14 Nisan 2010 Çarşamba

Sen Hayatında Öykü Özledin Mi Hiç?

Sevdiğim bazı öyküler vardır. Zaman zaman kitaplarını açar okurum. Tekrar tekrar okumaktan bıkmam. Bilakis öyküyü bildiğim için tüm hislerimi katarak okurum. Atilla Atalay'ın Ebekulak adlı öyküsünü okurken her defasında yüreğimle hissederim. Çok severim! Bir haftadır Ebekulak'ı arıyorum. Yok...Yok.. Bulamıyorum...Olmaz olur mu? Kütüphanemin bir yerinde. İyi de nerede?Bu hafta canım nasıl çekti, nasıl istiyorum Ebekulağı okumayı. Kitap sanki yer yarıldı da içine girdi. İş gereği iki kez İstanbul'a gittim. Uğradığım hiçbir kitapçıda yoktu. Atilla Atalay diyorum. "Tamam,var "diyorlar. Kitaplarını gösteriyorlar. Hepsi var. Ebekulak yok. Benim kardeş "Bende var abla. Ben sana veririm." demişti. Görüşemedik bir daha. Kitabı kardeşimden de alamadım. Bu akşam baktım dayanamayacağım. Hamilelerin canı bir şey çeker de tuttururlar ya "illa istiyorum!" diye... Durumum aynen öyle... Sanal aleme dalayım bir bakayım belki rastlarım izine dedim. İyi ki bakmışım. Buldum. İşte Ebekulak! Ohh! Şükür kavuşturana! Sanki çocukluk arkadaşıma rastladım. Öyle sevindim, öyle sevindim anlatamam. Aslında Ebekulağı sen okuyacağına, ben sesli okuyabilsem sana keşke! Tadından doyamazsın. Zaten bu öyküyü gözle okumam yetmez, kulağım da duymalıdır. Bu nedenle mutlaka sesli okurum. Ancak, üzgünüm yalnız başıma!.. Of! Kişi Başına Bir Yalnız adlı öyküsü geldi şimdi aklıma. Of! Ne muhteşem öyküdür o da! Neyse.... Ebekulağı bulduğum bir siteden aldım. Bloğuma yapıştırdım. Burada elimin altında dursun. Artık canım çektiğinde kolaylıkla okuyacağım!

EBEKULAK

orda duruyor. nasıl olsa eninde sonunda göz göze geleceğiz; ama ilk hareket ondan gelmeli, bekliycem. allah kahretsin... yine çok güzel, çok... aklıma tüküreyim, nasıl da terk ediştik yasemin’le. okulun kantinindeydik galiba, “sen” dedi, “hamama gider kurnaya, düğüne gider zurnaya âşık olursun.” sana ne kızım, gönlümün kâhyası mısın gibisinden lâfı ağzımda geveledim. “köpek gibi geri dönersin ama!” dedi. o lâfı demeseydi, hemen ertesi gün dönerdim belki. ne o ne ben döndük ve üç yıl sular seller gibi geçip gitti. olanca güzelliğiyle hâlâ orda duruyor. beni gördüğünü biliyorum. yanına gidip “merhaba!” desem, çok büyük bir taviz sayılmaz. yanındayım... ilk darbeyi:
-şişmanlamışsın, diyerek indirdim. karşı saldırı anında geldi, beni öldüren gülümseyişle:
-senin de saçlar gidiyor galiba (!) dedi. arada boşluk kalmadan:
-gamzeni n’aaptın? diye sordum. yanağında gamze vardı, aldırttın galiba ya da fondötenlerin altında kalmış, gözükmüyor (!) kıvılcımlar saçarak:
-hayatımda suratıma fondöten sürmedim ben, dedi. güzel, sinirlendi... yumuşatmalıyım...
-o zaman gül bakalım, gamzen yerinde mi, görelim? hemencecik güldü. yavru kedi mi yuttum, içimi ne cırmalıyor? niye kalbim küt küt atıyor ki? bir gülüşte böyle olursam, sonrası n’aapar beni?
-sahilde yürüyelim mi banklara otururuz, dedi.
-işte zafer! belli ki o yavru kediden yasemin de yutmuş. yürüyoruz... saatine baktı:-
iki saat sonra özkan işten çıkar, dedi.
-özkan haa!... demek özkan... kasten ismini yanlış söyleyerek:
-ne iş yapıyo bu öztan? dedim.
-reklâmcı, diye yanıtladı.
-ben tanıyo muyum bu özcan’ı? durdu, kızdı; ama belli etmiyor.
-tanımazsın, özkan boğaziçi’nden. demek özkan boğaziçi’nden. iyi... aferin özkan’a... bravo yani... aşağılık özkan... ibibik, badem... bakışlarımdan düşüncelerimi okumasın diye denizi seyrediyorum.
-senin minö n’aapıyo? diye sordu. minö ne demek be kızım!.. benim taktiğimi kullanıyor.ben ısrarla “umurumda değil!” muamelesi çekerek herifin adını yanlış söyledim ya... o da benimkinin adını tahrif ediyor. mine yerine minö. pes yani... bari emine filân de be kızım. yuh yani! feci dalga geçti benle.
-gitti, amerika’da, dedim.
çay bahçesindeyiz. o da ne? yasemin’le şarkımız çalıyor: “arapsaçı.” ha ha hey!.. şimdi bittin işte kızım! sen dayanamazsın bu şarkıya... kim kime köpek gibi dönermiş görücez! hele bir şarkının o bölümü gelsin.“gönlüm söz dinlemiyoor / sevdiğimi ver diyoor / kim görse şu hâlimi / bir daha sevme diyoor / aaah aşk yüzünden / arapsaçına döndüm / çöz beni arapsaçı / çivi çiviyi sökeer /budur bunun ilâcı. peki, bana n’ooluyo? şarkıyı dinlememek için içimden “gün doğdu hep uyandık / siperlere dayandık.” marşını söylüyorum. o da kafasını daldırıp bir şeyler arıyormuş rolü kesiyor. şarkı yüzünden iki tarafta da zayiat yok. bravo! direncine hayranım bu kızın!
-gitmeliyim, dedi.giit... kal mı diycem sanıyorsun.
-iyi, sen bilirsin...git... git... özkan bekliyodur... yürrü... son bıçağı sapladım:
-kilo vermeye çalış. özton’a benden selâm...usulca kalkıp masadan uzaklaştı.
ardından bakıyormuş gibi olmamak için masa örtüsündeki kırmızı kareleri saymaya karar verdim. bir... beş... on... allahım! ebekulak... beykoz’da dolaşırken tam dört yıl önce yerde bulup ona vermiştim.
-bizim köyde bunlara ebekulak derler. yağmurdan sonra çimenlerin üstünde bir sürü olur. çocuklar avucuna alıp şarkı söyler. al, senin olsun, beni hatırlarsın.
şimdi o ebekulak iki kırmızı karenin arasında öölece duruyor... şarkı sırasında çantasını karıştırıyordu. o zaman koymuş olmalı. silâh olarak ebekulak çekeceğini hesaba katmamıştım.içimdeki yavru kedi debelendi. diyememeklerle geçen ömrüme bir de “yasemiiin”
sözcüğü eklendi. yüz kırmızı kare... bin kırmızı kare...SON

