Eski   huyumdur. Çocukluğumdan beri  insanları seyretmeyi severim.  Bu huyum   sayesinde can sıkıntısı diye bir şey bilmem. Aynı bir sinema perdesine   bakar gibi mütemadiyen insanları seyredebilirim. Kim olduklarını, neler   düşündüklerini tahmin etmeye girişmek hoşuma gider. Özellikle sinemaya   gittiğimde oynadığım farzetme oyunum vardır. Film başlamadan önce,   sinemanın loşluğunda kendilerini oturdukları koltuğa rahatça bırakan   seyircileri belli etmeden seyrederim. İnsanların suretlerinde kitaplarda   okuyup hafızamın kuytu çekmecelerine kendiliğinden yerleşmiş irili   ufaklı roman kahramanlarının izlerini  sürerim. Bu benim için anlatılmaz   heyecan verici bir oyundur. İnsanların görüntülerinden çok iç   dünyalarını görmek, duygularına erişmek isterim. Sinemanın o efsunlu   loşluğunda etrafıma bakınırım. Bu insanların kim bilir ne sırları, ne   korkuları, ne huzursuzlukları vardır diye aklımdan geçiririm.  
En   son Filmekimi için İstanbul'a gittiğimde arabamı park etmiş, ansızın  bastıran sağanağın altında telaşla sinemaya doğru yürüyordum. Bir BMW,  yoldaki  suları üzerime sıçratarak ani bir frenle durdu. Otomobilden  önce bir adam indi. Öfkeyle baktım suratına. Beni farketmedi. Üst dudağı  bir bıçak kesiğini andırıyordu, dümdüzdü. Serçe parmağında altın bir  yüzük vardı, parmakları kıllıydı. Arabanın arka kapısını açtı. Bir kadın  indi.  Kadın  beklenmedik bir buyrukla adama "Bana bir kaç tane Samsun  bırakın." dedi. İşte o anda bu kadını Tomris Uyar'ın Yaz Şarabı adlı öyküsündeki Ece  olduğunu farzettim. Ece, öykücüsünün taktığı adla yaşamış ve bir öykü  kişisinden bekleneceği gibi, yazarın saptadığı çizginin dışına taşmamaya  özen göstermiştir diye hayal ettim. Yani sabahları kedisini  beslemiştir. Çiçeklerini sulamayı aksatmamıştır. Koltuğa kurulup gazete  okuyarak olan bitenlere akıl erdirmeye çalışmıştır. Gidilmesi gereken  konserleri, sergileri, şenlikleri kaçırmamıştır. Okuması gereken  kitapları okumuştur. Eve hep zamanında dönmüştür. Kızını bekletmemiştir.  Hiç kimseye şımarmamıştır. İlişkilerde buyruğu alma görevini hep kendi  üstlenmiştir.Aşkı cinselliğin vazgeçilmez koşulu saymıştır. Yaşamı  süresince bağlandığı, bağlanması istenilen bütün değerlere uymaya  çalışmıştır. İyi yetiştirilmiş, görgülü bir kadın olarak, yaşadığı  ihtiyar kentte uygun olmayacağını düşündüğü hiç bir caddeye ayak  basmamıştır. Yine de bir öykücünün uydurduğu bir öykü kişisinden öte  biri olamamıştır: düz, yavan, uslu bir öykü kişisi. Yağmur hiç  dinmeyecek gibiydi.  Ben durmuş bu hayalleri kurarken, epeyce ıslanmış  olmalıyım ki fena halde üşüdüğümü hissettim. Gene de kaldırımlara vuran yağmur  insanın içini coşturuyordu. Sokak ışıl ışıldı. Kadın şemsiyesini açtı.  Yürümeye başladı.  Arkasından yürüdüm. Şaşırdım.  Emek Sineması'nın   pasajına  girdi.  
Filmin  başlamak üzereydi.  Hemen sinemaya doğru koşturdum. Benim peşimden onun  da aynı sinema salonuna girdiğini farkettim. Sevindim.  Biletçi yerlerimizi gösterdi. Kadın iki koltuk öteme geçti.   Ceketini çıkardı. Koltuğuna yerleşti. Dünyanın en önemli işini  yapıyormuş gibi elinde tuttuğu karta  dikkatle  baktı. Merakım  iştahlandı. Kafamı uzattım.  Sosyal Sigortalar Durağı diye üç kelime  okuyabildim.  Tam o anda sinemanın  ışıkları karardı. Film başladı.  Ben "Ece" olduğunu farzettiğim kadını unuttum. Beyaz perdenin  o muazzam illüzyonuyla usulca filmin mecrasına  aktım.




 
 
Kadın sonra Samsun sigaralarını içti mi ? :)
YanıtlaSilgüzel bir alışkanlık.
YanıtlaSilGörmedim Nessuno. Sinemaya geç kalmıştım zaten. Film başlayınca "Ece" olduğunu farzettiğim kadını unuttum ve beyaz perdenin o muazzam illüzyonuyla filmin mecrasına aktım ya... Çıkışta hiç bakmadım ki kadına.
YanıtlaSilHımm. Sahi içti mi acaba:))
Selam Pusulasız Kaptan, evet, hoş bir alışkanlık oldu gerçekten:)
YanıtlaSilben de dün kütüphaneden tomris uyar'ın metal yorgunluğu kitabını almıştım :)
YanıtlaSilBuket, benim bugün elimdeydi biliyor musun, Metal Yorgunluğu:) Şimdi ise elimdeki kitabı Sesler, Yüzler, Sokaklar.. Ne hoş yazıyor. Seviyorum Tomris Uyar'ı.
YanıtlaSilAyrıca onun şairleri benim de şairlerim.
Edip Cansever, Cemal Süreya, Turgut Uyar..
Ne güzel:)