30 Temmuz 2013 Salı

Bizim Büyük Çaresizliğimiz Ve Oruç

Yalanım yok. İştahlı biriyim. Sadece yemeğe değil, şu fani dünyanın merak ettiğim her şeyine fena halde iştahlanabilirim. Hele kitaplar ve yemekler bir araya gelmişlerse... Veeee... Bir yemek kitabında değil, bir romanda, bir öyküde veya  bir şiirde yemekle ilgili cümleler geçiyorsa hele... Heyy! Deymeyin keyfime...  Sevinçten çıldırabilirim. O kitabı döne döne okuyabilirim. Bu akşam işten eve biraz erken döndüm. Yemek pişirecektim ama yemek pişirmeyi gene oyuna dönüştürdüm. Neden biliyor musun? Bugün bir arkadaşımla ofiste  konuşuyorduk. Bir ara söz döndü dolaştı  iftara ne pişirelim'e geldi. Arkadaşım dudağını sarkıttı. Kirpiklerini kırpıştırdı. Gözlerini devirdi... "Yemek pişirirken geçen zamanıma acıyorum." dedi. Nasıl üzüldüm anlatamam. Cemal Süreya'nın iki dizelik bir şiiri vardır ya hani... "Yemek için ne düşünürsünüz bilmem. Ama kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı." der. Bilirsin, şair sözünü her daim hakikat bellerim.  

Hakikaten kahvaltının  mutlulukla bir ilgisi olmalı. Sadece kahvaltının mı peki? Yoo... Tüm yemeklerin mutlulukla bir ilgisi olmalı. Arkadaşıma "Sen hiç Barış Bıçakçı kitabı okudun mu? diye sordum.  "Sorulur mu?" dedi. "Bizim Büyük Çaresizliğimiz'i bir solukta bitirdim yuttum."  "Ne iyi!... O halde Bizim Büyük Çaresizliğimiz'in  bir yemek kitabı ayarında olduğunu farketmişsindir." dedim. Yüzüme şaşkınlıkla baktı. "Yemek kitabı mı? Şaşırdın mı sen... O kitap hüzünlü aşk öyküsüdür." dedi.  Güldüm. "Bu akşam bize gelsene. Sana Barış Bıçakçı usulü yemek yapmayı göstereceğim." dedim. Kaşlarını devirdi. "Bu akşam seyredeceğim dizilerim var. Kaçıramam." dedi. Gelmedi. Televizyonda dizi seyrederken geçirdiği zamana değil, yemek pişirirken geçirdiği zamana üzüle üzüle evine gitti.


İşten dönüşte kapıdan girdiğim gibi ayakkabılarımı  evin girişindeki hole fırlattım. Sonra koşar adım kitapların yanına vardım.  Barış Bıçakçı'nın aklımdaki kitabını rafından kaptım. Bizim Büyük Çaresizliğimiz'de yemek geçen cümlelerin yanına kocaman bir Y harfi yazdığım için, gördüğüm tüm Y harfli paragrafları aceleyle taradım.  Buldum.  46. sayfa... İşte bu sayfada yazan "Barış Bıçakçı usulü fırında patates" yaptım. Şöyle:  

"Halka halka doğranmış patatesler ve soğanlar tepsiye, bir sıra patates bir sıra soğan olacak biçimde dizilir, üzerlerine tuz, kimyon, karabiber, kekik ve kırmızıbiber katılmış salçalı su dökülür, ince tereyağ dilimleri yerleştirilir ve fırına verilir. Pişirilince afiyetle yenilir." 

İşte bu tarifin tıpkısını yaptım. Tepsiyi fırından çıkardığımda, kitabın 100. sayfasında dediği gibi... Hımmm... Nasıl güzel bir koku kaplamıştı mutfağı anlatamam.  Hemen  beyaz porselen bir tabağa Barış Bıcakçı Usulü pişirdiğim yemekten  üç kaşık koydum. Tam o anda ezan okundu. Mutfaktaki masanın başındaki sandalyeye oturdum. Önce bir bardak suyu üç yudumda hüplettim. Sonra gözlerimi yumup inandığım Tanrı'ya şükrettim. Çatalımı tabağa iştahla daldırdım. Tam ağzıma atacaktım ki, hemencik duruverdim. Acele etmek yoook... Her lokmasından haz ala ala yemeğe niyetliyim. Düşünsene tüm gün bu anı beklemişim. Burnumun ucuna getirip, yemeği hevesle kokladım. Hımmm... Miss! Usulca ağzıma attım... Heyy! Nefis!.. Biliyoruz ki yaşam sonsuz değil. Ölümlüyüz hepimiz. Bir gün her şey sona erecek. Kitabın adı gibi bu durum bizim en büyük çaresizliğimiz elbet... İşte bu çaresizlik içinde filmler, kitaplar, inanarak tekrarladığımız ritüeller bir illüzyon geçirirler. Hayatı eşsiz kılmayı becerirler.  

