25 Nisan 2011 Pazartesi

Bağlamanın Sesi Gizlenenleri Ortaya Çıkarır Mı Sahiden?


İtiraf etmeliyim ki geçen yıl merak sarıp türkülerin menzilinde dolandıkça yakın takibe almıştım Neşet Ertaş'ı... Hele bir ara Neşet Ertaş'ın "Gönül Dağı" şarkısını  sürekli arka arkaya dinlemeye başlayınca, Neşet Ertaş'ın babasıyla ilgili okuduğum  bir hikaye aklıma gelmişti. Hikaye 20. yüzyılın başlarında geçiyor. Ve biliyoruz ki "Dünyalılar hiçbir yüzyılda 20.yüzyılda çektiği kadar acı çekmedi. "  20. yüzyılın ilk yarısı tamamen savaşlarla geçmişti ya işte gene o savaş yıllarını hayalimizde canlandıracağız şimdi.  

Memleketimizdeyiz. Anadolu'dayız. Savaşın bin bir türlü hallerinden biri olan, savaştan kaçan, savaş cephelerinden dağların karanlıklarına gizlenen asker kaçaklarının durumunu hayal edeceğiz. Bu  kaçak askerlerin kendilerini aramaya çıkan askeri birliklere yakalanmamak için oldukları yerde sessizce beklediklerini düşünelim.  Neşet Ertaş’ın ailesi Kırşehir'liymiş. Bu bölgedeki dağlarda asker kaçakları olduğu duyulmuşsa, askeri birlikler dosdoğru Neşet Ertaş'ın babasının dayısı olan Bulduk Usta'ya giderlermiş. "Haydi bakalım, al bağlamanı gel bizimle," derlermiş. Dağda görünmez bir köşeye otuttururlarmış Bulduk Usta'yı. Otutturduktan sonra vurup bağlamanın  tellerine türkü söylemesini isterlermiş. Bulduk Usta'nın öyle olağanüstü, öyle yürek titreten bir sesi varmış ki, bağlamasını çalıp türkü söylemeye başladığında, dağ taş türkü olurmuş. Bu sesin güzelliğine kimse dayanamazmış. Bu sesin güzelliğine dayanamayan asker kaçakları adeta hipnotize olmuşcasına yerlerinden çıkar, gizlenmeyi unutur, birer birer Bulduk Usta'nın bulunduğu yere doğru yürümeye başlarlarmış. Eee... Yürümeye başlayınca da tek tek yakalanırlarmış.


Bulduk Usta, Neşet Ertaş'ın babasının dayısı. Neşet Ertaş memleketimizin en değerli bağlama ustası, türkü derleyicisi ve kendine has türkü söyleyen sanatçılarından biri. Ben  o günlerde, döne döne Neşet Ertaş'tan özellikle Gönül Dağı'nı dinliyordum. Gönül Dağı'nı döne döne dinledikçe, yüreğimi titretiyordu bağlamanın sesi. Bu durumda içimdeki kuytuda gizli kalmış, yıllardır saklanmış bağlama çalma hevesi yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlamıştı iyi mı? Eyvah!.. Evet, Eyvah, ne olacak benim sonum diye düşünmüştüm önce... Bu gönül gene bir şeyi  daha öğrenmeye heves ediyordu işte.  Sonra Kocaeli Belediyesi'nin bağlama kursu duyurusu, bu hevesimin ortaya çıktığı  günlere tam denk gelince... Haftada bir gün iki saat bağlama kursuna devam etmiştim.  



Bugün duydum ki İstanbul Teknik Üniversitesi  Türk Musikisi Devlet Konservatuarı değerli sanatçımız Neşet Ertaş'a fahri doktora ünvanı vermiş. Ne hoş bir sanatçının yaşarken milletinden değer görmesi... Çok sevindim.  Peki ben artık bağlama çalabiliyor muyum? Nerdee?  Zorlarsam kendimi bir türkü çalabilirim tabii. Gitarla da bir şarkı. O kadar. Bundan sonra aklımda kemençe var. Karadenizlilik var da serde...  Anlatabildim mi yani kemençe öğrenme istemem tamamen bu sebeple... Fakat... Ben sanatın her dalına  heves eden ama  hiçbir sanata kabiliyeti olmayan biriyim.  Olsun. Deniyorum kendimi. Elbet bir gün neye yeteneğim olduğunu öğreneceğim. Misal yarın fotoğrafçılık kursuna başlıyorum. Fotoğraf sanatının hastasıyım. Bazı fotoğraflara nasıl ilgiyle bakarım. Öyküler anlatır bazı fotoğraflar bana... Keşke ben de öykü anlatabilen fotoğraflar çekebilsem... Keşke... Neyse anlatırım zaten fotoğraf kursu maceralarımı...  Şu kursa bir gideyim de.

2 yorum:

  1. Bulduk ustanın öyküsü çok etkileyiciymiş. Aslında iyi bir roman çıkar bence. Yaşar Kemal tadında mesela.

    Teşekkürler.

    YanıtlaSil
  2. Evet gerçekten çok etkileyici bir öykü. Ben sanırım Bulduk Usta'yı Hasan Ali Toptaş'ın bir kitabından okuyup öğrenmiştim.
    Ben teşekkür ederim Erol. Sağolun.

    YanıtlaSil