Perşembe

Saati Saatine Uymamak...

Saatler bir saat geri alındığından beri, aklım hep Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde. Neden mi? Çünkü bu kitap senede en az iki kez ellenmeli. Saatler ileri ve geri alındığı tarihlerde bari. Özel bir törenle hem de. Usulca alınmalı ele. Önce yazarı rahmetle anılmalı. Sayfaları şöyle bir dalgalandırılmalı. Durdu ya uzun zaman olduğu yerde. Cümleler ve paragraflar havalandırılmalı. Uyansınlar, gelsinler kendilerine… Bu öyle bir kitaptır ki, şimdi başlasam bir yönünü anlatmaya, hergün yazsam üstelik, inan ki her sayfasından bir yazı konusu çıkarabilirim. Öyle dolu dolu bir kitaptır. Adı üstünde işte. Bu bir kitap değil, resmen başlıbaşına bir enstitüdür diyebilirim. Şimdi neresinden başlasam acaba ? Peki… Şöyle yapayım. Kapatayım gözlerimi. Bir sayfasını açayım. Nereye denk gelirsem… O sayfayı anlatayım. Tamam. Böyle yapacağım. Kapattım gözlerimi. Kısmetime bir sayfa açtım. Şimdi tekrar okuyup, anladıklarımı anlatacağım.

Yazar, insanlar kainatın sahibi olmak üzere yaratıldıkları için, eşyanın insanlara uymak durumunda olduğu inancındadır. Mesela Abdülhamit döneminde yaşayanlar bilirler.O zamanlar vapur düdüklerinin sesi günümüzdeki kadar neşeli değildir. Padişahın asık yüzü ve ordan halka halka etrafa yayılan neşesizlik sebebiyle, o zamanın vapur düdükleri garip bir şekilde acı, keskin ve hüzünlüdür. İşte saatler de böyledir. Sahiplerinin mizaçlarındaki ağırlığa, canı tezliğe, evlilik hayatlarına ve siyasi fikirlerine göre yürüyüşlerini değiştirirler. Sahibinin en yakın dostu olan saat… Bileğinde sahibinin nabzının atışına arkadaşlık eden saat… İster istemez sahibiyle bütünleşmektedir. Sahibi gibi yaşamaya ve düşünmeye başlar. Saat kadar olmasa bile diğer eşyalarımız da böyle değil midir? Eski ayakkabılarımız, elbiselerimiz gün geçtikçe bizden bir parça olmazlar mı? Onları sık sık bu nedenle değiştirmez miyiz? Yeni bir elbise giymekle, kendimizden çıkarız sanki biraz… Kendimize bir değişikliğin arasından bakmak isteriz. Yahut “Ben artık başkasıyım!” diyebilme saadetini hissetmek isteriz.

