23 Mayıs 2011 Pazartesi

Kalbimin Vuruşundan Anlıyorum. İstanbul'u Dinliyorum Gözlerim Kapalı.


Ispanağı çok sever. Puf böreğine hele biter. Oktay Rıfat'la Melih Cevdet'tir en yakın arkadaşları. Bir de sevgilisi vardır, pek muteber; ismini söylemez, "edebiyat tarihi bulsun" der. Büyümüştür, işsiz kalmıştır, aç kalmıştır. Para kazanması gerekmektedir. İnsanların içine girer. İnsanları görür. Ne yârdan geçer, ne serden. Ne denizlerden, ne gökyüzünden ama... Bırakmaz son gördüğü, bırakmaz geçim derdi. Sokakta giderken, kendi kendine gülümsediğinin farkına vardığı zaman, kendisini deli zannedeceklerini düşünüp gülümser.  Bu toparladığım cümleler Orhan Veli'nin şiirlerinden bazı dizeler. Niye yazdım bunları biliyor musun?  Dün akşam Sait Faik'ten bir öykü okuyasım gelmişti.  Elim Lüzumsuz Adam adlı kitabına gitti. Şööyle kapattıım gözlerimi. Bahtıma ne denk gelirse dedim. Bir sayfa açtım. Öyküsünün adı "İp Meselesi"ydi.  


Öykünün başında kahramanımız yaşadığı şehirden ayrılmaya niyetlenmiştir. Hatta çoktan yola çıkmış, yürümüş, yürümüş, dimdik bir yokuş görünce biraz dinlenmeye karar vermiştir.  Aslında şehirden usandığı, bıraktığı, onunla didişmediği için üzgündür. Ama yapamamaktadır. Nedense "hayat mücadelesi" dedikleri kaypak şeye onda mâni olan bir şey vardır. Bir iş yapmaya kalksa, yapamazsın bu işi, edemezsin bu haltı demektedirler.  Neden olarak alışamayacağını söylemektedirler. Kendilerinin nasıl alıştığını sormaya kalktığında ise bu yaştan sonra alışamayacağını  ilave etmektedirler. Şehir insan kaynamaktadır. Acaba bütün bu insanlar akşama kadar hangi müsbet işleri yaparak, hangi müsbet neticeleri alarak evlerine dönmektedirler? Bir ara sokakta cüzdanını çıkaran bir adam görmüştür. Elli liralıklar, beş yüzlükler. Nasıl kazanılır, nasıl cüzdana bu kadar para yığılır?  Misal dün  kahramanımız birine götürüp bir yazı vermiştir. Adam cüzdanını çıkarmıştır. Bir iki tane beş yüzlük, ellilikler, onluklar, beşlikler... Çıkarıp yazı karşılığında bir beş lira vermiştir. Sanki dünyaları bağışlamıştır da kahramanımız teşekkür üstüne teşekkür etmiştir. Hayretler içindedir. Utanmıştır hatta. Para elini yakmış olmasına rağmen öte yandan içinde korkunç bir sevinç vardır.  Göğsü kabarır. Yürür. Simit yer. Meyve suyu içer. Baframaden alır. Tünele biner. Tramvaya atlar. Gazete alır. Daha neler, neler... Son kalan parasıyla yarım ekmek alır. Deniz kenarında martılara atar.  Ekmeğini martılarla paylaşmayı, açlıktan ölse de insanlara vermemesi gerektiğini kendisine empoze eder. Çünkü verirse adam olmaz.  İnsanoğlu hak etmelidir hak! Yoksa şehirde yaşamamalı, köylere gitmeli, merhametlere sığınmalıdır... Şehirlide vicdan ve merhamet kalmış mıdır sence?


Bir keresinde bir kadının hamalın birini yakalamış polise götürdüğünü görmüştür. Bizimki de merak edip arkalarından gitmiştir. Mesele şudur: Hamal kadının iple sıkı sıkı bağlı sepetini taşımıştır. Kadın hamalın sepetin ipini çaldığını söylemektedir. Hamalın elinde ise siyah, yağlı, bitkin bir ip vardır. Çok zayıf zavallı bir adamdır hamal. Elindeki ipi kadına gösterdiklerinde, kadın "hayır" der, "benimki yepyeni idi."  Hamal yemin billah etmekte, kadının ipini almadığını, kendi ipinin kendisine ekmek parası getirmek için yettiğini söylemektedir. Kadın bırakmamak konusunda ısrarcı olunca,  almayacağını ümit ederek, hamal elindeki ipi kadına uzatır. "Bunu al" der.  Vee... Kadın ipi alır ve gider.  Hamal sararır, ne yapacağını bilemez halde, ümitsiz, sanki elinden malı mülkü, apartmanı, nebileyim karısı, altınları alınmış bir zengin gibi üzülür. İşte o anda kahramanımızın içini şehirden bir nefret, bir korku, bilinmez bir panik sarar. Şehri bırakıp gitmelidir. Nereye olursa olsun... Dağlarda yatmalı, su başarında garipler gibi su içmeli... Ama bir şehirli görünce yol değiştirip koşa koşa kaçmalıdır. Bizim kahramanımızın ipi yoktur. Sadece beceriksizliği, talihsizliği, şaşkınlığı, insanlara, eşyalara, işlere, hadiselere hayreti vardır. Hamalın vaziyetine düşmeden şehirden uzaklaşmalıdır. Tepeye doğru yürüme başlar. Sonra yolun ortasında durur. Bacaları, saat kuleleri, minareleri, çan kuleleri, pencereleri görür. Ters yüzüne döner. Evine gider. Mutfaktan güzel kokular gelmektedir. Yemeğini iştahla değil, evden çıkmaya acelesinden hızlı hızlı yediğini gören anası: "İşinden dönmüş gibi acıkmışsın," der. Öykü şu cümleyle biter: "Dudağının kenarında bıçak yarası gibi bir çizgiyle güldü." 
 

