15 Nisan 2011 Cuma

"Kafa"lı Deyimlerle 30. İstanbul Film Festivali Günlüğüm


İstanbul'a gitmeyi "kafaya koymuştum" bir kere. Mutlaka gidecektim. Gitmezsem "kafayı üşütebilirdim". Yoksa ne yapardım, derdimi kime yanardım? Neylerdim, bu şehri ateşe mi vereydim? Öyle bir "kafayı takmıştım" yani öyle böyle değil! Yanıma "kafa dengi" bir arkadaş bulmalıydım ama. Buldum da. Hülya. Telefon ettim. "Geliyorum İstanbul'a. Seni alacağım birlikte Beyoğlu'na 30. İstanbul Film Festivali'ne gideceğiz. "Kafan yattı" mı  bu planıma ne dersin?" diye sordum. Her zaman ki gibi " Şahane olur." dedi.

 
Ben her yıl  Hülya ile bir gün  İstanbul Film Festivali'ne gitmeyi adet edindim. Seviyorum onunla sinemaya üzerine sohbet etmeyi. Ben hatırlatmasam  festivali unutabilir ama belki. Çünkü bana  "Biz İstanbul'da yaşayanlar kaçırıyoruz film festivalini, sen nasıl köyden İstanbul'a geliyorsun sürekli? "dedi. "Boşver, "kafa yorma" böyle şeylere, üzümünü ye bağını sorma, bana takıl hayatını yaşa!" dedim. Güldü. Arkadaşım arabaya bindiğinde önce "kafa kafaya verdik". Acaba Beyoğlu'na hangi yolla gitmeliydik? Kadıköy'e bıraksam arabamı mesela. Ordan Beşiktaş'a deniz yoluyla geçsek. Sonra ver elini  Pera! Yoksa benim arabayla mı gitsek? Bu konuya ayaküstü biraz "kafa yorduk". "Kafamızı işletmeliydik". Günü kaliteli değerlendirmeliydik. Yağmur yağıyordu feci... Sinemadan pek vakit kalmıyordu muhabbete.  İlk filme de daha çok vakit vardı. "Kafamızı kullandık." Benim sevgili düldülle gitmeye karar verdik.


İlk filmin adı Yaşamın Ritmi'ydi... 2010  İsveç-Fransa yapımı bir film. Ne yönetmenini tanıyordum, ne oyuncularını. Olsun... Nefisti. Bizim  böyle bir konuyu "kafamızda canlandırdırmamız" mümkün değil inan ki.  Müzik teröristleri diyebileceğim bir kadın ve beş erkek, ameliyathanede, bankada, iş makineleriyle konser salonunun önünde ve şehrin yüksek gerilim hatlarında protest diye nitelendirebileceğim bir karşı müzik tavrı içine giriyorlar. Kardeşi ünlü bir müzisyen olan polis Amadeus ise ne yazık ki her daim sessizlik istiyor. Nasıl enteresan bir filmdi anlatamam. İnsan düşündükçe "kafayı üşütebilir."  Hele filmin finali var ya müthişti. Yaşamın Ritmi'ne  sadece finali için bile gidilebilir.

 

Sonra İnsan Kaynakları Müdürü'ne gittik. Bu filmi seçmemin nedeni, yönetmeni Eran Riklis'in geçen yıl seyrettiğim Limon Ağacı adlı filmin de yönetmeni olduğunu öğrendiğim içindi. Yoksa bilmem yani Eran Riklis'i. İsrail-Almanya-Romanya ortak yapımı gerçekleştirilen film Kudüs'teki bir insan kaynakları müdürünün başına gelenleri konu ediyor. Kendi fabrikalarında çalışan bir kadın işçinin bir intihar saldırında ölmesinden insan kaynakları müdürü sorumlu tutuluyor. Oldukça çarpıcı bir filmdi. Bir şey yeniden kafama dank etti. Sinemanın  insan haklarını konu etmesi bence çok önemli. Bu film illa ki izlenmeli.


Üçüncü filmin adı ise  Siyah Venüs'dü. Maalesef bu filmi izleyemedik. Çünkü bana mühim bir telefon geldi. Bir müşterimin  fabrikasında iş kazası olmuş. Tam da İnsan Kaynakları  Müdürü adlı filmden çıktığımızda müşteriminin insan kaynakları müdürüyle haberleşmedik mi?  Biri bana kamera şakası mı yapıyor diye "kafayı yiyecektim" inan ki. Neyse işçinin durumu iyi. Az sonra Sisi aradı beni. Beyoğlu'ndaymış. "Görebilir miyim sizi?" dedi. Aaa! "Kafam nasıl kızdı." Sen Beyoğlu'nda olacaksın benimle aynı vakitte. "Görebilir miyim" diyeceksin öyle mi? Sorulur mu hiç böyle soru!  "Tabii!" dedim. "Tabii ki!" Allahım... Bir de yanında Hiroşima Sevgilim'i getirmemiş mi? Ne çok seyretmek istiyordum o filmi. Hani bilirsin, Marquerite Duras'ın senaryosunu yazdığı film. Sisi'ye nasıl sarılacağımı bilemedim. Oturduk bir kafeye hep birlikte. Kahvelerimizi içtik büyük bir keyifle.. Başladık filmler üzerine muhabbete... Hızımızı alamadık. Yürüdük Pera Müzesi'ndeki  İhsan Cemal Karaburçak sergisine. O resim senin bu resim benim dolandık durduk biteviye... Sonra arkadaşım  eğildi kulağıma... Dedi ki" Sen beni acilen atar mısın eve? "Kafam kazan gibi oldu! Alışık değilim bu kadar gezinmeye." Baktım Hülya'ya. Gerçekten "Kafayı bulmuş" gibiydi. "Tamam!" dedim, sen daha fazla uyma bana. Hemen eve git ve "kafayı vurup yat!" Ben daha çok gezerim bu "KAFA"yla! Sonra... Evli evine köylü köyüne. dedik.. Sisi'yle döndük bizim köye. Bir İstanbul Film Festivali günü daha böyleyken böyle bitti işte.

10 yorum:

  1. Minik şebboyun kokusu hala burnumda, aklımda yağmurlu günün ardından kalan Beyoğlu resmi, bu muhteşem gün için teşekkür ederim Hayal Kahvem; sevgilerimle:))

    YanıtlaSil
  2. İki yazını arka arkaya okuyunca çok "kafam yattı". Seneye mutlaka gideceğim film festivaline, "kafaya koydum".
    :)

    YanıtlaSil
  3. Selam Sisi, güzel bir sürpriz yaptın:) Hele elinde aradığım filmle çıktın geldin ya ne diyeyim sana.. İyi ki varsın... Sıdıka hakkında düşündün mü bakalım:))

    YanıtlaSil
  4. Francisca, valla benim yazdığım bu yazıları başka bir blokta okusam, resmen "kafayı yemiş" derdim:)) Siz çok naziksiniz.

    Ama size bir şey söyleyeyim mi, hayatın pahalı olmayan zevklerinden biri... Hele İstanbul'da yaşayanlar için özellikle:) "kafanıza yattığına" sevindim. "kafaya koyun".. Ve film festivaline bir kez olsun gidin. Tavsiye ederim:))

    YanıtlaSil
  5. Bu iş böyle yapılır hanımefendi, tebrikler!

    YanıtlaSil
  6. Teşekkür ederim Ceren Hanım. Beğenmenize sevindim:))

    YanıtlaSil
  7. Düşünceleri Sıdıka'ya odakladık ya, güzel bir iş çıkaracağız sevgili Hayal Kahvem:))

    YanıtlaSil
  8. Nasıl gidiyor çalışmalar Sisi? Yazdığın tezi beğendim. Devamını bekliyorum:)

    YanıtlaSil
  9. Çalışmalar son sürat devam ediyor, çok yakında yeni fikirler ve işlerle karşınızda olacağım; sevgilerimle:)

    YanıtlaSil
  10. Merakla bekliyorum Sisi:))Benden de sana sevgiler!

    YanıtlaSil