14 Nisan 2011 Perşembe

Bir Çiçeğin Kokusundan Taştığını Gördün Mü Hiç?

 
Sabahleyin erkenden uyandım. Üzerimde upuzun beyaz pazen gecelik. Usulca bahçeye çıktım. Canını yakmaktan çekine çekine çıplak ayaklarımla çimlere bastım ilkin. Şezlongu yanıma çektim. Oturdum. Kimse yok. Nasıl sütliman ortalık. Koskocaman sessizlik. Bir ben varım. Bir de de göz alabildiğine yeşillik. Elimde Hasan Ali Toptaş’ın kitabı. Ben Bir Gürgen Dalıyım adı. Açtım ilk sayfasını. Okumaya başladım.
 
 
Ege toprağında gencecik bir gürgen dalı anlatıyor. Beşparmak Dağları’nın ardında, küçük bir düzlükte yaşıyor. Sabahtan akşama dek tepesinde, kuşlar, biçimden biçime giren renk renk bulutlar uçuşuyor. Ayrıca her biri birbirinden yeşil, birbirinden iyi, birbirinden güzel komşularından söz ediyor. Sözgelimi bir kambur köknardan, orta yaşlı bir gürgenden, kıpkızıl çamlardan, bulanık ardıçlardan, ladinlerden ve kestanelerden, düzlüğün sonundaki hepsinden büyük olan ak sakallı bir meşeden bahsediyor. Meşenin dalları kuruduğu için kuşlar artık konmazmış ona da uça uça yoruldular mı birazcık dinlenmek için, cıvıltılarla gelip gürgenin dallarına konarlarmış. Birkaç dakika içinde tepeden tırnağa cıvıltı ağacına dönüşürmüş gürgen de sanki omuzlarından yere doğru şapır şapır, rengarenk şarkılar dökülürmüş.Derken dayanamayıp tabi, gürgen de şarkı söylemeye başlarmış dallarına konan bu irili ufaklı kuşlarla birlikte. Çevrelerindeki otlar, sağda solda gezinen böcekler, uzun kulaklı tavşanlar, tilkiler, kurtlar ve taşlar da şarkı söylerlermiş hatta. Kısacası ormandaki her şey kendi sesiyle, kendi rengiyle, kendi duruşuyla katılırmış bu şarkıya. 
 
 
Dahası uzaklardaki kayaların sessizliği bile, mor bir ahenkle, gitgide her yana yayılan bu şarkının içinde yüzmeye başlarmış. Böylece dünya tıpatıp bir şarkı olurmuş ve hiç kuşkusuz eskisine göre daha neşeli dönmeye başlarmış. Dünya böyle neşeli ve daha güzel döndükçe, sihirli bir değnekle dokunulmuşcasına, ormandaki her şey değişiyormuş sanki. Yeşiller daha yeşil kesiyor, havada kanat çırpan kuşlar görülmemiş bir hızla uçuyor, böcekler kıpırtılarından, çiçekler de kokularından taşmaya başlıyormuş.

 
Bir çiçek kokusundan nasıl taşar diyebiliriz belki. Taşmaz olur mu, taşıyormuş işte; görüp kokladığınız çiçeğin ötesinde düşsel bir çiçek daha gördünüz mü, taşıyormuş…-Ben bir defasında görmüştüm bir çiçeğin kokusundan taştığını. Bir şebboy çiçeğiydi. Arabamı kullanıyordum. Şebboy çiçeğini yan koltuğa koymuştum. Çiçek kokusundan taşmıştı da sarhoş etmişti beni. Koku dağılsın diye camı açmıştım bu defa. Esen rüzgardan koku çıldırıp çoğalmıştı adeta. Koku o kadar başımı döndürmüştü ki trafik polisi çevirse promilim tavan yapardı kesin. Kokusundan taşan çiçek öyle çarpmıştı beni yani. Yazara katılıyorum. Oluyor böyle şeyler. Eminim. -

 
Gürgen dalı anlatmaya devam ediyordu okuduğumda. Onlar hep birlikte aşka gelip şarkı söylerken, bir çiçek değil, milyonlarca çiçek görürler o düzlükte. Nazlı nazlı sallanan sümbüllerin, lalelerde yankılandığını, lalelerin de işlerini güçlerini bırakarak kaya kekiklerine, kaya kekiklerinin çiğdemlere, çiğdemlerin de sağda solda çınlayan börtü böcek sesleriyle birlikte, gelinciklere doğru aktığını görmeye başlıyorlarmış. O yüzden de hangi kokunun kimden yayıldığını bilemezlermiş bir an. Hatta hangi rengin nereden fışkırdığını ve kime ait olduklarını da bilemezlermiş. Nar kırmızı maviler, kar beyazı morlar, uçuk sarılar, sürgün yeşiller ortada cirit atıp durularmış da onlara öylece bakakalırlarmış. Bir yandan da sarhoş olurlarmış uçuşan bu kokulardan, renklerden sarhoş olur ve bir an için kendilerinden geçerlermiş. (Bu yazı yazarın kitabındaki cümleler kullanılarak yazılmıştır.)
 
 
Peki, hep böyle neşeliler miydi acaba? Değillermiş.. Hayatta, sevinç kadar acı da vardı tabii.. Ama ben okumamı burada kestim. Kitabın kapağını kapadım. Toplayıp göğsüme ayaklarımı, kollarımla sarılıp kucakladım. Kitabın etkisiyle, şöyle bir karşıya baktım. Yeşillik... Göz alabildiğine... Yeşile sevdalanmam olabilir mi bu manzara sebebiyle? Bu sonbahar sabahında, gözümün alamadığı kadar uzaktaki bir göçmen kuşun hayalinin peşine düştüm. Hülyaya daldım. Önümdeki çınar ağacından bir yaprak düştü yere. Düşen yaprak acıtmış mıdır acaba ağacın canını? Bu duyduğum yaprağın ağaca vedası mı? Bilmem! 09.09.2010

2 yorum:

  1. "Nar kırmızı maviler, kar beyazı morlar, uçuk sarılar, sürgün yeşiller ortada cirit atıp dururlarmış da onlara öylece bakakalırlarmış. Bir yandan da sarhoş olurlarmış uçuşan bu kokulardan, renklerden sarhoş olur"
    "EWWET !bir an için KELEBEK olup uçası geliyor insanın bu güzel anlatımın kokularıyla,renkleriyle buluşmak için..

    YanıtlaSil
  2. Of! Hasan Ali Toptaş kitapları nasıl şiirsel bir dünyaya sokar insanı. Allahım! Nasıl severim onun kitaplarını okumayı... Onu okumamak var ya eksikliktir, kayıptır... Haydi bir şey daha ekleyeyim... Ayıptır:))İlla okunmalıdır.

    YanıtlaSil