Eski eşyalara meraklı olanlar bilirler. Eski bir şapkadan ve ayakkabıdan sahibinin bütün huylarını, alışkanlıklarını, hatta aksaklıklarını görmek mümkündür. İnsanlar yanlarında çalışmaya başlayan hizmetlilerine, evlerine gelir gelmez kendi gömlek, elbise yada ayakkabılarından vermek isterler. Böylece kendilerini hiç tanımayan bu insanlara, birdenbire elbiselerini giydirerek ya da ayakkabılarıyla yürüterek, kendi düşünce ve alışkanlıklarını gizlice geçirmeyi düşünürler. Kahramanımız bunu iki kez tecrübe etmiştir. Bir keresinde çalıştığı bankadan atılmasına ve pek çok felaketlere düşmesine sebep olan müdürü Cemal Bey bir kat eski elbisesini vermiştir kendisine. Aralarında büyük mizaç farkları vardır. Tabiatları tamamen zıddı zıddınadır. Çok şükür, müdürünün kötü huylarını benimsemez kahramanımız. Ama müdürün bir büyük zaafı vardır. Kızına aşırı düşkündür. İşte kahramanımız, müdürün eski elbisesini giymekle, haftasına kalmadan, üstelik üç çocuk sahibi olmasına, sıkı Müslüman terbiyesine, her konuda kendisinden üstün karısına rağmen, müdürün kızına delicesine aşık olur. Aradan yıllar geçer, bankadan ayrılır, bu giysi lime lime olur ama bu sevgi asla yakasını bırakmaz. Eski eşyalar böyle mizaç değişikliğine neden olurlar işte…
İkinci elbiseyi Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nün kurucusu, Halit Ayarcı hediye eder. Kahramanımız daha elbiseyi üzerine geçirdiği gün tüm varlığının değiştiğini hisseder. Birdenbire ufku, görüşü genişlediği gibi, hayatı Halil Ayrancı gibi yorumlamaya başlamıştır. Artık onun gibi, insanlara "Acaba ne işe yarar?"diyen gözlerle bakmaya başlar. Sanki bu bir elbise değil de büyüdür. Tabi kendi tabiatı da devreye giriyor ve kararlarını değiştirmeye çalışıyordu ama sonuçta birbiri arasından, elbisesini giydiği adam gibi düşünen, konuşan, karar veren biri olup çıkmıştır. Bu durumu Halit Ayrancı'ya anlatınca, kendine hak verir. Ona göre de büyük adamların yanlarına çalışanlara elbise ve öteberilerini vermeleri bu yüzdendir. Roma İmparatorları, büyük diktatörler hep kendileri gibi düşünsünler diye eşyalarını dostlarına hediye etmekteydiler. Hatta Osmanlı hükümdarlarının, vezirlerine kürk ve kaftan hediye etmeleri de bu yüzden olsa gerektir. Kahramanımız farkında olmadan tarihin büyük bir sırrını keşfetmiştir aslında. Büyük bir psikolojik mekanizmayı keşfetmiştir!

Bu kadar.. Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nden şimdi üç sayfa okudum. Okuduklarımdan anladıklarımı yukarıda anlattım. Olmadı mı şimdi bu yazı yani? Bence oldu. Böyle işte. Ben şimdi bir başlasam, mesela kitaptaki karakterlerden Nuri Efendi'yi anlatmaya... Yazarın cümleleriyle tipini, mizacını, tabiatını tarife girişsem. Yarı alim yarı evliya addedildiğinden söz etsem mesela. Nuri Efendi'nin: "Saatin kendisi mekan, yürüyüşü zaman, ayarı insandır. Bu da gösterir ki, zaman ve mekan, insanla mevcuttur. " gibi sözlerinden bahsetsem. Nuri Efendi'nin semtin en iyi saat tamircisi olduğunu söylesem. Tamir etmeden önce bozuk saatleri bazen karşıdan haftalarca el sürmeden seyrettiğinden bahsetsem mesela. Eğer çalışıyorsa bir doktor gibi üzerine eğilip sesini nasıl dinlediğini hayalinde canlandırmanı istesem. Kitaptan iki sayfa daha yazsam.. Ne olacak ki? Okumaz mısın yazdıklarımı yoksa? Saatin saatine uymuyor der misin bana? Bazen bloğuma ciddi yazılar yazsam işte böyle. Ne olacak ki? Hani saatleri bir saat geri aldık ya... Hani Ahmet Hamdi Tanpınar'ın abidesi Saatleri Ayarlama Enstitüsü hatırına? Olmaz mı?

4 yorum:

  1. Merhaba Vildan
    Sizin çalışkan öğrenci olduğu yazınızdan anlaşılıyor.
    Japonya da yaz saati yoktur.
    Yıl boyunca hiç değişmez.
    Sadece saati saatine çalışmam gerek.

