imagine etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
imagine etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Kasım 2017 Pazar

Hayal Edebildiğim Kadar Varım


Bilmiyorum 1906 doğumlu  Fredric Brown'ın  öykülerine hiç denk gelmiş miydiniz? Sevdiğim minik öykülerin yazarı Mr. Brown,  şimdi sözünü edeceğim öyküsünde okuruna "hayal et" diye seslenir.

İngilizce'den tam tercüme yapmış olmasa da, Vincent'in öykü hakkındaki yorumu şöyledir:  "Ey insan, muhayyileni uzay gemileri, canavarlar, cadılar, cinler, ölüm perileri, tılsımlar, büyüler, deniz altına batmış şehirler  gibi fantastik dediğin şeyler hayal etmek için kullanmak kolay olanı. 
"Esas zor ve fantastik" olan bizzat kendi varlığının, bedeninin ve içinde yaşadığın gezegenin evrenin içindeki varoluşunu, doğasını hayal etmektir. Yani  aslında kendi varoluşun, bilincin ve evrenin gerçekleri çok daha şaşırtıcı ve hayal gücü gerektiren olgulardır."

Müthiş değil mi? 

Benim olduğum söylenen bir bedenin içindeyim. Görebildiğim, işitebildiğim, tadabildiğim, koku alabildiğim, dokunabildiğim velhasıl ancak duyu organlarımın işlevleri ve de düşünebildiğim, hissedebildiğim, sezebildiğim, elbette hayal edebildiğim kadar dış dünyayla bağlantı kurabilirim. 



Bu bedenle sekiz tane gezegeni bulunan, bulunduğu galakside durmadan turlar atan  bir güneş  sistemindeyim. Şu anda bedenimin içindeyken, bilim insanlarının söylediğine göre  dünya hem kendi etrafında hem güneş etrafında  saatte binlerce kilometre hızla yol alıyor. Çok acayip! Aslında bu hızlarla savruluyor olmalıyım, bu hareketleri hiç hissetmiyorum. Güneş benim gibi dünyalılar için elbette çok büyük. Lakin  bu güneşten  daha küçük ya da daha büyük yüz milyon tane güneşler ve  milyarlarca galaksiler olduğu söyleniyor.  

Binlerce kasırga aşkına! Heey!  Evrende beni duyan vaaaarr mııı?

Uçsuz bucaksız bir evrende, tam olarak anlamadığım şekiller çizerek sürekli hareket ettiği söylenen iğne ucu büyüklükte bir gezegende, sınırlı duyulara sahip beden denen bir kutunun içinde hapisteyim.




Yooooo:)

29 Ekim 2012 Pazartesi

Bir Hayalcinin Hayalini Dinleyesim Geldi.



"Hayal et,
İnsanların kardeşçe dünyayı paylaştığını...
Hayalperest olduğumu söyleyebilirsin
Tek ben değilim böyle düşünen
Umarım sen de katılırsın bize
Yaşanır  kılarız dünyayı birlikte."

"Hayal et" (Imagine), John Lennon










7 Temmuz 2012 Cumartesi

Hayal Et!


