5 Eylül 2010 Pazar

Gülü Seven Dikenine Katlanır..

Hayat sanki bir rüzgar ve bir su gibi akıp gidiyor desem ne dersin? Biliyorum o güzelim şarkıyı cümleme uyarladım diye bıyıkaltı gülersin.. Ne anlatacağım biliyor musun? Bak şimdi... İçinde yaşarken zaman hızlı geçsin diye sabırsızlanıyoruz ya.. Hani aybaşı gelse, çocuk biraz daha büyüse, okulum çabucak bitse gibi düşüncelerle hep geleceğimize hedefleniyoruz.. Oysa kaçırdığımız şimdiki zaman değil mi? Farkederek yaşamak ne kadar mühim aslında. Hayat elimize verilen boş bir sepet gibi sanki.. Aldığımız kararlar, yaşadığımız tecrübeler, acılar, hüsranlar, hatalar, bezginlikler, okunan kitaplar, gezilen şehirler, seyredilen filmler, manzaralar, fotoğraflar, tablolar, yaşanan güllük gülistanlık anılar, mutluluklar, sevinçler... Herbiri giriyor hayat denilen boş sepetin içine birer birer. Ömrümüz oldukça dolduruyoruz sepetimizi tepeleme.. Yaşamda yanından gelip geçerken görüpte farketmediğimiz ne çok şey var gerçekte.. Misal bugün bahçedeki güller dikkatimi çekti.. O kadar "gör beni" diyen halleri vardı ki, yoksa gene görmeden yanlarından geçip gidecektim. Şöyle bir durdum. İlla aklıma öykü gelecek ya o an aklıma gülle bülbülün aşkı geldi.. Kulak kabarttım.. Bülbül sesi aradı kulağım.. Bırak bülbülü tek bir kuş sesi işitmedim.. Ne fena! Güldüm kendi kendime.. "Gülü gördüğüne şükret!" dedim.. Bülbül sesi duymak için ya kıra çıkmamız ya da belki hayvanat bahçesine gitmemiz gerekecek.. Kıra çıksak bile kuş sesi duyabilecek miyiz biir, haydi duyduk diyelim bülbül sesini ayırabilecek miyiz? Bu da ikii... Çoktaan unuttuk kuş seslerini çoktan.. Sebep! Doğayı katlettiğimizden ve betona kucak açtığımızdan..



Neyse ki zaman zaman bahçelerde, çiçekçilerde ya da özel bir gün sebebiyle gülle yollarımız kesişebiliyor çok şükür.. Dur ama önce gül ile bülbülün aşkı nerden geliyor onu birlikte hatırlayalım istersen.. Bilirsin okuduğumuz şiirlerde ya da şarkılarda gül hep sevgilidir.. Bülbül de onun aşkıyla yanıp tutuşan aşıktır. Ben söyleyenlerin yalancısıyım, galiba ilk yaradılışta gülün rengi aslında kırmızı değilmiş. Gül, bülbüle hiç yüz vermeyince, bülbül gülün bu umursamazlığına dayanamamış.. Bir gün gidip gülün gövdesine konmuş. Of! Gülün dikenleri bülbülün göğsüne batmamış mı? Hem de nasıl batmış.. Feci.. Akan kan gülün köklerinden damarlarına akmamış mı? Hem de acı bir aşkla akmış.. İşte rivayet o ki, o günden sonra gül kırmızı açmaya başlamış. Şimdi kırmızı, pembe, beyaz, katmerli, yediveren gibi çeşitli türleri var tabii.. Ama bildiğimiz o dur ki gülün gerçek rengi o gün bugün kırmızıdır.. Yaa.. Hikaye böyle işte.. Peki.. Konuşma dilimizde nasıl kullanırız gülü hatırlasana.. Goncaysa dudağa benzetiriz.. Utanıp pembeleştiyse yanağa benzetiriz.. Ya da gülünce yüzlerde güller açtırırız.. Veya saba rüzgarıyla gelen o şahane kokuyu hıımmm diye içimize çeker gül kokusuyla yüreğimiz çoştururuz.


Bana çok ilginç gelen bir şeyi söylemeliyim.. Ünlü İngiliz edebiyatçı Shakespeare ile ünlü Türk divan şairi Fuzuli'nin aynı çağda yaşadıklarını söyleyebiliriz.. Farklı yerlerde yaşayan ve birbirlerinden haberdar olmayan bu iki yazarın birinin Romeo ve Juliet, diğerinin Leyla ile Mecnun'nu yazması ve konularının da çok benziyor olması şaşırtmaz mı insanı? İşte gene Fransızların ünlü şairi Ronsard ve bizim Gül ü Bülbül’ün şairi Kara Fazli aynı çağda yaşamışlar.. Düşünsene ne televizyon var ne internet.. Birbirlerinden habersiz her ikisi de, gül konulu şiirleri kağıtlara dökmüşler.. Gene Rilke ve Rindlerin Akşamı’nda ‘’Ya lale açmalıdır göğsümüzde, yahud gül’’ diyen Yahya Kemal’in birbirlerinden habersiz gülle ilgili şiirler yazdıkları gibi. Ne hoş tesadüfler böyle.. Mesela bir örnek daha.. Umberto Eco, “Gülün Adı” romanıyla tarihe yönelirken, Yahya Kemal Beyatlı ile Ahmet Hamdi Tanpınar gül temalı şiirleri çok daha önceleri yazmışlar.. Yahya Kemal’in “Söz Meydanı” adlı gazelinden şu mısraları okusak sözgelimi.. “Zaman o gül gibi gül görememiş zaman olalı / Gülün güzelliği dillere destan olalı” Ahmet Hamdi Tanpınar’ın çok az sayıdaki şiirlerinden birinin adı “Gül”dür. Ayrıca “Bir Gül Tazeliği”, “Güller ve Kadehler”, “Bir Gül Bu Karanlıklarda” gibi adında gül olan pek çok şiiri vardır. Sezai Karakoç’un "Gül’ün Muştusu" şiirinden bir kaç mısra yazayım istedim:

