Ne zaman ki asansöre binmeyeyim... Yürüyerek çıkayım ya da ineyim merdivenlerden..Edebiyat derslerinde okuduğumuz, Ahmet Haşim'in Merdiven adlı şiirinin, ezberimde kalan üç dizesini hatırlarım: "Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden, Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak, Ve bir zaman bakacaksın semaya ağlayarak..." O kadar...Sonra Ahmet Haşim hakkında bildiklerim, adeta merdiven basamaklarına tek tek düşer. Mina Urgan anılarını anlattığı kitabında, Ahmet Haşim'in aslında pek yakışıklı değil de çok zeki biri olduğundan bahseder mesela. Gözlerinden fışkıran zekanın Ahmet Haşim'i nasıl güzelleştirdiğini yazar. Neden Edebiyat derslerinde böyle konulardan bahsetmezler de sadece yazarların kitap isimlerini ezberletirler? Değerli yazar, Yakup Kadri anlatırmış; Ahmet Haşim ağzıyla değil de, mavi gözlerinin ucundan gülümsermiş sözgelimi... Bu çok hoş bir anlatım üslubu değil mi? Gelgelelim Ahmet Haşim kendini asla yakışıklı bulmazmış. Bilakis kendini çok çirkin sanırmış. Annesini altı yaşında yitirmiş. Şiirlerinin çok hüzünlü olmasının bir nedeni küçük yaşta öksüz kalması olabilir mi? Kimbilir? Kitaplıktaki Piyale adlı kitabına baktım şimdi. Annesi için yazdığı şiirlerine baktım... Sensiz adlı şiiri şöyle başlıyor: "Annemle karanlık geceler bazı çıkardık, Boşlukta denizler gibi yokluk ve karanlık."Hüzün dolu şiirleri... Ahmet Haşim'in Galatasaray Lisesi ve Hukuk Fakültesi mezunu olduğunu, 1885 ve 1933 yılları arasında yaşadığını, şimdi sanal ansiklopediden bakıp yazdım. Asıl benim anlatmak istediğim yazarla ilgili başka bir özellik.
Yazar yemeği çok severmiş. Gerçek bir gurmeymiş. Güzel yemekten fazlasıyla haz alırmış. Fakat hayatının sonuna doğru hastalanınca perhiz yapmaya mahkum edilmiş. Yemeğin lezzetine varmış biri için, ne feci bir durum değil mi? Değil işte... Şair ne yapmış bu durumda peki? Gurmeliğinin yönünü yemekten suya çevirmiş. Nasıl mı? Şöyle... Evinde muhtelif şişelerde, İstanbul'un muhtelif kaynak sularından örnekler bulundururmuş. Hamidiye, Taşdelen, Çamlıca, Kısıklı, Halkalı vesaire... Ahmet Haşim bu sular hakkında uzman olmuş. Kaynak suların arasındaki tat değişikliklerini çok iyi farkedebiliyormuş. Herhangi birinden bardağa konan suyun, hangi kaynak suyuna ait olduğunu kolaylıkla anlayabiliyormuş. Bu da çok hoş değil mi? Ahmet Haşim... Yemeğin hayata anlam katan en güzel keyiflerden biri olduğunu çok iyi biliyor. Ama hasta ya şimdi. Diyete mahkum. O zaman kendine boğazdan geçen başka bir keyif buluyor. Su. Sanki suyun tadı hep aynıymış gibi düşünürüz değil mi? Değil işte... Yazar su tadlarındaki farklılıkların keşfine çıkmış o hastalık zamanlarında. Ve her kaynak suyunun farklı lezzeti var tabii ki... Bu kez de sudaki tat değişikliklerinden keyif alıyor. Ve şiirlerini yazmaya devam ediyor: "Akşam,yine akşam, yine akşam, Bir sırma kemerdir suya baksam, Akşam, yine akşam, yine akşam, Göllerde bu dem bir kamış olsam!" diyor.
NOT :1.Fotoğraf- Numan Serteli'nin fotoğraf arşivinden alınmıştır.
Ahmet Haşim ' i çok seven biri olarak bu yazıya bayıldım. Tuğba
YanıtlaSilKardeş, demek beğendin yazımı... Ne mutlu bana! Edebiyat sever bir öğretmenden, hele nadir yorum yazan kardeşimden böyle bir yorum aldım ya...
YanıtlaSilDünyalar benim oldu valla:)