Hafta sonu üniversiteye giriş sınavları vardı. Kimbilir ne hayallerle girdiler gençler bu sınavlara.. Kazananlar sevinecek.. Herhangi bir üniversiteye giremeyenler ise... Off! Düşünmek bile istemiyorum hallerini.. Ne fena! Haydi girdin diyelim istediğin üniversiteye.. Bitirince peki.. Krizler bitmiyor ki.. Bakalım bu yıl üniversiteye giren gençlerin iş bulma dönemine hangi kriz denk gelecek? Şimdi gene aklıma Atilla Atalay düştü işte. Bilir misin "İnsan Kalma Alıştırmaları "
adlı bir öyküsü vardır? Üç genç perdeleri çekmişler, mağara gibi bir eve sığınmışlar, hayatın dinmesini beklemektedirler. Çünkü üniversitelerini hayırlısı ile bitirmişlerdir bitirmesine fakat işsizdirler. Hayatın orasına burasına CV gönderip durmaktadırlar. Üç gençten Erdem daha önce ağzına sigara sürmemişken, şimdi milyon tane sigara içmektedir. Bir iş görüşmesinde İnsan Kaynakları Bölümündeki Birşey Hanım Erdem'in kravatındaki sigara deliğini farkedince, CV de yazdığı sigara içmediğine dair cevaba inanmaz. Kadını kravatı kardeşinden ödünç aldığına, hayatında hiç sigara içmediğine ikna edemeyince, görüşmeden çıkar çıkmaz Erdem sigara içmeye başlamıştır. Ve artık herşeye öfkeli biri olup çıkmıştır. Hatta hep sarhoştur.
adlı bir öyküsü vardır? Üç genç perdeleri çekmişler, mağara gibi bir eve sığınmışlar, hayatın dinmesini beklemektedirler. Çünkü üniversitelerini hayırlısı ile bitirmişlerdir bitirmesine fakat işsizdirler. Hayatın orasına burasına CV gönderip durmaktadırlar. Üç gençten Erdem daha önce ağzına sigara sürmemişken, şimdi milyon tane sigara içmektedir. Bir iş görüşmesinde İnsan Kaynakları Bölümündeki Birşey Hanım Erdem'in kravatındaki sigara deliğini farkedince, CV de yazdığı sigara içmediğine dair cevaba inanmaz. Kadını kravatı kardeşinden ödünç aldığına, hayatında hiç sigara içmediğine ikna edemeyince, görüşmeden çıkar çıkmaz Erdem sigara içmeye başlamıştır. Ve artık herşeye öfkeli biri olup çıkmıştır. Hatta hep sarhoştur.
Orhan ise delice sessizdir. "Hata mesajı"yla yüklü gözlerle dolaşmaktadır evde. Sürekli bilgisayar karşısındadır. Ellerini klavyeden ayırmadan çoraplarını çıkarmayı becerebilmektedir artık. Sanki bir an gelecek "Windows Uygulaması" olarak yaşamını sürdürecektir.
Yazar ise uzaylılar tarafından kurtarılmayı beklemektedir. Bir üst medeniyetin gelerek gençleri manyak eden bu şizofren kültürün ağzını yırtacağını ve tek harekette cümle Windows uygulamalarından çıkıp televizyonları camdan atacağını düşünmektedir.
Gençler üzerinde toplum baskısı büyüktür. Bilen bilmeyen herkes çalışıp çalışmadıklarını, düğün falan olup olmadığını sorup durmaktadırlar. Her cevapta kendilerini daha başarısız, daha çaresiz daha işe yaramaz hissetirir bu sorular. İşte üniversite bitirmiş, işsiz üç genç ve tabii internetin, delirtici kırmızılıktaki perdeleri hayata çekip, eve kapanmalarının öyküdür bu... Sadece bu üç genç mi ki? Şöyle bir dikkatlice baksak ne çok böyle ev vardır kimbilir? Yazara göre bunlar bakkalların en hakiki yumurta ve makarna müşterileridir.. Eskicilerin en çok okunmuş gazete topladıkları kişilerdir.. Çapraz bulmacalar eksiksiz doldurulmuş.. Eleman arayan sayfaları delik deşiktir.. Atilla Atalay o kadar hazin anlatır ki bu hikayesinde.. Etkilenmemek mümkün değildir.
