22 Temmuz 2012 Pazar

Yeşil Ördek Gibi Daldım Göllere...


Amerikalı yönetmen Jim Jarmusch'un, müziğini ve seyrini sevdiğim, vahşi batı masalı tadındaki siyah beyaz filmi Ölü Adam'ın bir sahnesinde, baş beyaz derili kahramanla (johnny deep), esas kızılderili  kahraman (gary farmer) arasında şöyle muhabbet geçer:


William Blake: Senin adın nedir?
Hiçkimse      : Benim adım hiçkimse.
William Blake: Pardon?
Hiçkimse     : Adım Exaybachay. Çok şey konuşup hiçbir şey anlatmayan adam demek.

Şimdi durup dururken,  bu film repliği acaba neden aklıma geldi? Temmuz ayının ortasındayız. Elbette tam gaz yaz faslındayız. Hıımm... Hava fena halde sıcak mı sıcak. Şeeyy... Ben... Ne yalan söyleyeyim, keşke yaz uykusuna yatsam, sonbahar gelir gelmez kalsam, diyen bir bünyeye sahibim. Efendime söyleyeyim... Bi de efkarlı günlerime geldi çattı Ramazan... Üzerine afiyet akşam ezanına kadar da yememeye içmemeye,  kalp kırmamaya bile isteye niyetliyim. Hımm... Bari Hayal Kahvem'de şööylee soğuğu çağrıştıracak, efil efil esintiyle okuyanın yüreğini havalandıracak bir yazı yazsam diye hayal etmiştim. Keşke etmeseymişim!.. Olacakları nerden bileyim? Bak şimdi... Yazıma başlamadan önce Hayal Kahvem'deki eski yazılarıma  göz gezdiriyordum, tamam mı? Tuhaf bir ses işittim. O ne? Ah, içimdeki ben, kıkır kıkır  gülmüyor muydu bana gene? Pes yani!.. Üstelik gülmekle kalmadı, gerim gerim gerildi. Nasıl anlatsam halini?.. Tek tek basaraktan... Bade süzerekten....  Bana...  "Sen var ya, çok şey yazıp hiçbir şey anlatmayan bir kadınsın!" dedi. Kalakaldım. Donakaldım. Şaşakaldım inanki... Of, canım nasıl acıdı anlatamam.  Dipten giden incecik bir sızı hissettim.  Bu nasıl bir his biliyor musun? Tek kelimeyle... Feci!.. Feci!..  İnsan  sahiden böyle acıtabilir mi kendi kendini? Bu durumda suratımı ekşitip oturdum. Ne kadar vakit geçti bu muhabbetin üzerinden bilmiyorum. Epeyce çaba harcayarak, sonunda, dudak kenarlarımı yukarıya doğru kıvırmayı başardığımı sanıyorum. Düşündüm... Çok şey yazıp hiçbir şey anlatmayan bir kadındım öyle mi? Nereden sarmıştı bu endişeli vaziyet acaba şimdi beni? Son zamanlarda şımarmıştım da, kendi ruhuma dayak atma vaktim gelmişti belki. Bilmiyorum.  O anda tam bir mahur şarkı söyleyip müjganla gene gizli gizli ağlamaya hazırlanıyordum ki, durgun bir gölün ortasındaki iskede otururken bulmadım mı kendimi?  Hafıza ne tuhaf kutu! Yıllardır dinlemediğim bir türküyü gizlediği yerden çıkardı. Tozlarını salladı silkeledi.  Kulak dibime kadar getirdi...  Ah, dedim... Yeşil ördek gibi dalsam göllere... Nasıl serinlerdim öyle değil mi?  Bu sözlerimi duyan içimdeki ben bana gülmeye başlayordu ki gene... Diklendim.  "Ne var? Biz burada devrim mi yapıyoruz sinyorita? Yazarak eğleniyoruz işte kendi çapımızda." dedim kendime... "Tamam!.. Var mı? Çok şey yazıp hiçbir şey anlatmayan bir kadın olduğumu kabul ediyorum."dedim. Bi rahatladım ki sorma gitsin... Oh ya!.. Hayal Kahvem'e yazı yazarken kendi kendime hesap vermeyeyim bari!... Sonra özlediğim türküyü tüm merakımla  dinledim. Sana bir şey söyleyeyim mi, türküyü dinleyince...  İnanmayacaksın ama serinledim. 

Heey!.. Sen de çok şey yazıp hiçbir şey anlatmadığımı düşünüyorsun öyle değil mi? Aşkolsun! Heey!.. Du bi... Şu güzelim türküyü dinlemeden gitme bari:)
 

 

4 yorum:

  1. Ara sıra şımarmak iyidir şekerim, koyver gitsin. Ki ayrıca kesinlikle inanmıyorum çok yazıp bir şey anlatmayan biri olduğuna. Serin ve svgiyle kal.

    YanıtlaSil
  2. Selam Özgür, ben kendimle fena halde kapışıyorum bazen. Olur bende böyle haller yani:)

    Serin ve sevgiyle kal demişsiniz ya, ne güzel söylemişsiniz:) Teşekkür ederim.

    YanıtlaSil
  3. sen mi hiç bir şey anlatmıyorsun??? izleyici sayına tekrar bir bak istersen.bunca insan muhabbetine takılıp geliyor. sen eğlenceli, bilgili ve hikayeci birisin. çok da verimli bir anlatıcısın. yazıların okurken akıp gidiyor.

    YanıtlaSil
  4. Kara Kitap, çok naziksin:) Teşekkür ederim.

    YanıtlaSil