"size göre biz boş yere
yaşıyorsak çaresiz
oltadaki balık kadar
yoksa değerimiz
biz de kayıklara atlayıp
vapurların yaşadığı denizlere gideriz."
Ezginin Günlüğü
Hayal Kahvem'e kaç kez yazdım kim bilir? Ben bağımlılıklarının esiri olan birisiyim. Mesela şu yukarıdaki fotoğrafta, üzerimdeki kadife ceket var ya... Yalanım yok, seneler senesidir bıkıp usanmadan giymekteyim. İnan, sayıya döküp yılını söylemeye utanıyorum. Ceket eskidi, kumaşı yıprandı, cep kenarları söküldü, dikildi, gene söküldü, gene dikildi... Hatta kolları bile çekti... Arkadaşlarım ve yakınlarım kaç kez "Soldu artık giyme şu ceketi." dedi. Hiç umurumda olmadı. Bir kulağımdan girdi. Diğer kulağımdan çıktı. Bu kadife ceket benim bağımlılıklarımdan sadece biri. Yok, vazgeçemiyorum. Tutkuyla giymeye devam ediyorum. Düşünsene, kadife ceketim sırtımdayken, seneler senesi kimbilir ne diyarlar gezdim? Ceketimle birlikte, kimbilir kimlerle hasbihal ettim? Ceketin dili olsa da anlatsa keşke. Ayrıca aynı giysileri giymek hayatımı kolaylaştırıyor, fena bir şey mi yani? Bak şimdi, hafta sonu arkadaşlarımla Burgazada'ya gitmeye karar vermiştik, tamam mı? Sabah ne giyeceğim diye hiiç düşünmedim. Hep aynı kot pantolonum ya da kot eteğim, bez ayakkabım, bez şapkam ve sırt çantam. Değişen sadece tişörtüm. Üstüne kaptığım gibi kadife ceketimi... Hey!.. Ver elini nereye gitmek istiyorsan oraya!.. Mesela bu kez Burgazada'ya!.. O kadar! İyi ama ben kıyafetlerimi değil, Burgazada'yı anlatmaya niyetliydim. Şimdi durup dururken kıyafetlerime nereden geldim?
Burgazada'ya gitmeyi yıllardır hayal ederdim. Geçtiğimiz Pazar günü, Burgazada'ya tüm merakımla ve heyecanımla ilk kez gittim. Adayla ilgili anlatmak istediğim onca konu dururken, neden yazıya bağımlılıklarımdan başladım, neden kıyafetlerimle ilgili lakırtılar ettim inan bilmiyorum. Oysa sahiden bayıldım Burgazada'ya... Burgazada'yı anlatacağım anlatmasına daaa... Biliyorum "Lafı uzatma! Yediğin içtiğin senin olsun, gördüklerini anlat," diyorsundur demesine ama... Üzgünüm, tuhaf biriyim. Gördüklerimin bir kısmını işte fotoğraflayıp, koydum yukarıya... Ben... Hımm... Şimdi... Üzerine afiyet... Ah, esiri olduğum bir başka bağımlılığımdan söz etmek istiyorum. Ne mi? Ah, elbette... BALIK! BALIK!
Acıktığımızı hissedince, Burgazada'daki öğretmen evinin bahçesine, yemek için oturduk. "Balık!" dedim "Balık." "Mesela istavrit tava!" Balıklar geldi. Harbiden denizden gelmişim ben! diye aklımdan geçirdim. "Denizden babam çıksa yerim," denir ya hani. İnan o cinsten birisiyim. Düşünebiliyor musun, Sait Faik'in son onaltı yılını yaşadığı, en güzel öykülerini yazdığı Burgazada'daydım... Önümde balık, karşımda şahane sonbahar renkleri arasından ışıldayan muhteşem bir deniz manzarası vardı. Hava desen nasıl güzeldi anlatamam. Şerbet... Şerbet... Arkadaşlarım yanımdaydı... Hey, daha ne isterim? Mutluydum elbet!.. Sonra tabağımda yemem için bekleyen, beyaz soğanın yanına dizim dizim serilmiş istavritlere tüm iştahımla baktım. İyi ama... O anda... Sait Faik'in iştah açıcı bir öyküsü gelmedi de aklıma... Allahım! Ne geldi biliyor musun? Serdar Sıralar'ın Küçük İstavrit adlı o hazin şiiri... Hatırlasana, Küçük İstavrit yiyecek bir şey sanıp, hızla atılır ya çapariye hani. Önce müthiş bir acı duyar dudağında, gümbür gümbür olur yüreği. Bilirsin, sonra hızla çekilir yukarıya. Aslında hep merak etmiştir denizlerin üstünü, gökyüzünün neye benzediğini ama şimdi bir yanda büyük bir merak bir yanda ölüm korkusu hisseder. "Dudağı yarıklar" denir, şanslıdır onlar, hani görüp de gökyüzünü, insani oltadan