Yalan değildir ki. Yedi yaşından itibaren sürekli sınavlara girilmiyor mu? Kolejler, Fen Liseleri, Anadolu Liseleri, Üniversite... At yarışı gibi sürekli koşturuluyordu. Askere gidip gelmeden iş olmaz diyenler vardı fakat Erdem askere gidip dönmüştü işte. Haniydi peki? Zamanla işi olanlardan, sevgilisi olanlardan, gözü üstünde kaşı olanlardan, herkesten, herşeyden nefret eder bulmaya başlar kendilerini.. Neyse.. Okunası bir hikayedir ve mutlaka okunmalıdır. Gençlerin durumunu bu kadar olduğu gibi ve damardan anlatan başka bir öykü var mıdır bilmiyorum. Şu bir gerçektir ki bu öyküyü okuduktan sonra, okul bitiren hiçbir gence "iş buldun mu?" diye sormamaya gayret ettim.
Eğer ne oldu bu öyküdeki gençlerin durumu diye, öğrenmek isteyen varsa... Erdem babasından kalan bakkal dükkanını işletmek üzere Bandırma'ya gider. Orhan ise askere. Peki Yazar ne yapar? O bir yere gidemez. Henüz biz okurları da yokuzdur ortalıkta.. Oturur devrik cümlelerle bu hikayeyi yazar işte.. Cümlelerden kimini kendisi devirir.. Öyle püskürdüğü gibi kalır.. Toplamaz.. Durmadan yazar böyle.. İşte bu öyküler Atilla Atalay'ın insan kalma çalışmalarıdır.. Bu öyküleri okumak isteyen okurları için de öyle... İnsan kalma çalışmaları... Böyleyken böyle..
Vay be! Güzel bir kitapmış, okumak lazım. Aynı zamanda çok da doğru. Fakat bu eğitim sistemi değişmedikçe bu gençlerden daha çoook çıkar maalesef. Kimse istediği üniversiteyi okuyamıyor ki... Çok az kişi başarabiliyor bunu.
YanıtlaSilMesela ben... Ben tekstil mezunuyum. "Ne alaka ya?" derseniz "Öyle işte" derim bende. Sınavdan bu çıktı. Halbuki ben bilgisayar programcılığı okumak istiyordum. Ama YÖK'teki amcalar benim neye yatkın olduğumu benden iyi(!) bildikleri için tekstili uygun görmüşler bana.
Sınıfımda da çok parlak insanlar vardı. İki tanesi muhteşem gitar çalardı, bir tanesi müthiş bir komedyendi, bir diğeri yazar bir diğeri manken... Hepsi tekstil mezunu oldu ve hiç biri tekstilde çalışmıyor. Biri bankacı, biri emlakçı, biri muhasebeci... Ne hayallerini gerçekleştirebildiler ne de okudukları okul bir işe yaradı.
Alın size YÖK ve ÖSS...
Mit, sizin yorumunuz Atilla Atalay'ı doğrulamış etmiş değil mi? Memleketin acı gerçekleri...
YanıtlaSilBu yazdığım bir kitap değil Mit.. Atilla Atalay'ın Kalbin Böcüüğü diye bir öykü kitabı var. Mutlaka alıp okumalısınız. O kitabında hem bu öykü hem de daha niceleri var.. tavsiye ederim.
Afet, hemen ekleyeceğim. İlgi duyanlar da umarım izleyiciniz olurlar:) Sevgiler.
YanıtlaSil