Dün gece kardeşim "Abla, az önce kına gecesinde yemek yemiştik ya, gene mi acıktın? Biliyor musun, sen hep açsın!" deyip, en sevimli haliyle yüzüme güldüğünde, ben gülemedim. O anda yüzümün ifade kontrolünü kaybettiğini hissettim. Gözlerimi koca koca açtım. Mimiklerim otomatikman çalışmaya başladı. Önce Japon balığı gibi dudaklarımı açıp açıp kapattım. Sonra donmuş bir film karesiymişcesine, kardeşimin yüzüne öyylece bakakaldım. Bazı filmlerde esrarengiz katilin kendini tanıttığı sürpriz final bölümünde, filmin en masum sandığım jönü azılı katil çıkar mesela... Of, ben böyle durumlarda var ya... Nasıl şaşakalırım anlatamam... Acayip yıkılırım. Sinemada olduğumu ya da ne bileyim film seyrettiğimi filan unuturum. Katili tahmin edemedim ya... İliklerime kadar sarsılırım. Efendime söyleyeyim, o andan sonra, beyaz perdeden akıp giden sahnelere hicranlı hicranlı bakmaya koyulurum. Hah işte, aynı keder içinde kardeşime bakakaldığımı hissettim. Ne diyordu kuzum? Nasıl yani? Ben... Ben... Hep açtım öyle mi? Elime mikrofon alıp, bağıra bağıra "Kalbimin ağlayan kıyıları var, dipsiz kör kuyuları var, dinmeyen hicran dolu kanayan yaraları var." tadında musiki icra edesim gelmişti. Abarttığımı düşünüyorsun biliyorum ama... Fena halde sarsılmıştım inan ki!.. Kardeşim vaziyetimin farkında değildi. Raks eder gibi buzdolabının kapısını açtı. En kardeş sesiyle "Evde yiyecek pek bir şey yok. Du bi... Ben sana simit ısıtayım en iyisi" dedi. Su ısıtıcısının fişini sokarken, "Çay da demleriz. Ohhh... Şahane olur vallahi." diye sözlerine devam etti.
Hiç sesimi çıkarmadım. Süngüsü düşmüş tüfek vaziyetindeydi halim... Sessizce salona geçtim. İkili koltuğun en ucuna oturdum. Dokunsan ha ağladım ha ağlayacaktım. İster inan ister inanma... Ben var ya... Şu acımasız hayata, o anda rozetimi ve silahımı teslim edecek durumdaydım. Zaten oldum bittim kompleksli biriyimdir. Kendimi tepeden tırnağa kusurlu bulurum her daim... Kardeşim haklıydı. Bir saat önce kuzenimizin kına gecesinde, koca bir tabak pilav üstü döner, ardından sayısız damat baklavası yemiştim. Önceden planlamıştık. Kına gecesi dönüşü kardeşlerde kalacaktım. Evinde kimse yoktu. Pijama partisi yapacaktık. O geceyi bir film gibi geri sardım. Ne olmuştu? Daha sokak kapısından içeriye adımımı atar atmaz, sevinçle bağırarak "Ne yiyeceğiz?" diye soruvermiştim. Kardeşim gülmüş.... "Hayret bi şeysin ablam, aç mısın yoksa?" demişti. Doğal olduğunu düşündüğüm bir refleksle "Kurt gibi açım." diye cevap vermiştim. Beni çivileyen, kardeşimin tüm içtenliğiyle gülerek söylediği "Biliyor musun, sen hep açsın!" cümlesi olmuştu. Akabinde kendimi dipsiz bir kuyuda merdivensiz bırakılmış gibi hissetmiştim. "Görüyor musun?" dedim kendi kendime... "Hiç tahmin etmezdim. İnanamıyorum! Esrarengiz katil meğer benmişim." Sezar'ın hakkı Sezara'ydı... Kardeşim yerden göğe haklıydı. Filmlerin sürpriz finallerindeki hissiyatım gibi şaşkındım. Doğrusu hayata her daim aç baktığımı ilk kez bu denli derinden farketmiştim. Fena halde mahcubiyet hissettim. En çok da aç olduğumu söylediğim için çook pişmanlık duyuyordum. Bin pişmandım yeminle. Hayır, geçen hafta çekap yaptırmamış olsam... Allah korusun, belki bi hastalık sebebiyle açlık hissediyorumdur, diyecektim. Yok ama... Sonuçlarım mükemmeldi. Eeee!... Harbiden ben niye hep açtım? Açtım işte... İyi de niye?
