14 Şubat 2013 Perşembe

Gök Kuşağının Renkleri Gibi Hayat.




Arkadaşımın yeğenidir Fatih. Uzun zamandır İngilizce dersi almak istiyordu. Bir şirkette vardiyeli çalışıyor. Baktım, ne iş saatlerine ne de kafasına göre  İngilizce kursu bulamıyor. Üzülüyor. Aklıma bir fikir geldi. "Yarın Fethiye Caddesinin köşesinde saat 12'de buluşalım mı? Şahane bir kursa götüreceğim seni." dedim. Ötesini berisini sormadı. "Tamam!" dedi. Bugün buluştuk. Altınokta Körler Derneği'ne gittik. Mahmut Dağ derneğin çılgın öğretmeni. Mahmut, Boğaziçi Üniversitesi Psikoloji bölümündeki eğitimini kendince haklı sebeplerden yarıda bırakmış. Doğma büyüme hiç görmüyor. Eğitimi bırakmasının körlüğüyle ilgisi olduğu akla gelmesin sakın... Tamamen keyfi sebebi. Dernekte görme engellilerin ihtiyaçlarına göre, beyaz baston, bilgisayar, kişisel gelişim, İngilizce gibi dersler veriyor. Bu kez Fatih'i tanıştırdım. Arkadaşımın yeğeni ya...  "Eti senin kemiği benim." dedim. Güldüler. Bir süre hasbihal ettiler. Anlaştılar. Fatih'in iş saatlerine göre ders saatlerini ayarladılar. Haftaya derse başlıyorlar! Şahane. Mahmut Hoca'yla muhabbet etmeyi seviyorum. Edebiyattan felsefeye, sinemadan psikolojiye dolu dolu konuşuyoruz. Bence tanınmayan dehalardan o. Müthiş biri... Ben aklıma gelen her şeyi soruyorum. Patavatsızlıklarıma hiç aldırmıyor. Bugün konuşurken  bir ara "Renkleri nasıl anlatırsın? Hiç kırmızıyı, maviyi, yeşili görmeyen, bilmeyen biri için o renkler neyi çağrıştırarak hayalinde yerini bulur?" diye sordum. Gülümsedi. "Dur bir yazı yazmıştım gökkuşağıyla ilgili, akşama göndereyim." dedi. Yazısı az önce geldi. O kadar güzel anlatmış ki, izin aldım, işte aşağıya kopyaladım.  Doğma büyüme hiç renkleri görmeyen biri, nasıl bu kadar  güzel ve anlamlı renkleri ve  hayatı bir araya getirir. Mucize gibi!


Hayat. Bir sözcüğün üst üste defalarca söylenmesi sonunda kazanacağı anlamsızlık gibi garip, ve en az o sözcük kadar değerli. Gök kuşağının renkleri gibi hayat. İç içe geçmiş ama ayrı. İç içe geçmiş yedi renk. Ve asla belli değildir hangi renk nerde biter ve diğeri nerede başlar. Gökyüzünün paletidir o. Tüm ana kırılma renklerini saklar içinde. Tüm renkleri gök kuşağının yalnız yürür gök yüzünün ıslak yollarında. Ancak hep bir ağızdan söylerler en güzel şarkısını gökyüzünün. Ayrı ayrı paletlerin ayrı ayrı renkleridir. Ancak bir olurlar tek bir tablonun eskizinde. Tek bir şey söyler, tek bir şey gösterir ve tek bir şeyi anlatırlar yer yüzünden gözünü yukarı çevirip o renkleri görene. Ve hayattır anlattıkları. Yalnızca hayat. Yer yüzündeki hayatın mas mavi gökyüzüne yansımış halidir gök kuşağı. Hayat kadar basittir, ve karmaşıktır en az hayat kadar. Hayat kadar kolaydır anlaması, ve en az hayat kadar bir birine sarılmış sözcüklerle örülüdür, anlaşılmazdır.

Kırmızıdır, turuncudur, sarıdır, yeşildir, mavidir, lacivertdir ve mordur. Hem hepsidir, hem de hiç biridir. Tüm renkler birbirine tutsaktır, ve özgürdür tüm renkleri gök kuşağının. Biri eksilse içinden, yok olur gök kuşağı. Ve gökkuşağının varlığının temelinde kalbi kırılan ışık vardır. Yedi parçaya bölünür kalbi ışığın. Her parçası ayrı bir renk. kırmızı, turuncu, sarı, yeşil, mavi, lacivert, mor. Peki neden ilk başta kırmızı vardır ıslak paletinin gökyüzünün? Kırıktır kalbi ışığın. Kırık ve paramparça. Belki çektiği acıya yaktığı ağıdın kanlı gözyaşıdır. Belki ıslak gökyüzüne duyduğu öfkenin alevinin kırmızısıdır. Belki de ikisi birden... Bilinmez. 

 
İnsan yokken yine vardı renkler. Aynı görünüyordu ve aynı biçimde anlatıyordu hayatı. Ancak yoktu adları. Sadece ıslak gökyüzünde, gökyüzünün göz yaşlarının hemen öncesinde ya da hemen sonrasında orrtaya çıkan ışığın kırgın gülümsemesiydi yalnızca. Sonra bir tür geldi. Gücünü güçsüzlüğünün ona buldurduğu aklından alan bir tür... adı insandı o türün. Gücü güçsüzlüğündendi. Birer birer farklı adlar verdi kırık kalbinin parçalarına ışığın kalbinin. Birine kırmızı dedi. Gördüğü ilk renkti o. Aklının uydurduğu ilk efsanedeki ilk katilin masum kardeşini bir taşla öldürdüğünde gördüğü koyu kıvamlı ve bakır kokulu sıvıyla aynı görünüyordu göze. Kırmızı dedi ona. En uçuk düşlerinin rengiyle göze aynı görünüyordu. Ve gökten gelen dumansız ve kutsanmış göksel ateşin tutuşturduğu, alev alev yanan her şey kırmızı yanıyordu gözünde insanın. Utandığında ya da utandırdığında yüzler o renkte yansıyordu aynada, ve o renkte görünüyordu gözlere. Kırmızı dedi adına onun. Çünkü öfkeydi, azaptı, gazaptı, uçuk ve korkunçtu.

 
Hemen ardından gelen renklere turuncu dedi, sarı dedi, yeşil dedi. Çevresinde olup biten değişim süreçlerinin adıydı sanki o renkler. Yemyeşildi bereketin anası bahar. Yeni bir hayatı mücdeleyen tomurcuğun rengiydi yeşil. Tohum zarını ve toprağı parçalayuarak gökyüzüne baş kaldıran her bitki rüzgarla şarkı söylemeye hazırlanan yemyeşil yapraklarla kuşanırdı önce. Sonra yepyeni hayatları mücdeleyen bin bir çeşit çiçek açardı uçlarında dallarının. Ve her çiçek gebe toprağı dişlemeye hazır binlerce tohum zarlarına mahkum binlerce hayat damlacığına. Sonra sarı... hüznün rengiydi gözünde insanın. Ve sarıya sonbahar dedi insan. hayatın mücadelecisi yeşil yaprakların ölüme hazırlıydı sarı. Hüzündü, bitişti yepyeni başlangıçlara; ve ayrılıp saklanmasıydı tohum zarlarına tutsak hayat damlacıklarının toprağın bağrına. Tüm hayatların uykuya geçme hazırlığıydı. Sarı zarf içine kışın gelişini bildirdiği resmi yazıydı yazdan kaçan sonbahar.