Elimde Murathan Mungan'ın ilaç niyetine okuduğum kitabı Meskalin 60 Draje. Tamam. Bu gece yüreğim Tasavvur adlı  drajesini uyumadan önce yutmak istiyor. Dinleyeceğim yüreğimi. Kitabın bu bölümünü şifa niyetine okuyup içeceğim. Murathan Mungan diyor ki: "Galiba en acısı, insanların artık "tasavvurlarını" yitirmiş olmaları. Gündeliğin baş döndürücü hızı, gelecek endişesi, yarın korkusu, şimdiki zaman mutsuzlukları arasında bütün bütüne yitirilen hayal kurma gücü, hepimizin elinden geleceği alıyor... Gelecek kimseye kalmıyor." Murathan Mungan'ın şiirlerinin tam manasıyla müptelasıyım. Deneme kitapları ise resmen ruhuma ilaç...  Kendisi farkında olmalı ki şu anda elimde tuttuğum kitabına Meskalin adını vermiş. Bu kitapla "gözümüzün önünde duran olgulara bakarken, gerçekliğin  değişik ve farklı boyutlarıyla yüzleşmeyi, yanlış öğrenmelerin kirlettiği algılarla gözümüzün bizden sakladıklarını yeniden tartışabilmeyi" amaçlamış.  Bana göre Murathan Mungan günümüz Türk Edebiyatının en güçlü şairlerinden, düşünürlerinden biri.  Biliyorum ki onun Türkçe'sinin lezzetini alan asla peşini bırakamıyor. Sonra ben bir Murathan Mungan ideolojisinin var olduğuna inanıyorum. Ve bu ideoloji bana çok yakın, çok tanıdık  geliyor. İşte şimdi Tasavvur ile ilgili yazısını okuyorum. Ve yazdıklarına yürekten katılıyorum. Günü yaşamaya, günü kurtarmaya, günü yakalamaya çalışmaya akortlanmış insanlar olarak  yanlızca zamanımızı değil, aklımızı ve hayallerimizi  de daralttığımıza inanıyorum. Gene bir başka şairi hatırlamanın vakti. Gülten Akın'ın o güzeller güzeli dizesi.. "Ah, kimselerin vakti yok, durup ince şeyleri anlamaya." Bu dizeyi sık sık yazmak istiyorum. Günümüzün dört bir koldan akan görüntü kirliliği, resmen bizlere görüntü hipnozu yaratıyor. Ve  artık uyuşmuş gözlerle hiçbir şey görmez, hissetmez oluyoruz. Yazar gibi bu durum  beni çok korkutuyor. Kimi zaman gördüğümüz şeyler asıl görmemiz gerekenleri kapatıyormuş gibi  his veriyor. Ve gözlerimizin önünde yenileşme diye gerçekleşenler, kişisel ve toplumsal  tarihimizi bir bir yok etmekle kalmıyor, hayallerimizi, ortak tasavvurlarımızı yok ediyor. "Tasavvurlarının arkasında hayatlarıyla duranların, durabilenlerin sözlerinin dolaşımında zenginleşebileceği bir çağa, hiçbir hayalin gerçeklikle sınanmadığı, "gerçekçi olmamakla" suçlanmadığı kolektif bir çağa hazırlandığımızı düşünüyorum. Hayatı, sanat gibi yaşamak isteyen büyük hayalcilerin korkusuz tasavvurları, rüya zenginlikleri, içinde bulunduğumuz  tıkanıklığı aşabilecek en büyük kaynak bence." diyor Murathan Mungan... Şimdi uyku vaktim. Ama önce illa ki  başka bir büyük hayalcinin hayalini dinlemeliyim. John Lennon söylüyor... İmagine... HAYAL ET!
 
 

30 Temmuz 2011 Cumartesi

Hayat Cevap Ver Bana! Yaşamın Anlamı Nedir?


