7 Aralık 2011 Çarşamba

Sinemada Oynadığım Farzetme Oyunum - 12 - Şehrazat


Eski huyumdur. Çocukluğumdan beri  insanları seyretmeyi severim.  Bu huyum sayesinde can sıkıntısı diye bir şey bilmem. Aynı bir sinema perdesine bakar gibi mütemadiyen insanları seyredebilirim. Kim olduklarını, neler düşündüklerini tahmin etmeye girişmek hoşuma gider. Özellikle sinemaya gittiğimde oynadığım farzetme oyunum vardır. Film başlamadan önce, sinemanın loşluğunda kendilerini oturdukları koltuğa rahatça bırakan seyircileri belli etmeden seyrederim. İnsanların suretlerinde kitaplarda okuyup hafızamın kuytu çekmecelerine kendiliğinden yerleşmiş irili ufaklı roman kahramanlarının izlerini  sürerim. Bu benim için anlatılmaz heyecan verici bir oyundur. İnsanların görüntülerinden çok iç dünyalarını görmek, duygularına erişmek isterim. Sinemanın o efsunlu loşluğunda etrafıma bakınırım. Bu insanların kim bilir ne sırları, ne korkuları, ne huzursuzlukları vardır diye aklımdan geçiririm.  


O gün sinemaya giderken görsel ve yazılı medyada kadına şiddet konusundaki haberlerin yoğunluğu fazlasıyla dikkat çekiyordu. Sadece memleketimde değil dünyanın en gelişmiş ülkelerinde dahi her gün erkeklerin şiddet kullanması yüzünden kadınlar ölüyordu. Canım oldukça sıkkındı. Sinemanın önünde uzun bir kuyruk vardı. Biletimi önceden almıştım. Kalabalığı yararak sinema salonuna daldım. Koltuğuma yerleştim. Etrafıma usulca göz gezdirdim. Hemen önümdeki sırada, çaprazıma düşen koltuktaki kadının kuzguni siyah, uzun, gür saçları hoşuma gitti. Acaba bu saçların sahibi nasıl bir surete sahipti? Kadın sağ elini ensesine soktu. Saçlarını arkaya atarken başını yana çevirdi. Siyah kalemle iyice belirlenmiş ceylan gibi kapkara, derin, mânâlı gözleri vardı. Hayret ederek bakakaldım. Adeta bir doğu masalından fırlamış gibiydi. Ona merakla baktığımı sezdi. Bana dönüp kocaman gülümsedi. Sanki güümseyince yüzünde güller açtı.  Hemen karşılık verdim. Ben de ona gülümsedim. İnci gibi bembeyaz dişleri, kiraz gibi dudakları, kuğu gibi incecik boynu,  keman misali yay  gibi kaşları vardı. Sanki ağlayıverse gözünden inci mercan dökülecekti. Yürüyüverse yerde çayır çimen  bitecekti. Kadının bu masalsı hâli, günümüzden yedi yüzyıl kadar önce anlatılmış, 1001 Gece Masalları'ndaki Şehrazat'ı aklıma getirdi. Karısı tarafından aldatılan, saraydaki tüm erkeklerin de eşleri tarafından aldatıldığını düşünen bir hükümdardır Şehriyar. Önce karısını öldürür. Sonra kadınlara karşı o denli öfke, kin ve korku hisleriyle dolar ki her gece bir kadınla birlikte olur. Ve sabahına kadını öldürtür. Memlekette kadın sayısı gün be gün azalmaktadır. Vezirin kızı olan Şehrazat kendini feda eder ve hükümdarla birlikte olmak istediğini söyler. Ancak tek şartı vardır. Her gece masal anlattığı kız kardeşine hükümdarın yanında son kez masal anlatacaktır. Hükümdar isteğini kabul eder. Şehrazat masal anlatmaya başlar. Gün ağarırken masalı en  heyecanlı yerinde keser. Hükümdar devamını anlatmasını ister. Şehrazat ancak geceleri masal anlatmaktadır. Gece olmasını beklerler. Bu masal anlatma durumu gecelerce, aylarca, yıllarca  sürer. Şehrazat'ın anlattığı masallardaki  erkekler de, öldüren, saldırgan, kadın döven kişilerdir. Şehrazat hükümdarın içinde bulunduğu açmazı sezmiş, sevmeyi bilmeyen, kadınları öldürmeyi kendine iş edinen bir erkeğin öfkesini ve zalimliğini yokedebilmeyi, erkeğin içindeki çocuğu  farketmesini ve bir kadını sevmeye tekrar cesaret edebilmesini belki  anlattığı, benzer, ertelenen masallarla gerçekleştirebileceğini  hayal etmişti. 1001 Gece Masalları, her masal gibi mutlu sonla biter.  Sahiden 1001 gecenin sonunda Şerazat'ın hayali gerçek olur.  Hükümdarın kadınların iyiliğine olan körlüğü ortadan kalkar. Kadınlar kötüdür, ön yargısını kırar. Yüzyıllar önce anlatılan bu masaldaki erkek, günümüzdeki erkekler gibi  kafasındaki vesvese, endişe, korkuları yenebildiği an  sevebilmeyi öğrenebilmekte, kadına şiddet uygulamaktan vazgeçebilmektedir.

  
Aniden kocaman bir "gonk" sesi duydum. Etrafıma bakındım. Salon tıklım tıklım dolmuştu. Kadın mavi pardesüsünü çıkararak koltuğunun arkasına koydu. Gözgöze geldiğimizde boş bulundum. "Ben bir öyküseverim." dedim. Güldü.  Kiraz dudakları aralandı. İnci gibi dişleri gene göründü. Boynunu nazlı bir ceylan gibi bana doğru  çevirdi.  Sevinçli bir bilgiçlikle "Öyküler dünyayı değiştirebilir." dedi. Tam o anda sinemanın  ışıkları karardı. Film başladı.  Ben "Şehrazat" olduğunu farzettiğim kadını unuttum. Beyaz perdenin  o muazzam illüzyonuyla usulca filmin mecrasına  aktım.


2 yorum:

  1. Geçen gün tiyatroda senin bu oyunun geldi aklıma ?

    YanıtlaSil
  2. Hemen "tiyatroda farzetme oyunu" oynasaydınız:)

    YanıtlaSil