7 Şubat 2010 Pazar

Sahici Öykülü Filmler...

Daha önce Hayal Kahvem’de Factotum adlı bir filmden söz etmiştim. Ünlü yazar Charles Bukowski’nin yaşamından bir kesit anlatıyordu. Sahici öyküsü olan, hele yazarların yaşamlarını konu alan filmleri çok severim. Bana göre belgesel gibi değil de, bir öykü halinde edebiyatçıların yaşamlarını seyretmek çok daha keyifli. Ayrıca filmdeki kişi adları gerçek isimler olmayınca, seyrederken kimin yaşamının filme çevrildiğini bilsem de, başka insanların da benzer hayatları yaşamış oldukları hissine kapılırım. Bu durum da hoşuma gider. Dün gece Aşka Sor adlı filmi seyrettim. Film ünlü yazar John Fante’nin, Parantez yayınları tarafından, Avi Pardo çevirisiyle memleketimizde satılan Toza Sor adlı kitabının sinemaya uyarlanmış haliydi. Tabi yazarın kitabının adını, filmde Aşka Sor diye çevrilmesini yadırgamadım değil. İlgi çekmek için mi böyle adlandırılmış anlamak mümkün değil. Hani yazar Charles Bukowski'den bahsetmiştim ya... Enteresan bir durum vardır. John Fante’nin, Charles Bukowski’nin ruh akrabası olduğu söylenir. Zaten Bukowski, John Fante’nin özellikle Toza Sor adlı kitabının yazarlığına ömür boyu sürecek bir katkı yaptığını yazmıştır.

Film John Fante'nin gerçek yaşamında olduğu gibi, 1930’lar ekonomik buhranı sırasında geçiyor. Yani bir dönem filmi. Film yazar olmaya çabalayan genç bir adamın, yoksulluğu, parasızlığı, İtalyan asıllı olması sebebiyle çevresindeki beyaz anglosaksonlar tarafından aşağılanması karşısında gönül kırıklığıyla verdiği mücadeleyi, son derece samimi ve abartısız bir dille aktarıyor. Yazarın niyeti beyaz bir Amerikalı ile evlenmek ve çocuklarını bu aşağılamalardan kurtarmakken… Hayat bu… Hiçbir şey planlandığı gibi olmaz malum… Felek yazarımızın karşısına Meksikalı güzel bir garson kız çıkarır. Bu kez aşağılama sırası yazara gelmiştir… Önceleri kızı Meksikalı olduğu için yerden yere vurur... Öfke, kızgınlık ile başlayan ilişki; aşk, sevgi ve tutkuya dönüşür… Finalden hiç bahsetmeyeyim. Sadece hüzünlü bir film olduğunu söyleyebilirim.

Sanıyorum aynı konu defalarca filme çevrilmiştir. Buna rağmen gerçek yaşamları konu alan filmleri farklı değerlendirmek gerekir diye düşünüyorum. Bir yazarın yaşadıklarını izlemek, bir edebiyat eserinin filme uyarlanmış halini görmek gerçekten etkileyici oluyor. Ayrıca film kendi dönemini iyi ve kötü yanlarıyla oldukça güzel yansıtmış. İnsan 1930 ların ekonomik buhranlı Amerikasını seyrederken, içinde bulunduğumuz 2000li yıllarda memleketimizde ve dünyada yaşananlarla o kadar benzerlik seziyor ki, ekonomik krizlerin sonu hiç mi gelmeyecek, ne asıllı olursa olsun aşağılanmalar hiç mi bitemeyecek diye düşünmeden edemiyor.

3 yorum:

  1. Vildancığım çok güzel yazmışsın. Ben de seninle aynı fikirdeyim. Tamamiyle katılıyorum.
    Sadece yazarların değil..ressam, müzisyen ve bunun gibi farklı meslek dallarında bir yerlere gelmiş insanların filme alınmış hayatlarını seyretmek bana çok anlamlı gelir.
    Bu güzel paylaşım için teşekkürler.

    YanıtlaSil
  2. Selam Dostça, yazımı beğendiğine sevindim. Seninle sinemaya gitmeyi özledim. Bu hafta komik bir filme gidelim. Ben güleyim. Sen bilmiş bilmiş eleştirilerini yap olur mu:) Herzaman ki gibi:)

    YanıtlaSil