“….Yabancı bir şehir gibi
Kırmızı güller yerli
Kuzuların doğması nasıl beklenirse o ülkede
Güllerin açması da öyle beklenir gün doğmadan önce "

Edip Cansever’e, Hilmi Yavuz’a kadar onlarca şair gülle ilgili şiirler söylemişler..

Dinlerde de gül hep karşımıza çıkmaz mı? Çıkar.. Mesela Adem Peygamber ile Havva'nın üzerinden kuruyup dökülen yaprakların, yerden güzel kokulu bir bitki olarak büyüdüğü ve bu çiçeğin de gül olduğu rivayet edilir. Nemrut tarafından İbrahim peygamberin mancınıkla atıldığı ateş, ilahi bir emirle gül bahçesine dönüşmüştür. Bazı Hristiyan tarikatlarında gül Hz. İsa’yı temsil eden haça tekabül eder.

Fakat bence gül hiçbir dinde İslam kültüründeki kadar açık bir şekilde peygamber sembolü olmamıştır. Yunus Emre “Çiçek eydür ey derviş/Gül Muhammed teridir.” demiştir. Ve Süleyman Çelebi “Terlese güller olurdu her teri / Hoş dererlerdi, terinden gülleri’’ der mevlidinde. Yani Hz. Muhammet’in terinin kokusudur gül kokusu. Bu nedenle çini, tezhip, minyatür, kitap, kumaş boyama, ağaç işlemeciliği gibi İslam sanatlarında gül yoğunlukla kullanılmış. Fatih Sultan Mehmet’in portresindeki gül, padişahın gücünün yanı sıra manevi zenginliği ve inceliği göstermekteymiş. Tasavvuftaki gül manası nedeniyle belki de ramazan tatlısına güllaç denmiş, dini törenlerde gül suyu dökmek adet edinilmiş.

Biliyorum konuyu çok uzattım ama.. Bir kaç kelam daha etmeliyim.. Günlük konuşma dilimizde gül kelimesini ne kadar çok kullanıyoruz demiştik ya.. İsimleri düşünsene öncelikle.. Gül kelimesinden türetilmiş pek çok ismi kız çocuklarına takıyoruz: Gül, Gülşen, Gülay , Gülçin , Gülgün, Songül… Gül ile ilgili pek çok deyimimiz var; gül gibi geçinmek, gül üstüne gül koklamamak, güllük gülistanlık gibi mesela. Ya atasözlerimiz... Gülü seven dikenine katlanır, gülün kadrini bülbül bilir, gülü yad ettikçe bülbülün feryadı artar. Peki okul yıllarının anket defterlerine yazılan şu cümleleri hepimiz ezbere bilmez miyiz? “Gülü bir gün seni her gün, gülü soluncaya seni ölünceye kadar seveceğim.” Ya şuna ne demeli? “Ben sana gülüm demem,gülün ömrü az olur!”

Aslında çok uzun yazıyorsun demesen, gülün renklerine veya sayılarına göre anlamını yazmam da mümkün.. Hımm.. Ben daha fazla uzatmayayım diye sözüme burada nihayet vereceğim. Son bir şey söylemezsem vallahi içimde kalır.. Bak bunu sana söylüyorum iyi dinle.. Gül, o güzelim kokusunu nasıl kazanmış biliyor musun? Dikeninle hoş geçinmekle.. Öyle uzun yazıyorsun diye yüreğimi incitme.. Gülü seven dikenine katlanır.. Yaa, gülle ilgili yazım da böyleyken böyle işte..

2 yorum:

  1. Gel gül dedi ,bülbül güle
    Gül gülmedi gitti.
    Gül bülbüle,bülbül güle
    Yar almadı gitti.
    Selamlar...

    YanıtlaSil
  2. Hey, Aylardan Şubat.. Hangi ara yazdınız bu yorumu? Özledim sizi.. Nerdesiniz? Afedersiniz, bu şiiri yoksa siz mi yazdınız? Sizin öykülere benziyor.. Gene sonu mutsuz bitiyor:)) Teşekkür ederim. Sevgiler.

    YanıtlaSil