NOT: Fotoğraflar- Numan Serteli'nin Fotoğraf arşivinden alınmıştır.

Bu yazıyı ilk kez Şubat 2009 da yazmışım. Tekrar ordan aldım buraya yapıştırdım:)

7 yorum:

  1. Çok sevimli bir hüzün vardır bu öyküde. Ben de severim ve aklımın bir kıyısındadır yıllardır...

    YanıtlaSil
  2. Evet,nedense çok severim ebekulak'ı. Hem de çokk! Haklısınız, hem sevimli, hem hüzünlü..
    Benim de aklımın bir kıyısındadır... Hangi kıyısındaysa arada sahile çarpmak ister gibi bana da çarpmak ister:)
    Bu arada sanki Estarabim'de bir öykü kokusu aldım.. Sağdan soldan estarabim diyerekten şööyle bir Estaribim'e doğru uzanayım bir bakayım...Müsaadenizle...

    YanıtlaSil
  3. :)
    İki Öykü Kaçağı'ndan söz ediyorsunuz sanırım.
    İyi okumalar...

    YanıtlaSil
  4. Ama yaaa... Üzüldüm ben bunu okuyunca, böyle bitmeseydi keşke. Koşsaydı kızın peşinden, itiraf etseydi gerçekleri. Ama gerçek hayatta böyle olmuyor değil mi? Aynen hikayedeki gibi bitiyor. Teşekkürler...

    YanıtlaSil
  5. Evet, yamalı sevdalardan yüreği yorgun iki genç insanın öyküsü var Estarabim'de. Mit okumasın nedir bu hiç mi mutlu son yok diyecek ve genç yaşında ümitsizliğe düşecek:) Hoş, Mit daha şimdiden Yorgun savaşçı.. Adı üstünde:))
    Öyküler böyle Mit! Öyküler böyle:)

    YanıtlaSil
  6. düşününce aklıma özlediğim öykü gelmiyor. arkadaşım öykü var. lisede aynı sırayı paylaşırdık. ne yapar ne eder acba?şimdi o öykü aklıma geldi:)) ben roman özlerim. açayım okuyayım tekrar. bir masum kızın güncesini:) benim günlüğüm:)) hehhe...

    YanıtlaSil
  7. AhirZamanOlurKi19 Nisan 2010 00:48

    Ayy.. ne güzel bir öykü imiş.
    Önce böyle dedim ama sonra vazgeçtim.
    Kayınvalidem de böyle derdi bana.
    Ayy.. fasulye çok güzelmiş hep ordan al bi daa.
    Gülerdim .. tamam anne :)
    Bence yazar cok güzel pişirmiş..pardon yazmiş.
    Okuyunca çok etkilendim.
    Sanırım aklıma kendi öyküm geldi ondandır.
    Ben cok aşıktım. O ise beni cok beğeniyor üzerime titriyordu. Ne güzel işte değilmi.
    Ben belli etmiyordum aşkımı, o ise gıcıklık ediyordu. Bende onu sinir etmek için uğraşıyordum. Ne yorucu bir arkadaşlık yarabbim. Sonu ne oldu diye sorarsan..
    esas konuya gelemeden ayrılıp.. mutlu evlilikler yaptık.
    Yıllar sonra bir cafede karşılaştığımızda ise ben onu tanımamazlıktan geldim (yüreğim pır pır) o ise karşı masada ailesi ile oturuyordu asık asık. Evlenmiş, bir kızı olmuş. Duyuyordum konuşmalarını.
    Eşi olan bayan sürekli başının yine çok ağrıdığını, tansiyonuna baktırmak istediğini tekrarladı. Acaba ona da gıcık mı davranıyordu.
    Doğrusu ya..o bayanın yerinde olmak istemedim.
    ( Bu da Akşam itirafımdır )

    YanıtlaSil