27 Şubat 2012 Pazartesi

Sinemada Oynadığım Farzetme Oyunum - 21 - Muhsine

 

Eski huyumdur. Çocukluğumdan beri  insanları seyretmeyi severim.  Bu huyum sayesinde can sıkıntısı diye bir şey bilmem. Aynı bir sinema perdesine bakar gibi mütemadiyen insanları seyredebilirim. Kim olduklarını, neler düşündüklerini tahmin etmeye girişmek hoşuma gider. Özellikle sinemaya gittiğimde oynadığım farzetme oyunum vardır. Film başlamadan önce, sinemanın loşluğunda kendilerini oturdukları koltuğa rahatça bırakan seyircileri belli etmeden seyrederim. İnsanların suretlerinde kitaplarda okuyup hafızamın kuytu çekmecelerine kendiliğinden yerleşmiş irili ufaklı roman kahramanlarının izlerini  sürerim. Bu benim için anlatılmaz heyecan verici bir oyundur. İnsanların görüntülerinden çok iç dünyalarını görmek, duygularına erişmek isterim. Sinemanın o efsunlu loşluğunda etrafıma bakınırım. Bu insanların kim bilir ne sırları, ne korkuları, ne huzursuzlukları vardır diye aklımdan geçiririm.  


O gün  !F Uluslararası Bağımsız Film Festival'i nedeniyle, sabah erkenden kalkıp İstanbul'a gitmiştim. Aynı gün içerisinde seyredeceğim üç filmden ilki için, Emek Sinema'sının emektar kapısından  hızla girdim. Emek Sineması'nın yıkılıp yerine alışveriş merkezi açılacağını duymuştum. Hüzünlüydüm. Küçüklüğümden beri, iyi ve kötü günümde beni hiç yalnız bırakmayan melankolime sarınıp koltuğuma oturdum. Film başlamak üzereydi. Geç kalan seyircilerin yer bulma telaşlarını izlerken onu gördüm. Genç bir kadındı. Sıranın başında endişeyle biletini kontrol ediyordu. Dikkatle baktım. Tuhaf görünüyordu. Kınalı saçlarını saldığı omuzuna, çimen yeşili tırtıl oyalı koyu şarap rengi yemeni dolamış, lacivert lahuri kumaştan geniş hırkasını sırtına geçirmişti. Zamane kadınlarına benzer bir yanı yoktu. Kaşlarının üstüne rastık şerbeti gezdirilmiş, gerdanında, yanakta, renksiz kalmış benleri ile kirpiksiz göz kapaklarını sürmeyle gölgelendirilmiş olduğunu görünce, iyice garipsedim. O anda bu genç kadının Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın Gulyabani adlı öyküsündeki Muhsine olduğunu farzettim. Annesi babası erken ölmüştü. Fukaralık ayıp değil ya, mal mülk olarak, kızlarına bir damla bırakmamışlardı. Genç yaşında komşuların eline kalınca, eşya düzmüşler, telleyip, duvaklayıp tanımadığı bir adamla evlendirmişlerdi. Kör olası pek sarhoş ve soysuz çıkmıştı. O arı, genç kadın çiçek, o burgu, genç kadın tahta. Tanrının günü haşlar, genç kadının canını yakardı. Yemeğin tuzu çok olmuş der, döver; mintanımı çarpık biçmişsin der, döverdi. Tamıtamına üç sene dayağını yemiş, kahrını çekmişti. Sonunda artık illallah canıma tak etti demiş, bohçasını bağladığı gibi evden kaçmıştı. Boşanmış, kurtulmuştu. İlahi adalet... Zalim adamın ettiği yanına kalmamıştı. Bir gün meyhane masalarında can vermişti. Genç kadın taze bir duldu artık. Rahat koyarlar mı? Elbette isteyenleri çok olmuştu. Ama kocadan yana canı yanmıştı ya, bir zaman kimselere varmak istememişti. Elde yok, avuçta yok.  Neyle geçinsin? Bir kibar konağında  hizmetçilik etmeye başlamıştı.  Haftasına kalmadan evin beyi, merdiven aralığında sıkıştırmaya kalkınca, adamın izbandut gibi kuvvetli kollarının arasından zor kurtulmuş, ertesi gün tası tarağı topladığı gibi kaçmıştı. Gene öyle iki eli böğründe, açıkta kalmıştı. Kadın olmak ne zor meseleydi!..  Hele genç bir dulsa... Hele bir de yoksullukta varsa... Hayat süründürüyordu böylelerini... Ama du bakalım... Gün doğmadan neler doğardı... Umut, kadının ve  fukaranın ekmeği... Küçüklüğünden beri onu tanıyan bir ana dostu, çalışabileceği uygun bir yer bulduğunu söylemiş, genç kadını Yedi Çobanlar Çiftliği diye bir yerdeki, yıkılmaya yüz tutmuş üç katlı bir köşke götürüp bırakmıştı. Tembihlenmişti. Her gördüğünü bilmeye uğraşmamalı, her işittiğini merak etmemeliydi. İşi kolaydı kolay olmasına ama bu köşkün perili olduğu kulağına gelince korkmaya başlamıştı. Bu duruma alışmalıydı. Ne demişlerdi? Bu dünyada perisiz, cinsiz bir yer olmazdı. İyi saatte olsunlar, onlar zarar etmeyene fenalık yapmazlardı. Baş kalfa bir bir anlatmıştı. Destur demeden pencereden aşağıya tükürülmemeli, mavi esvap giymemeli, uçkurunu Kıbleye karşı bağlamamalı, yatağını duvar kenarına yapmamalı, akşamları saç örgülerini çözmeli, gözlerini birbiri üzerine yedi defa kırpmamalı, onu korkuttukları vakit ayak başparmaklarının tırnaklarını birbiri üstüne sürtmeli, iki eliyle kulak memelerini tutmalı, bir demir bulursa üzerine basmalı, gerekirse "Emret ey cin! Hazırım," diye bağırmalıydı.