Barış Bıçakçı'nın Bizim Büyük Çaresizliğimiz adlı romanından öğrenerek, severek pişirdiğim yemeği iftarda yedim ya... Bir kez daha anlamıştım... Hayatta bütün tatlar ekşi ya da acı değildi. Hayat tekrarlanan küçük keyiflerin bileşkesiydi.  "Yemek güzel olmuş mu?" sorusunun keyfiydi...  Yahut "Eline sağlık" demenin harikuladeliği... Oruçluyken "İftar vakti geldi mi?" demenin şahaneliği... Lezzetli bir yemek yemenin o tarifsiz hazzıydı belki... Hayatın rutuninde  farkına pek varamadığımız, masada geçirilen saatlerin o muhteşem güzelliğiydi sanki. 

Bizim tüm çaresizliklerimize rağmen, hayat ne acayip güzellikte  bir şeydi!..

24 yorum:

  1. Yemek yemenin aşırı haz verdiğini her daim söyler, büyük keyif alarak iştahlı iştahlı yerim ama sen bunu apayrı anlatmışsın. Ne de güzel anlatmışsın, ellerin dert görmesin :)

    YanıtlaSil
  2. Şimdi bu sahur vakti -ki sabah ezanı okunalı oldu biraz- "Hayat tekrarlanan küçük keyiflerin bileşkesiydi." cümlesini içtenlikle kabul ettim ve sayende Bizim Büyük Çaresizliğimiz'i hatırladım ya, artık rahatlıkla uykuya erebilirim... Kısa ve öz yazılarını hep seviyorum...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sevindim Cüneyt:) Hayatta ne çok şey tekrarlanıyor aslında değil mi?
      Güneşin her sabah doğması mesela... Her gece... Dağların ardına usulca kayması..
      Sadece bu bile ne acayip! Nasıl doğal görüyoruz oysa değil mi?
      Uykuya dalmak mesela Cüneyt. Ömrümüzün en tekrarı olan keyfi. Tıpış tıpış gidip uykuya dalmak. Her gün tekrarlamak bunu. Acayip bişi:)

      Yemek vakti diye oturup yemek yemek. Hergün yapmak bunu. Günayyyydınn, demek mesela.
      Biteviye... Düşünsene kimbilir kaç kere söylemişizdir. Binlerce kez:) Acayip!
      Uzatmayayım şimdi. Hayat sahiden hep tekrardan ibaret. Galiba mühim olan o tekrarları farketmek ve her defasını güzel eylemek:)

      Sil
  3. Hep özenmişimdir iştahlı insanlara =)

    YanıtlaSil
  4. Oruçluyken okudum bu yazıyı, ağzımın suyu akıyor desem yeridir. Bir de anlatan siz olunca, kat ve kat arttı.

    YanıtlaSil
  5. Ben Sonsuz yeni adım Ted oldu ama blogum aynen duruyor ok görüşmek üzere =)

    YanıtlaSil
  6. Burayı sanırım yeni keşfettim. :)

    YanıtlaSil
  7. Bu yazıyı çok sevdim :)

    YanıtlaSil
  8. Aay ben söylemeyi unuttum, aynı gün iftara bu yemeği yaptım. . Hepimiz zevkle yedik. Teşekkürler. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. hahha! sahi mi? kedili teyze ben sana da bloğuna da gelemedim ya!
      yuf olsun bana:(

      Sil
  9. Aa yok benim blog tek konulu ve yorumlara kapalı. Daha doğrusu isteyen yazsın ama yayınlamayacağım. Sadece ben okuyacağım dedim. :) yorumların beni etkilemesini istemiyorum bu sefer. :)
    Yine de meraklıları yorum doldurdu gerçi. Bende okudum. :)
    Senin ilgi alanın değil, konu kediler. Gerçi her yazı bir kediyi anlatıyor ve öykü şeklinde yazıyorum. Komedi ve acı soslu.
    Yani her biri bir hikaye. Hatta ilk önce yarımken yayınlayıp, sonra toparlıyorum.
    Bu konuda da bir amacım var. :)
    Gmail hesabı sürekli açık olduğu için anonim yorum yazmıyorum. Başka bir sebebi yok.
    Ama yemeği gerçekten zevkle yemiştik ve resmiye ananeye yorum yazarken bunu demeyi unutmuştum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. eyvallah kardeş:) sayende kedice öğrenicem.

      Sil
    2. :) ama carrefour yazısını kendim beğenmedim zaten. Değiştireceğm onu.


      Sen o zaman sadece şunu oku, bana kedice konuşmayı o öğretmişti.
      Yanlız cidden acıklı, söylemedi deme sonra.

      http://kediliteyze.blogspot.com/2013/08/ilk-kedim-maydanoz-hanm.html

      Sil
    3. hemen okuyacağım. miyawwww:)

      Sil