İliklerimin oralardan soğuk bir rüzgâr geçti sanki... İyice ağlamaklı oldum. Üç ordan iki de önceden vardı, kendimi beş kez çaresiz, zavallı hissettim. "Pes vallahi!.. Nedir bu homine de gırtlak durumum? Bir daha kimseye yemekten memekten söz etmek yok!" dedim kendi kendime. Güven duydum. Sırtımı dikleştirdim. Sözüm sözdü. Mümkün değil, kimse beni bu kararımdan asla vazgeçiremezdi. Tam o anda kardeşim yanıma geldi. İtinayla tuttuğu tepsiyi sehpaya bıraktı. Önüme doğru itti. Kız belli bardaktaki demli çayın yanında, tüm endamıyla tabakta uzanmakta olan sıcacık simit, hımmm ne yalan söyleyeyim buram buram misler gibi kokuyordu. Yüzümün gene ifade kontrolünü kaybettiğini hissettim. Mimiklerim otomatikman çalışmaya başladı. Önce Japon balığı gibi dudaklarımı açıp açıp kapattım. Her tur attıklarında yeni yerler gezdiklerini sanan, tok olsalar bile her yeme takla atarak atlayan, asıl mühimi hafızaları üç saniden uzun sürmediği için aklından geçeni hemen unutan, unuttuğunu bilmeyip mutlu mutlu cam fanusunda dolanan Japon balığı ayağına yattım. Kardeşimin gözlerine minnetle baktım. Hayatımın gelmişini geçmişini unuttum. Az önce neden karaları bağlamıştım peki? İnan hatırlamıyordum. Sevinçle çayla simidin üzerine atladım. Gözlerimi kapadım. Bir yudum çaydan içtim... Hımm... Misss... Bir parça simittten kopartıp yedim. Hımm... Nefis... O kadar mutluydum ki anlatamam. Olur da ölürkene hayatım bir film şeridi gibi gözümün önünden geçse, filmin "mesut dakikalar, haz veren lâhzalar" bölümünde, dün geceki anınım bulunmasını tüm yüreğimle diledim.
2012
o kadar keyif aldım ki okurken :)
YanıtlaSilbi an birisi benden mi bahsediyor dedim!
'daha yeni yedik'
'hala açmısın?'
'sen gene mi yemek yiyorsun' vb. cümle kalıplarına o kadar muhattap olmuşluğum,
o kadar üzülmüşlüğüm,
ama sonra unutup yemeğime devam etmişliğim vardır ki :))
Hayal kahvem ya:) açlığın bile bu güzel anlatımınla bizi mutlu ediyor ...
YanıtlaSilHayalotobüsü... Ne diyorsunuz siz?
YanıtlaSilKilo terörüne hayır diye yazım bile vardır:) İlginizi çekerse, buyrunuz:)
http://hayalkahvem.blogspot.com/2011/06/kilo-teroru-ile-mucadeye-davet.html
Eyvallah Yolcu, yorumunuz da beni mutlu etti:)
YanıtlaSilkilo terörü demek :))
YanıtlaSilgüzel yazmışsınız ama bana uygulanan bu terörün başka
versiyonu,ben çok yediğim halde
fazla kilo almayan bir insanım
doğal olarak diğer bayanlar
tarafından nefret edilip, itilip
kakılırım, misal;
-ya anlamıyorum ki o kadar yiyosun nereye gidiyo bunlar?
-şimdi ye ye bikaç yıl sonra bunlar sana yağ olunca görürsün!
-ben bu kadar yeseydim yüz kilo olmuştum!
-benden daha çok yiyosun, spor da yapmıyosun ee nasıl oluyo peki?
-sanki sen yiyosunda bana yapışıyo :))