Bak şimdi. Ölü Ozanlar Derneği'ndeki Profesör Keating'i bilir misin? İlk dersinde Carpe Diem'in ne demek olduğunu öğrencilerine anlatan öğretmendir hani... "Yaşadığın günü olağandışı yapmaya çalış! Anı yakala!" Tamam. İşte  aynı filmde Mr. Keating'in öğrencilerine şiirin ne demek olduğunu  anlattığı bölüm vardır. Olağanüstüdür.  Hayal edelim mi şimdi o sahneyi...  Hani ders zili çalar. Profesör sınıfta sessizce oturmaktadır. Nasıl disiplinli bir okuldur burası anlatamam. Bilirsin "hayat disiplinden ibarettir"i öğreten okulalardan...  Mr. Keating'de bu okuldan mezun olmuştur. Şimdi artık bir profesördür ve mezun olduğu okula 19. yüzyıl Edebiyatı dersi  için öğretmenlik yapmaya gelmiştir. Önce öğrencilerinden birine işleyecekleri kitabın giriş bölümünü okutturur. "Şiiri anlamak" başlıklı bu önsözü öğrenci okurken, öğretmen de tahtaya bir yatay çizgi, yatay çizginin sağ ucuna kadar da bir dikey çizgi çizer. Çünkü okunan yazıda şiir üzerine doktora yapmış Evan Pritchard'ın şiiri anlamak hakkındaki açıklamaları, şiir bir çizelgeymiş gibi anlatılmaktadır. Acaba şiirin amacına ulaşması için kullandığı sanatsal ölçü nedir? Bir de bu amacın önemi nedir? İşte çizelgede dik çizgi şiirin yetkinliğini, yatay çizgi ise önemini gösterecektir. Böylece şiirin kapladığı bütün alanla şiirin başarısının ölçüsü bulunacaktır. Şiirin etkisi ve başarısı bir matematik grafiği gibi çözümlenebilir mi? Prpfesör Keating "saçmalık!" diye bağırır ve öğrencilerine kitabın  okudukları bu sayfalarını yırtmalarını söyler. Öğrenciler şaşırlarlar tabii... Hiç kitap sayfaları yırtılır mı değil mi? Ama bu Edebiyat öğretmeni bildiğimiz öğretmenlerden değildir. Öğrenciler bayılırlar bu duruma ve sevinçle kitabın giriş bölümünü yırtarlar. 
 
Profesör Keating bu yaptıklarının bir kavga bir nevi savaş olduğunu söyler öğrencilerine... Bu derste sözcüklerin  ve dilin tadına varmayı, kendileri için düşünmeyi ve  kim ne derse desin sözcüklerin ve fikirlerin dünyayı değiştirebilecek güce sahip olduğunu öğrenmeleri gerektiğini anlatır. Öğrenciler bir "sürü" değil, birer "insan"dır çünkü. Öğrenciler arasında 19.yüzyıl Edebiyatını öğrenmenin kendilerine katkı sağlamayacağını düşünenler vardır illa ki. Öğretmen çocuklara yanına toplanmalarını, onlara bir sır açıklayacağını söyler. Profesör sınıfın ortasında  yere diz çöker. Çocuklar da etrafına toplanırlar.  Nefis bir konuşma yapar. Der ki: "Biz hoş olduğu için şiir okuyup yazmıyoruz. İnsan ırkının birer ferdi olduğumuz için şiir okuyup yazıyoruz. Çünkü insan ırkının içinde coşkular vardır.  İktisat, Mühendislik, Tıp, Ekonomi, Hukuk vs.  yaşamak için gerekli asil birer meslektir çocuklar. Ama şiir .. güzellik...  aşk... sevgi...  biz bunlar için hayattayız."  Çocuklar ilgiyle öğretmeni dinlemektedirler. Profesör Keating Whitman'dan bir şiir ile devam eder. "Ah ben! Ah Yaşam! Hayatın anlamını arayan sorular... İnançsızların sonsuz sırası... Aptallarla dolu şehirler... Bunlar arasında yaşamanın anlamı nedir ki hayat! Cevap ver bana! Cevap ver!" Öğrencilerine bakar ve  "İşte cevap" der öğretmen... "Siz burdasınız. Hayat var ve hep olacak... Hep olacak. Güçlülerin mizanseni devam ederken sen de bir kaç dize katkı yapabilirsin." der. Öğrenciler büyülenmişcesine öğretmeni dinlerler. Son soruyu sorar öğretmen... "Güçlülerin mizanseni  devam ederken sen de bir kaç dize katkı yapabilirsin!" der  tekrar ve öğrencilerinin gözlerine tek tek bakarak sorar: "Sizin dizeniz ne olacak?" Robin Williams'ın olağanüstü oyuncuğuyla müthiş bir öğretmendir Profesör Keating! Ölü Ozanlar Derneği ise tek kelimeyle şahane bir filmdir.


8 Şubat 2011 Salı

Biraz Mola... Hayalcilerin Dünyasına Küçük Bir Yolculuk...