İşte Sait Faik'in bu öyküsünü okuyunca, aklıma Bir Garip Orhan Veli şiirleri geldi. Bak şimdi... Bir şiirinin sonunda Orhan Veli şöyle der: "Ama hepiniz, hepiniz... Hepiniz geçim derdinde. Bir ben miyim keyif ehli, içinizde? Bakmayın, gün olur ben de, bir şiir söylerim belki sizlere dair; elime üç beş kuruş geçer; karnım doyar benim de." Sait Faik ve Orhan Veli şehirde olup bitenleri anlatırlar bize. Ve ne olursa olsun şehirden vazgeçemezler gene. Sait Faik ve Orhan Veli Sait Faik'in bu öyküsünde dediği gibi,  dünyaya hayretle bakmaya doğmuşlardır. Hiçbir şeyi anlamadan şaşırmaya doğmuşlardır. Başlarını alıp yollarda dolaşmaya, insanlar neler yapıyorlar diye görmeye gelmişlerdir. Bir köprüde durup suyun rengine bakmaya gelmiştir dünyaya. Sonra gördüklerini bizlere anlatmak için gelmişlerdir tabii. Yazdıkarı öyküler ve şiirlerle vicdanımızı dürtmeye, merhamet duygularımızı kışkırtmaya ve ne olursa olsun insanı sevmekten vazgeçmeme duygusu vermek için gelmişlerdir dünyaya bana göre... Şimdi kapatacağım gözlerimi... İstanbul'u dinleyeceğim gözlerim kapalı... Aynı Orhan Veli gibi... İstanbul'da mıyım peki? Yooo... Değilim. Hayal ediyorum... Heyyy! Önce hafiften bir rüzgâr esiyor. Kuşlar geçiyor derken. Yükseklerden, sürü sürü, çığlık çığlık... Bir kadının suya değiyor ayakları.. Aaa! İnanmıyorum. Ayaklarım ıpıslak. Dudaklarımda bir ıslık...  Kalbimin vuruşundan anlıyorum. İstanbul'u dinliyorum gözlerim kapalı.

8 yorum:

  1. Orhan Veli'yi çok severim ve bütün şiirlerini de...
    Sait Faik'in bu öyküsünü bilmiyordum ,çok etkilendim ,çok düşündürücü,güzel bir paylaşım olmuş.
    Harika bir post ,duygu dolu.
    Teşekkürler

    YanıtlaSil
  2. Selam Vildan,

    İstanbul üstüne pek çok şairin mısraları var da, ben de ve pek çoklarında Orhan Veli'nin yeri ve akılda kalıcılığı başkadır; "serin serin Kapalıçarşı; cıvıl cıvıl Mahmutpaşa" " İstanbul'da Boğaziçinde bir fakir Orhan Veli'yim" "İstanbul'un orta yeri sinama" hemen aklıma gelenler, bir şey var onda, havayla ilgili, havasıyla ilgili, çekmekte sevenlerini...

    YanıtlaSil
  3. Sait Faik benim gençlik yıllarımın favorisiydi. Onun o mütevazi, zeka dolu, dersler veren hikayelerine bayılırım. Çok büyük insan. Orhan Veli de çok farklı. Çok büyük şair. Böyle yüce ruhlu insanlar yok mu artık, yoksa biz mi bilmiyoruz.

    YanıtlaSil
  4. bende üzerime düşeni yapıyor
    ve bir kahve alıp öyle okuyorum yazılarını
    zevkle...

    YanıtlaSil
  5. Sevgili Baykuş Gözü, Sait Faik öykülerini okumanızı öneririm. Orhan Veli şiirlerini seven, garanti veririm Sait Faik öykülerini de çok sevecektir. İlginiz ve yorumunuz için çok teşekkür ederim.

    YanıtlaSil
  6. Selam Nessuno, Orhan Veli şiirlerini sevdiğinizi biliyorum. Hele böyle Orhan Veli'den hoş alıntılar yazmışsınız ya.. Ömrünüze bereket. Sağolun.

    YanıtlaSil
  7. Selam Defne, bazı insanları tanışık değilsinizdir ama bir zamanlar var olduklarını bilmek, şimdi zaman zaman öykülerini okumak insanın içini ısıtır ya hani.. Sait Faik benim içimi sıcacık kılanlardan biridir. Öyle böyle değil... Hastasıyımm:)

    YanıtlaSil
  8. Afiyet olsun Emrah, ne güzel:)

    YanıtlaSil