Mavi, lacivert, mor... Neredeyse ortadaydı mavi. Hayatın kaynağı yeşilden hemen sonraydı. İşte bu yüzden umuttu, dosttu, sonsuzluktu mavi. Denizdi, gökyüzüydü, belki de gözünün rengiydi kavuşulması imkansız ve sadece düşlere tutsak bir sevgilinin. Hasretti mavi. Sonsuzluğa özlemdi. Ayağı yere tutsak insanın sadece gözüyle izlediği en üstte kalan her şeyin rengiydi. İşte bu yüzden hayatın rengi yeşilden hemen sonra geldi gökyüzünün rengi mavi. İşte bu yüzden insana sonsuz görünen denizin rengi maviydi insanın gözünde. Araçsız kontrol edemediği, ya da hiç kontrol edemediği her şeyi mavi gördü insan. şimşek, yıldırım, gökyüzü ve deniz. Moru en sona koydu insan aklında ve gök kuşağında. Çünkü sonun rengiydi mor. Gökten gelen hayat göğe çekildiğinde geride kalan ve yere tutsak kalıntı mora çalıyordu yavaş yavaş. Ve mora ölüm dedi insan, mordan korktu. 

 
İşte buydu gök kuşağı. Sonra bitkilerin ürettiği renkleri suya tutsak edip adına boya dediler. Ve verdiler elime hayatı çizeyim diye. Ben, sokakları yurt bilmiş aklı renklere tutsak umarsız serseri. Şimdi tuvalime suya tutsak renklerle seni çiziyorum. Seni nerede gördüm, nasıl tanıdım bilmiyorum. Ama parmaklarının bana pazarlıksız ve hiç bir şey beklemeyen, hiç bir şey istemeyen dokunuşunu sevdim önce. Sonra karşılıksız masmavi dostluğunu sevdim. O masmavi dostluğunu öyle çok sevdim ki, hayatımın tuvalinde mavi kalmadı. Tükendi yerin ve göğün bütün mavisi. Ama içime bıraktığın o mavi kapsül patlayıp büyüdükçe büyüyor, kapsülden yayılan sevgi içimde çığ gibi büyüyordu. Sonra dostluğun yetmeyeceğini bildim her nasılsa. Ve imdadıma yetişti kırmızı. İç içe geçti mavi ve kırmızı, ama karıştırmadım bir birine. Çünkü bir birine karışması mor demekti. Ve mor ölüm demekti, yok oluş demekti. Sonra yeşil gelip girdi araya,yeşilin bereketi sardı maviyi ve kırmızıyı. Önce dostluk büydüü, kocaman oldu. Tuvalimde taştı renkler. Resmin sığmadı tuvalime. Ve adını aşk koyup tüm tutkularımı paletime sürüp kıpkırmızı ve yepyeni bir tuval açtım. Şimdi hayatımızın resmini çiziyorum.

Bir birine karıştı en güzel renkler ve en güzel sesler. Renklerim söz verdiler katılmaya renklerine. Ve sesim söz verdi sesin olmaya. Şimdi neredesin, kimsin bilmiyorum. Ama paletimdeki renklerde ve kulağımdaki seslerde, evrenin her yerinde seni arıyorum. Düşümde gördüm seni, resmini çizdim. Şimdi elimde tablom seni arıyorum. Neredesin?"  Yazan - Mahmut Dağ




6 yorum:

  1. Mahmut Hoca'nın ellerine özellikle de yüreğine sağlık. Bende hep merak etmişimdir bu konuyu ama şimdi öğrendim. Bizler gördüğümüzü sanan insanlar, görmüyoruz aslında hiçbir şeyi, gören göz değil yürekmiş bunu bir kez daha anladım. Size de çok teşekkür ederim ki bu güzel yazıyı bizimle paylaştınız. Çok sağolun.

    YanıtlaSil
  2. Çok etkileyici.

    Etkilendim.

    Muhteşem.

    Böyle bir yazı beklemiyordum.

    Bence de Mahmut Dağ dahi. Dahi değilse bile çok yetenekli bir insan.

    Sevgiler.

    YanıtlaSil
  3. Vildan, Mahmut Hoca'yı ve Altınoktadaki dostlarımı tanıdığım için çok mutluyum. Görmeyi onlarla öğreniyorum. Sağolun:)

    YanıtlaSil
  4. Küçük Joe, bu yazı ne ki, konuşmalısınız,muhabbet etmelisiniz. Müthiş:)

    YanıtlaSil