Genç kadın ayağıma basarak önümden geçti. Yanımdaki boş koltuğa, acımı farketmeden yerleşti.  Küçüklüğümden beri iyi ve kötü günümde, beni hiç yalnız bırakmayan, elbette sadece melankolim değildi.  Ya peki oyuncu ruhuma ne demeli? Genç kadın ayağıma basmış, özür bile dilememişti. Canımı fena yakmıştı. Hiç duraksamadım. Aklıma geleni hemen yaptım. İlkin sesime buğulu bir akort çektim. Sonra elimdeki patlamış mısır kutusunu, burnunun ucuna kadar uzatarak, "Alsana!" dedim. Sürmeyle gölgelendirilmiş gözlerini korkuyla kocaman açtı. Şaşkınlıkla bana baktı. Aldırmadım. Sol kaşımı kaldırdım. Ezberimdeki maniyi, fısır fısır kulağına söyledim. "Ben periyim sen insan... Muhabbetime inan... Kabul et, inat etme... Sonra olursun pişman."  Hemen iki eliyle kulak memelerini tuttu... Yüzüme "Destuuurrr!" diye üfledi. Tam o anda sinemanın  ışıkları karardı. Film başladı. Ben "Muhsine" olduğunu farzettiğim kadını unuttum. Beyaz perdenin  o muazzam illüzyonuyla usulca filmin mecrasına  aktım.


NOT:  Yazının çoğu cümlelerini  Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın  Gulyabani adlı öyküsünden alıntıladım. 

7 yorum:

  1. Günaydınn..sabah vakti pek güzel geldi bu hikaye bana. Günümü şenlendirdi. Gözlerimin mahmurluğunu, beynimin dumanını, sesimin pasını aldı. Hayal dünyam canlandı. Canım kahve isteyiverdi.
    Arkadaşım karşımda çılgın bediş olsa anlatsa.. bense saftirik mahmure olsam dinlesem.
    Heyy.. kardeşş!! hazırla fincanları..şekerini bol tut :))

    YanıtlaSil
  2. Selam Dilek, aaa... Beklerim kahveye:) Şekerli kahve yerine, sade kahve yapıp yanına çikolata katsam:))
    Özledim seni.

    YanıtlaSil
  3. bu yazı dizin blogdaki favorilerimden.sayende pek çok roman kahramanıyla tanıştım.daha önce tanıdıklarımı hatırladım.farzetme oyununa devam. :))

    YanıtlaSil
  4. Selam Kara Kitap, sağolasın:))

    YanıtlaSil
  5. Amelie'yi hatırladım ne güzel . Bu arada seni mimledim canım :)

    YanıtlaSil
  6. Senin farzetme oyunun benim BEN OLMALIYDIM bölümümü hatırlatıyor bana. Çok zevkle okuyorum. Devamını bekliyorum. Sevgiler.

    YanıtlaSil
  7. Selam Vuslat, teşekkür ederim. Devam etmeye gayret edeceğim:)

    YanıtlaSil