Evdeydim. Tökezledim. Yüzüstü düştüm. "Kötü düştüm. Kötü düştüm.
Kötü düştüm." diyerek üç kez tekrarladım. Elimi alnımın sağ köşesine
koydum. Ceviz büyüklüğünde şişlik hissettim. Ayağa kalktım. Mutfağa yöneldim.
Buzdolabından buz çıkardım. Alnımda gezdirdim. Salona geçtim. Koltuğun ucuna
çöktüm. Gözüm sehpaya bıraktığım telefonumun ışığına takıldı. Sol elimin işaret
parmağıyla tuşuna bastım. İki kelimelik cümleyi gördüm: "Dilek
gitti."
Zihin tuhaf kutu! Sherlock'un 3. sezon 3. bölümdeki silahla vurulma sahnesi
aklıma geldi. Sherlock'u vuran kadın "Filmlerde izlediğin gibi değil,
değil mi Sherlock?" demişti. Vurulacağını asla tahmin
etmeyen Sherlock'un yaşadığı şoku atlatması ve hayatta kalması için neler
yapması gerektiğini anlattığı sahneleri hatırladım. Vurulmuştum. Kurşun
hiç beklemediğim yerden gelmişti. "Dilek gitti." Bu iki kelime
kurşun gibi yüreğime girmişti. Diz üstü çöktüm. Yüz üstü düştüm. "Kötü
düştüm. Kötü düştüm. Kötü düştüm." diye üç kez tekrarladım. Her
zaman aptaldım. Her zaman hayal kırıklığıydım. Arkadaşımın öleceğini hiç
düşünmemiştim. Tanımadığım bir acıydı. Yaramı iyileştirecek bir
şeyler olmalı... Kontrol... Kontrol... Kontrol... Acıdan korkmama gerek yok.
Acı... Kalp kırıklığı... Kayıp... Ölüm... Hepsi bizim içindir.
Yağmur yağıyor... Seller akıyor... Filmlerde izlediğim gibi değil, değil
mi? Zihnimdeki anılar dosyasından Dilek'li bölümün çekmecesini açtım. Anılar yüreğimdeki kurşunu çekiyor. Gülüyorum ben... Ağlıyorum
ben... Dilek gitti.
Film yerine kitabı aşılasalardı kendimize yarardık.
YanıtlaSil