4 Eylül 2010 Cumartesi

Onsuz Olmazdı.. Yeri Dolmazdı..

Günümüzden 146 yıl önce doğmuş bir yazar. İnanamıyorum.. O kadar yıl geçmiş mi sahiden? Acaba yukarıdaki fotoğrafından kim olduğunu hatırlamak mümkün mü? Bugün minibüsle İzmit’e gidecektim. Araba kullanmayacağım ya yanıma bir kitap alayım istedim. Hep ucu ucuna yaşadığım için gene pür telaş içindeydim. Kitaplığın yanından geçerken bahtıma ne denk gelirse diye rafların birinden bir kitap çektim. Kitabı çantama koydum.. Koştura koştura yola koyuldum.. Arabaya bindiğimde kitabı çıkardım ki.. Aa! O ne? Yılardır okumadığım bir kitap! İnan ki neredeyse varlığını bile unutmuşum.. Heyy! Bu Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın öykü kitabı.. Ne kadar sevindim anlatamam! Oy, önce şöyle bir kitabı hasretle kucakladım.. Canım ya.. Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç.. Hatırlamaz mıyım hiç? Hımm.. Bu epeyce uzun bir öykü.. İzmit'e varana kadar bitiremem.. Bitirmeden bırakırsam yazara ayıp olur diye arabadan inemem.. İyisi mi ben bu öyküyü usulca atlayayım da kısa olan ikinci öyküye geçeyim dedim.. İkinciyi sevinçle okumaya başladım.. Bu öyküsünün adı ne biliyor musun? Melek Sanmıştım Şeytanı.

Aradan bu kadar zaman geçmiş. Dile kolay. Nerden baksan aramızda bir asırdan fazla var. İyi bir edebiyatçı yaşlanır mı hiç? Mümkün mü? Tekrar anladım ki mümkün değil!.. Öyküde kibarca bir ailenin yanında üç yıldır içgüveysi olan Hüsnü, kendi başından geçenleri anlatıyordu. Öyle eğlenceli bir lisanla, öyle tatlı bir mizahla anlatıyordu ki, bir an karşımda gencecik yaşında Hüseyin Rahmi Gürpınar oturuyor sandım. Evet.. Hayal değil hem de gerçekten. O samimi üslubuyla sırlarını bana döküyordu resmen. Dırdırcı kaynana, altına iç takkesi giymekle kafasındaki şapkanın günahını hafiflettiğine inanan kayınbaba ve kıskanç bir eş. Yan bastığı, öne baktığı, aksırdığı, öksürdüğü affedilmez kabahat olan sığıntı durumda bir damat. Asıl önemlisi o devirlerin aile ve sosyal hayatını gözler önüne seren eğlenceli bir tasvir. Bu kadar etkilisini hangi tarih kitapları anlatabilir? Sanki Hüseyin Rahmi Gürpınar anlatıyor, ben de dinledikçe dayamıyor kıkır kıkır gülüyordum. Sırlarını anlatıyordu anlatmasına ama ayrıca tatlı tatlı da akıl veriyordu. Öykü bitince yazarın diğer öykülerini düşündüm. Biliyorum öyküleri aklıma geldikçe minibüsteki yolcuların tuhaf bakışlarına aldırmadan kendi kendime güldüm. O çocukluğumda okuduğum perili Gulyabani, Cadı öyküleri mesela... Tekinsiz öykülere onunla alışmıştım galiba. Şimdi ne düşündüm biliyor musun? İyi ki doğmuş, iyi ki bu öyküleri yazmış Hüseyin Rahmi Gürpınar! İyi ki! Ruhuna Rahmet!.. Onsuz ne eksik olurdu değil mi? Yeri tam bir boşluk olurdu. Kesin! Sen hiç Hüseyin Rahmi Gürpınar'sız bir Türk Edebiyatını düşünebiliyor musun? Hey! Aslaaa! Mümkün değil!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder