Bazan nasıl içim sıkılıyor. Nasıl yüreğim daralıyor, anlatamam... Bööle, nefessiz kalacak, ölecek gibi oluyorum... Kalemi sıkıyorum elime yapışıyor, anlatabildim mi? Tüm dünya üstüme üstüme geliyor. Oluyor bazan bende böyle haller... Neyse... Hava mevsim normallerinde ya şimdi. Sıcak mı sıcak... Bugün dışardaydım sabahtan beri.. Arazide... Ne su içebiliyorum ne yemek yiyebiliyorum ya... İftarı bekliyorum tabii. Bir ara arabamı park ederken Gölcük'te... Gözüm dönerciye takıldı. Yok vallahi yemeğe, dönere filan aklım kaymadı. Hiç zorum yok oruçlu olmakla. Bilakis oruçluyken çok mutlu hissediyorum kendimi. Darlanmam başka bir sebeple... Neyse.. Ben... Döner tezganın başındaki çocuğa baktım önce... Hava sıcak ya... Önünde döner ateşi... Ter içindeydi. Haline üzüldüm tamam mı? Yüreğim zaten darlanmıştı. Üzerine o çocuğun bitkin, ter içindeki halini görmek tuz biber ekti. İyice fena hissettim kendimi... Of benim deli başım! Bil bakalım aklıma ne geldi? Atilla Atalay'ın Şakacı adlı öyküsünü bilir misin? O anda... Birdenbire... Şakacı aklıma geldi iyi mi? Diyeceksin ki, "Ne alaka?" Haklısın. De valla... Hakkaten ne alaka şimdi bu öykü? Ne bileyim? Alaka... Malaka... Aklıma geliverdi. Ve aklıma geliverince de... Allahım! Ben unuttum olan biteni... Unuttum yüreğimin darlanmasını... Oracıkta.... Hemencecik... Gülümseyiverdim. Hatta utanmasam sesli gülecektim. Du bi... Anlatacağım... Bak dinle.. Yazar askerdedir tamam mı? Erzurum'dadır... Hava aynı bugün gibi sıcak mı sıcaktır. Arkadaşıyla... Murat'la... Hani o ileri geri şakalar yapan, hafif kaçık bir arkadaşı var ya... Hah, onunla işte... İzin vakti filandır herhalde... Öööle ağaç gölgesine yatıp dinlenmektedirler. Of, düşünsene... Düşlerinde İstanbul olmalı... Yazar ağaç altında hayal kurmak istiyor belki... Askerler... Bitkinler... Yorgunlar tabii... Ama her zaman ki gibi Murat hiç susmuyor... Sürekli konuşuyor. Döner büfelerinden bahsediyor. "Hani döner büfeleri oluyo ya... Dönerciler kılıçla döner doğrarlar hani.." diyor... Yazar sesini çıkarmadan dinliyor. Murat arada kafasını kaldırıp yazar'ın uyuyup uyumadığını kontrol ediyor. Sonra o döner topunun dibinde, dönerden süzülüp biriken yağların durduğu kaptan söz ediyor. Hatırlasana... Her dönercinin döner topunun yanında bir sünger olur.. Damlayan yağları silmek için hani... Of! İşte o süngeri sıcak yağa bandırıp, şööle boynuna, enseye, şakaklara sürmekten bahsediyor Murat... Hatta döner kılıcını da koltuk altına sıkıştırıp, öne doğru ağır ağır çekerek yağlarını sıyıracan filan diyor... Diyor da diyor işte böyle şeyler... Aklı sıra şakalar savurur... Murat bunları anlatırken, kendi anlattıklarına kendisi kahkahalarla gülüyor. Şimdi anlatırken benim olduğu gibi yazar'ın da midesi bulanıyor tabii.
Hem hava sıcak hem böyle bulantılı mevzular ya... Zaten aslında morali de bozuktur yazarın aynen benim gibi... Hah, bu muhabbet herşeyin üzerine tüy dikiyor... Gülmek istiyor yazar... Gerçekten gülmek istiyor istemesine.. Zorlar kendini... Gülemez. Kızar Murat. Suratının mizahçıdan çok ölü yıkayıcısına benzediğini filan söyler. Atar kendini yere sırt üstü Murat. Boş boş gökyüzüne bakmaya başlar. Yazar, üzülür bu kez... Zaten duymuştur akşam Murat'ın gizli gizli ağladığını... En son sözlüsüyle konuşuyordu ya Murat... Telefonla aramıştı hani... O gün bugündür yüzünden düşen bin parçadır aslında. Of, derin derin iç çeker Murat... Tamam.. Yazar karar verir Murat'ı güldürecektir. Kararlıdır. Arkadaşının keyfini yerine getirecektir. Ne var? Kaç defa içi darlandığı halde ne öyküler yazmıştır. Bu kez arkadaşı için yapacak... Güzel bir geyiklik mevzuya girişecektir. Zorlar kendini... Başlar konuşmayaaa...
Kendisinde ölü yıkayıcısı suratı varsa, ölü yıkayıcılarının 24 saat mi ölü yıkadığını zannettiğini sorar. İnsan kendi işini yapsa da keyifsiz olamaz mıdır? Mesela Murat telefoncudur da hayatı hep telefon şeysiyle mi geçmektedir yani... Böyle bişiler anlatmaya başlar telefonla filan ilgili... Aaa! Murat da aslında telefon düşünmüyor muymuş? Yazarın söylediklerini duyunca, Murat birden kalkar fırlar yerinden sözlüye kalkmış ilkokul öğrencisi gibi... İlerdeki ahşap telefon direğini gösterir. Şakalarına kaldığı yerden devam eder... O direğe kulağını dayarsa telefon konuşmalarını duyacağını söyler. Bu kez ok gibi yerinden fırlayıp direği kucaklayıp kulağını dayar. Yazar yattığı yerden kafasını kaldırıp bakar. Bir süre sonra Murat sarıldığı direkle tuhaf hareketler etmeye başlar. Gözleri fal taşı gibi açılmış, sanki direkle güreş etmektedir. Ne oluyor demek ister ama gülmekten diyemez. Murat'ın direkle hali o kadar komiktir ki sadece yazar değil tüm görenler katıla katıla gülmektedirler. Çok komiktir hali Murat'ın, öyle böyle değil...
Az sonra direk ağır ağır devrilir. Murat altında kalmaktan zor kurtulur. Bizimki gülmekten gözleri yaşara yaşara Murat'ın yanına gider. Meğer direğin dibi çürümemiş mi? Murat direğe sarılınca dibinden kopmamış mı? Kakara kikiri güleceklerine yanına gelip Murat'a yardım etseler, kurtaracak, sağlamlaştıracaklardı direği belki. Ama kimse yardım etmeyince koskoca direk devrilmiştir işte. Ne fena bir durumdur. Murat kepini yere fırlatır atar. Nerden bilsin yazar öyle değil mi? Murat hep şaka yapmaktadır ya gene şaka yapıyor zannetmiştir tabii. Nöbetçi subay gelir. Ne olmuştur? Neden Murat direğe sarılmıştır? Direkten gelen telefon sesini dinlemekteki mana ve maksadı nedir? Onbaşı Murat'a sorulacaktır elbette... İfadesini alırlar. Neyse sonra salarlar Murat'ı ama ne zaman yazarın aklına Murat ve direk gelse gülümser. Ne düşündüm biliyor musun? Bence bazen Atilla Atalay'da benim gibi darlanıyordur. Konuşmak, birşeyler demek, yazmak istemiyordur. Kalemi sıkıyor, eline yapışıyordur. Tüm dünya üstüne üstüne geliyordur... Sende olmaz mı? İnsanlık hali... Herkeste oluyordur yani böyle haller. Bazen çok darlandığı halde, beklerler okurlarım diye Şakacı öyküsünde olduğu gibi "böyle gülünçlü yazılar" yazmak çabasına giriyordur belki, kimbilir? Bazan elindeki kalemi kocaman bir direk gibi hissediyordur belki. Atilla Atalay, o koca direkle kan ter içinde debelenirken yazdığı kimi öyküleri, ben şaka yapıyor diye düşünür gülerim ya böyle hani.. Durumunu anlatamadığını düşünebilir. Anlatabiliyor aslında. Ben anlıyorum en azından. Çünkü kimi zaman ben de o direğe sarılır, bir o yana bir bu yana debelenirim bugün olduğu gibi. Ama ben acayip şanslı biriyim. Çünkü Atilla Atalay öyküleri her daim bana ilaç gibi gelir. İnsanın yüreği sıkıldığında, kendiliğinden akla geliveren ve gülümsetiveren sevdiği öykülerin olması var ya... Of, anlatamam müthiş hoş bir şeydir!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder