17 Mart 2013 Pazar

O Belde? Durur Menâtık - ı Dûşîze-yi Tahayyülde;


Bu sabah erkenden uyandım. Kahvemi aceleyle hüpledim. Otobüse atladığım gibi... Hey... Ver elini İstanbul... Harem'de otobüsten indim. Hava nasıldı biliyor musun? Buz... Buz... Hiiç aldırmadım. Hemen arabalı vapura atladım. Boğaz'ın o harikulade güzelliğine  sanki ilk kez görüyormuş gibi hayretle bakakaldım. Yahya Kemal Beyatlı'nın o eşsiz dizelerini kendime uydurarak içimden tekrarladım. "Sana bugün arabalı vapurun buğulu camından baktım aziz İstanbul. Görmedim sevmediğim hiçbir yer. Ömrüm oldukça gönül tahtıma keyfinle kurul. Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer."  Sade bir semtini sevmek... diye fısıldadığım anda... Tam o anda... Bir İstanbul semti aklıma düştü. Boyacıköy!..  Ben Boyacıköy'ü, hiç gitmeden, hiç görmeden, sadece Murathan Mungan'ın Kırk Oda adlı kitabında yer alan bir öyküsü sebebiyle sevmiştim.  Senelerdir Boyacıköy'ü merak ederim.  Sadece hayal ederim.  Gitmeye cesaret edemem. Öyküde anlatıldığı gibi Boyacıköy bir hüznün mekanı mıdır? Dört mevsim sonbaharı yaşar mı? İnerken solda, boyaları dökülmüş, köhne görünüşlü  bir telefon kulübesi var mı? Arkasında puslu deniz durur mu? İntihar karası bir efkar duman duman gezinir mi denizin üzerinde? Kulübenin ardında,  lodosun eskittiği yüzünde bir bırakılmış duygusu taşıyan,  pencerelerine hep yağmur yağan, gençliğine doyamayan iki katlı yaşlı bir bina var mı? Ya alt katındaki işlemez dükkanlar... Üst katında ise dekorunu ve yemeklerini yıllardır hiç değiştirmemiş bir sahil lokantası var mıdır? Ya peki... İnerken sağda kapısı çıngıraklı o eczane halen duruyor mudur ki Boyacıköy'de? İçindeki ak saçlı, deniz kadar yaşlı, yuvarlak gözlüklü, ilaç kutularının ardından gülümseyen o adam yaşıyor mudur sence?  Ve eczanenin yanındaki, yalnızca tek koltuğu bulunan o berber dükkanı... Ve bir köşede, tıpkı öyküdeki gibi gözünü denizden ayırmadan bekleyen bir inzibat eri var mıdır? Ya deniz... Eğer Boyacıköy'e gitsem, deniz,  yol kesen bir Bizans eşkiyası gibi çıkıverir mi ki birdenbire önüme? Ya peki... O adama... Hani kirli beyaz, buruşuk pardösüsünün ceplerinde ellerini taşıyarak sokağın yokuşunu inen, o mutsuz, hüzünlü ve karamsar Genç Adam'a rastgeliverirsem bir de? Yüreğime kaç kere "Gideyim mi?" diye sordum. "Gitme!" dedi. "Bırak Boyacıköy hayalindeki gibi kalsın. Sakın gitme!" Dinledim yüreğimi. Gitmedim. İstanbul her daim gönül tahtıma keyfince kuruldu. Bir kez daha anlamıştım ki  hayal ettiğim bir semti sebebiyle bile İstanbul'u sevmek  bir ömre bedeldi.  Zaten bir şehri en çok edebiyatçılar sevdirmezler mi? 