    YanıtlaSil
  2. Merhaba Masakuni
    Keşke sandığınız gibi çok çalışkan bir öğrenci olsaydım. Değildim. İlgi dağınıklığım vardı. Derslerde çok sıkılırdım. Ya kitap okurdum belli etmeden, ya da arkadaşlarıma küçük kağıtlara yazılar yazar gönderirdim. Sonra ne oldu mu? Oldu işte.. Okulları bitirdim:)
    Demek saatler değişmiyor sizin memlekette... Biz de bir ileri, bir geri.. Böyle...

    YanıtlaSil
  3. Çok ilginç..neden bu saat meselesi diye düşündüm. Bazı ülkeler bundan cok tasarruf sağlıyorlar tabii biz dahil..
    Ama mesela kuzey ülkeleri..finlandiya diyelim :) ileri alsa ne olur almasa ne olur..aylarca değişmiyor günün ve gecenin ayarı :) Sanıyorum coğrafik şartlar ve kimi ülkelerin gelenekleri ve ekonomileri yada sosyokültürel durumları buna gerek bırakmıyordur diye düşündüm nacizane.

    Nuri Efendi: "Saatin kendisi mekan, yürüyüşü zaman, ayarı insandır. demiş. Ne güzel demiş.

    Aklıma ne geldi. Bazı insanlar için;
    Ayarı bozuk denir.
    Kimileri için ise
    Ayar tutmaz o insan denir.
    Neyse geçiyim bunları
    Hani kendileri gibi düşünsün diye giydirirlermiş ya..düşündürürlermiş de ya. Eşyanını enerjisi ve kişinin inancını da gözardı etmemek lazım.
    Eskiden babadan ogula.. dededen toruna geçen şifacılık da öyle bir şeymiş. El verme ile olurmuş. Herkes yapamazmış yoksa.
    Reiki denilen enerji ile tedavi yönteminde de işi bilen kişinin diğer kişiye ait çakraları açması ile başlamıyormu olay.
    Şimdilerde organ nakli yapılan insanlarda zamanla dokular birbirine alıştıkça.. benimsedikçe huylarında değişiklikler saptanmış. Bu değişiklik organ sahibinin huylarından alıntılarmış.
    Yani ya huyundan.. ya suyundan..ya dokusundan..ya da ruhundan etkilenme oluyor.
    Üzüm üzüme baka baka ya kararıyor.. ya da alarıyor.
    Keşke ben de senin yakınında olsaydım da meziyetlerinden etkilenebililseydim bir nebzecik. Bana iyi olurdu :) sevgiler arkadaşım.

    YanıtlaSil
  4. Dilek şimdi sen bunları yazınca aklıma ne geldi biliyor musun? Hani yün bir elbisen vardı. Renkli bir şey. Sıcak suyla yıkayınca küçülmüştü sana... Hatırlasana:) Anneanneme vermiştik. Bayılmıştı. Bütün kış neredeyse üzerinden çıkartmamıştı hani. Nasıl huysuz ve tatlı kadındı anneannem, şarkı sözü misali... Son zamanlarda anneanneme bir hal gelmişti. Sanki sana benzemeye başlamıştı. Huysuzluk ne demek? Huysuzluk kalmadığı gibi; rahat, huzurlu bir hal almıştı. Her gördüğümde diyordum ki: "Allahım, anneannem ne kadar benzedi Dilek'e. Bu kadar yaşlı olmasa, sanki Dilek diyeceğim." Anladım işte şimdi, niye? Elbiseni giydi ya, senin halini aldı demek ki! Canım ya... Şimdi rahmet istedi. Dilekcim, bilirsin yaşlı insanlarda ellerinde olmadan bir huysuzluk oluyor. Demek ki böyle durumlarda senin gibi huzurlu bir insanın giysisini giydirmek gerekiyor. Tarihin büyük sırrı... Bir psikolojik mekanizmanın keşfi:)

    Canım bir de hani karşısındakiyle empati kurmak amacıyla kullanılan bir deyim vardır:
    "Başkasının ayakkabılarını giymek." Onun yerine kendini koymak... Bu deyim bu konuya misal teşkil edebilir mi?

    YanıtlaSil