Şimdi işe biraz mola vereceğim. Bir elimde yandan çarklı kahvem. Diğer elimde Murathan Mungan'ın ilaç niyetine okuduğum kitabı Meskalin 60 Draje. Tamam. Bugün yüreğim Tasavvur adlı  drajesini kahveyle birlikte hüpletmek istiyor. Dinleyeceğim yüreğimi. Şifa niyetine okuyup içeceğim. Murathan Mungan diyor ki: "Galiba en acısı, insanların artık "tasavvurlarını" yitirmiş olmaları. Gündeliğin baş döndürücü hızı, gelecek endişesi, yarın korkusu, şimdiki zaman mutsuzlukları arasında bütün bütüne yitirilen hayal kurma gücü, hepimizin elinden geleceği alıyor... Gelecek kimseye kalmıyor." Ne kadar doğru tespitler değil mi? Murathan Mungan'ın şiirlerinin tam manasıyla müptelasıyım. Deneme kitapları ise resmen ruhuma ilaç...  Yeminle böyle hissediyorum. Kendisi farkında olmalı ki şu anda elimde tuttuğum kitabına Meskalin adını vermiş. Bu kitapla gözümüzün önünde duran olgulara bakarken, gerçekliğin  değişik ve farklı boyutlarıyla yüzleşmeyi, yanlış öğrenmelerin kirlettiği algılarla gözümüzün bizden sakladıklarını yeniden tartışabilmeyi amaçlamış.  Bana göre Murathan Mungan günümüz Türk Edebiyatının en güçlü şairlerinden, düşünürlerinden biri. Ortalarda yok. Adı çok fazla duyulmuyor. Biliyorum ki onun Türkçe'sinin lezzetini alan asla peşini bırakamıyor. Sonra ben bir Murathan Mungan ideolojisinin var olduğuna inanıyorum. Ve bu ideoloji bana çok yakın, çok tanıdık  geliyor. İşte şimdi Tasavvur ile ilgili yazısını okuyorum. Ve yazdıklarına yürekten katılıyorum. Günü yaşamaya, günü kurtarmaya, günü yakalamaya çalışmaya akortlanmış insanlar olarak  yanlızca zamanımızı değil, aklımızı ve hayallerimizi  de daralttığımıza inanıyorum. Gene bir başka şairi hatırlamanın vakti. Gülten Akın'ın o güzeller güzeli dizesi.. "Ah, kimselerin vakti yok, durup ince şeyleri anlamaya." Bu dizeyi sık sık yazmak istiyorum. Günümüzün dört bir koldan akan görüntü kirliliği, resmen bizlere görüntü hipnozu yaratıyor. Ve  artık uyuşmuş gözlerle hiçbir şey görmez, hissetmez oluyoruz. Yazar gibi bu durum  beni çok korkutuyor. Kimi zaman gördüğümüz şeyler asıl görmemiz gerekenleri kapatıyormuş gibi  his veriyor. Ve gözlerimizin önünde yenileşme diye gerçekleşenler, kişisel ve toplumsal  tarihimizi bir bir yok etmekle kalmıyor, hayallerimizi, ortak tasavvurlarımızı yok ediyor. "Tasavvurlarının arkasında hayatlarıyla duranların, durabilenlerin sözlerinin dolaşımında zenginleşebileceği bir çağa, hiçbir hayalin gerçeklikle sınanmadığı, "gerçekçi olmamakla" suçlanmadığı kolektif bir çağa hazırlandığımızı düşünüyorum. Hayatı, sanat gibi yaşamak isteyen büyük hayalcilerin korkusuz tasavvurları, rüya zenginlikleri, içinde bulunduğumuz  tıkanıklığı aşabilecek en büyük kaynak bence." diyor Murathan Mungan.. Mola bitti. İşe dönmeliyim. Ama önce illa ki  büyük bir hayalcinin hayalini dinlemeliyim. John Lennon söylüyor... İmagine... HAYAL ET!