Diyeceksin ki bu anlattıklarınla, yukarıdaki Ahmet Haşim fotoğrafının ilgisi ne? Yemin ederim, yazıya başlamadan önce, bugün gittiğim Yahya Kemal ve Ahmet Haşim adlı programda, Veysel Öztürk'ün  şahane anlatımından edindiklerimi, Ahmet Haşim'den başlayarak buraya aktarmak niyetindeydim. Ruhuna rahmet!... Üstelik, bir bilsen "Melâli anlamayan nesle aşina değiliz." diyen, Ahmet Haşim'i  ne çok severim. Gördün mü gene yapacağımı yaptım. Konuyu bambaşka mecralara uzattım. Az önce yazdıklarımı okudum. Önce silmek istedim. Sonraa... Birden çenelerim gerildi. Uzun uzun esnedim.  Zaten yol yorgunuyum. Bu rahat esneyiş, bana, şu yağmurlu ilkbahar gecesinde, bir saadet dakikasının namütenahiliği içinde yüzdüğümün haberini verdi. Ve esnemek, sahiden mustarip bir ruh düğümü olan bütün mütekallis vaziyetlerin çözülüp açılması değildir de nedir?  Ruh tahlillerinde eşsiz olan bir feylesofun dediği gibi dikkat, iztizar, teyakkuz vaziyetinde yay gibi gerilmiş duran biri esneyemez. Esnemek, harp ve müdafaa vaziyetini terk etmiş, tam bir emniyet içinde olduğunu hisseden vücudun mesut teslimiyetidir. 

Biliyorum. Şimdi diyeceksin ki, "Senin basit lakırtılarına benzemeyen bu enfes kelimeleri nereden buldun?" Haklısın. İyi ama...  Ahmet Haşim'le ilgili bir dinletiden sonra, yazıma lezzet vermeye çalışmaktan başka ne yapabilirdim? Denedim. Beceremeyince, Ahmet Haşim'in esnemek üzerine yazdığı yazıdan bu cümleleri aşırdım. Sonra ne yaptım biliyor musun? Aynı Ahmet Haşim'in anlattığı gibi, kendimi yeşil yaprakların gölgesinde hayal ettim. Esnemelerin bütün şekillerini birer birer hatırımdan geçirirdim. Düşünsene...  Uyu seyyalesinin istilası altında kalan, yemeğini bitirmiş, mahmur gözlü çocuğun esneyişi... Bir yaz bahçesinin yaprak gürültüleri ortasında, hamağında uzanan ve etrafındaki nebatî hayata karışmak üzere olan taze kadının esneyişi... Kış gecelerinde, lâmbanın ışığını yuvarlak gözlerinde iki altın damlası hâlinde aksettiren mütehayyil kedinin esneyişi... Bütün mesut esneyişlerin hayalimde geçişini seyrederek, tekrar tekrar esnedim ve bu tevakkuf ve teslimiyet dakikamın saadetini, olgun bir yaz meyvesi gibi tattım.  

Netice i kelam... Bu kadar esnedikten sonraaa...  İnan çok yorgunum.  Anlatamayacağım. Uykum geldi. Anne sözü dinler gibi masum yatacağım, uyku alemine hoop diye dalacağım.



- Not Gibi - 
Başlık Ahmet  Haşim'in O Belde adlı şiirinin bir dizesidir.
 Mehmet Fuat'ın dil içi çevirsiyle - O Belde? Durur el değmemiş hayal bölgelerinde.

          Ahmet Haşim'in Esnemek başlıklı yazısı işte BURADA



6 yorum:

  1. Esnemek, harp ve müdafaa vaziyetini terk etmiş, tam bir emniyet içinde olduğunu hisseden vücudun mesut teslimiyetidir !!! bir esnemenin bu kadar filozofikbir yonu oldugunu hiç dusunmemistim ,once sizden oldugnu dusundum woaw! dedim bravo kiza!! Ahmet Hasim'den oldugunu sonradan anladim :))Paylasim çok keyfiyldi yinede :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. :))Nasıl öyle güzel cümleler kurabilirim? Mümkün mü :)
      Şairliğini sevdiğim Ahmet Haşim'in düz yazılarını da çok sevdim.
      Esnemeyi ne hoş anlatmış:)

      Sil
  2. Çok güzel bir yazı.keyifle okudum.

    YanıtlaSil
  3. Beğenmene sevindim Aylardan Şubat:) Teşekkür ederim.

    YanıtlaSil
  4. İstanbul'a her geldiğimde görmek istediğim ancak başka sokaklara daldığımdan fırsat bulamadığım yer boyacıköy birgün giderseniz paylaşın lütfen...

    YanıtlaSil
  5. Tamam Petek, gidersem elbette anlatırım.
    Fakat gitmeye korkuyorum:)

    YanıtlaSil