Akşam saatleriydi. Sinemadan çıkmıştım. Hava buz gibiydi. Sokağın köşesindeki kitapçıya daldım. Bir süre dalgın adım dolandım. Raflardan rastgele bir kitap çektim. İlk sayfasını araladım. Gözüme çarpan cümleyi okumaya
başladım: "İnsanlar,
birbirlerinden uzun mesafelerle ayrılmış yıldızlar gibi, kendi hususi
boşlukları içinde dönen, hepsi yalnız, hepsi mahrem ve başkalarına kapalı birer
dünyadır." Bu cümleyi nasıl sevdim anlatamam. Murathan Mungan'ın o şahane dizelerini hatırladım.
"Şimdi biz neyiz biliyor musun?Akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz.
Birbirine uzanamayan
Boşlukta iki yalnız yıldız gibi
Acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz."
Şiir yüreğimi titretti. Tanımadığım
kitabın sevdiğim bir şiiri hatırlatıp bünyemi silkelemesi hoşuma gitti. Dayanamadım. Bir kaç sayfa çevirdim. Durduğum sayfanın en alt paragrafına
heyecanla baktım. "Bu, günün en hoşuma giden saatiydi. Akşam şehre ve kalplere helmesini
döküyor, sokaktan geçenlerin gözlerine karanlıkların sürmesini çekiyor,
yüzlerini sanatın manalarıyla güzelleştiriyor, hareketlerini kahramanların
edalarıyla asaletleştiriyor, her şeyi romantik gölgelerle sararak
kıymetleştiriyordu." Ne hoş cümlelerdi. Gözleriminin
önünden bir merak bulutu geçti. O anda kitabın kapağına bakmayı akıl
ettim. Fahim Bey ve Biz... Yazarı Abdülhak Şinasi Hisar. Ah!.. Hatırlayıverdim. Dört
hüzünlü yazardan biri... Orhan Pamuk, İstanbul adlı kitabında anlatır.
"Hatıra
yazarı Abdülhak Şinasi Hisar, hakkında bir kitap yazdığı arkadaşı şair Yahya
Kemal, onun öğrencisi ve sonra yakını romancı Ahmet Hamdi Tanpınar ve
gazeteci-tarihçi Reşat Ekrem Koçu, bu dört hüzünlü yazar, bütün hayatları
boyunca yalnız yaşadılar, hiç evlenmediler ve yalnız öldüler.
"Koşar adım kasaya gittim. Fahim Bey ve Biz adlı kitap.. İşte... Artık benim...
Yahya Kemal dışındakiler ölürlerken eserlerini istedikleri gibi tamamlayamadıklarını, kitaplarının parçalar halinde yarıda kaldığını ya da istedikleri okuru bulamadıklarını da acıyla hissediyorlarmış ya hani... Yattıkları mekan nurla dolsun. Diğer üçünün zaten hastasıyım. Abdülhak Şinasi Hisar'ı hiç okumamıştım. Ne yapabilirim? Yolumuz yeni kesişti. Yeminle şimdi okuyacağım.
Aramızda kalsın. Az önce kitabı yüreğimin üstüne bastırıverdim. Edip Cansever "İnsanın duası bile kendine benzer," der. İnandığım Tanrı'ya kendimce bir dua gönderdim. "Tanrım, Abdülhak Şinasi Hisar üzülmesin e mi? İnanıyorum, istediği okur benim. "
..teşekkürler..
YanıtlaSilBen teşekkür ederim:)
SilSeverek okuduğum, Türk edebiyatının güzel örneklerinden biridir. Bitirince insan diğer kitaplarını da okumalıyım diyor.
YanıtlaSilBen de, diğer kitaplarını okumalıyım diyorum:)
SilBu kitap bir Makam'a atananların mutlaka okuması gereken, ders alınası bir kitap.
YanıtlaSilAbdülhak Şinasi Hisar'ın Fahim Bey ve Biz.... kitabındaki (1941 yılında yayımlanmış) Fahim Bey'in sessiz, suskun, sabırlı hallerini; Sabahattin Ali'nin Kürk Mantolu Madonna kitabında ki Raif efendiyle benzer buluyorum.
Sanırım birkaç yıl arayla yayınlanmış bu müthiş etkileyici iki eserin kahramanlarının karakterlerindeki benzerliği özellikle o yıllarda daha ağır hissedilen "entelektüel yalnızlık" olarak yorumlayabilir miyiz acaba?
Fahim Bey'i, Yusuf Atılgan'ın Aylak Adam'ındaki C ile benzettim. Bunalımlı, yanlız, baba mirasıyla geçinen tip ikisi de.
SilTürk Edebiyat'ında tanıdığım en değişik tiplerden ikisi... Psikolojik roman denebilir diye düşünüyorum.
İlla okunmalı bence. İyi ki denk gelmişim.
Ama neden bir Makam'a atananların okuması gerekir demişsin, bilemedim:)
Fahim beyin Londra sefaretine tayin edildiğinde, şehrin en büyük terzilerinden birine çok fazla sayıda ve modelde elbise ısmarlaması ve bu elbiselerin borcunu yıllarca ödeyememesi bana bulunduğu durumu abartma, kendini çok önemseme ve ayağını yorganına göre uzatmama hissini vermişti.Belki de ben abartmış olabilirim......
YanıtlaSilSevgilerimle.
Yoo, çok haklısın. Sen ilk yorumu yazdığında, ben henüz elbiseler bölümünü okumamıştım da, anlamamışım:)
Sil