son anda kurtulanlar, diye devam eden Serdar Sıralar'ın şiiri aklıma gelmesin mi? Tamam. Vallahi çok severim Küçük İstavrit şiirini. Ama tam istavrit yerken bu şiiri düşünmenin sırası mı yani? Yooo... Şiirin devamını hiç mi hiç düşünmemeliydim. Düşünürsem eğer, önümdeki istavritleri nasıl yiyebilirdim? Şiirin devamını hemen zihnimin kuytularına ittim. İlk istivrati elime aldım. Arkadaşlarıma belli etmeden, istavritin kulağına usulca fısıldadım: "İstavrit, sen ne Boğaz'ın sultanı lüfersin, ne onsuz Boğaz'ın öksüz kaldığı palamutsun, ne hunhar bir balık olan levreksin, ne barbunyayı aratmayan tekirsin... İstavrit sen var ya sadece Boğaz'ın değil benim de sadık yârimsin. Seni çok seviyorum. İnan kılçığından, kuyruğuna, gövdenden, kafana kadar her hücreni çöpe atmadan yiyiyorum. İstavrit, sen var ya, derya kuzumsun benim. Seni yiyeceğim için özür dilerim. Bu kadar lezzetli olduğun için ise çok teşekkür ederim." dedim. Ben böyle dedim ya, ister inan ister inanma, sadece elimdeki istavrit değil, tüm tabak bir ağızdan onaylayıp beni, "Tamam!" dedi. Sevindim. Kılçığıdır, kafasıdır, kuyruğudur demedim... İstavritleri hımlaya hımlaya, koklaya koklaya, tepeden tırnağa yiyip bitirdim. O gün hepimize bir armağandı. Tanrım, çok teşekkür ederim.
NOT: İtalik cümleleri Artun Uysal'ın Boğaz'ın Beş Efendisi adlı kitabın tanıtımdan alıntıladım.
Harika anlatımınızla beni de gezdirdiniz oralarda...Teşekkürler.
YanıtlaSilBeğenmenize sevindim Celali. Ben teşekkür ederim.
Silfotoğraflarla bütünleyen ne güzel bir yazı olmuş :)
YanıtlaSilama ben neyi farkettim biliyor musun, o başıboş koşan atların hiç fotoğrafını çekememişim :(
Sağol Buket! Ben sana bir çok başı boş koşan at resmi gönderirim merak etme sen:)
Silyaaa bende biraz önce istavrit yedim ama ne yazık ki seninkiler gibi değidi ;) Birdaha istavrit yemem derken senin bu yazını okuyup canımın istavrit istiyeceğini 40 yıl düşünsem aklıma gelmezdi :)
YanıtlaSilAşkolsun! O istavritler sizi seçmiş. Nasıl beğenmediniz:)
SilBir daha balık yerken,lütfen önce koklayınız, sonra özür dileyip, ardından teşekkür ediniz. Bakın nasıl lezzet alacaksınız:)Sahiden, balık yemenin şartı böyledir, Beni Böyle Hatırla:))
Ne yazk ki resimleri açamadım. Keşke görebilseydim. Bizim di düşüncemiz vardı ama. Hiç gitmemişiqz oraya belki de bilmediğimizden..
YanıtlaSilMutlaka gitmelisiniz Profösör, hem de tam bu mevsimde. Harikuladeydi inanın. Her görüntü büyüleyiciydi.
Silokurken tüylerim diken diken oldu, istavritle konuşmana bayıldım. bence yediğimiz tüm yiyeceklerle böyle bir konuşma yapmalıyız. çünkü hepsi bir zamanlar bizim gibi birer canlıydı. rokanın, marulun, terenin de canlı olduğunu her ne kadar çoğu zaman unutsak bile enginarın bile bir kalbi var değil mi? :)))
YanıtlaSilKara Kitap, balıkla konuşurken açık etmemek lazım:) Tuhaf tuhaf bakarlar sonra karışmam:))
SilBen gizli yapmayı beceriyordum. Artık vaziyetimi yazıyorum ya, yanımda yemek yiyenler, bir şey demiyorlar ama "aklından neler geçiyor?" diye soruyorlar:)
Burunumun dibine kadar geldiğinizi kokularınızdan anladım :) sizi gidiler siziiii.. istavrit midende takla atmıyordur umarım HayalKahvem ;)
YanıtlaSilGüzellikler sizlerle olsun..
Geldik valla Momentos:) Yakınından geçtik. Keşke olaydın yanımızda:)
SilEvet,hayal kahvemde aşina olduklarımızdan biri o kadife ceket. İstavrit hakkında yazdıkların nedense Türkan Şoray'ın balıkçı güzeli filmini hatırlattı.:) Ders:Burgaz adaya gidilecek(ivedi) Teşekkürler.
YanıtlaSilCasswa, tam zamanıdır Burgazada'ya gitmenin. Biz şanslıydık. Hava çok güzeldi. Ama o doğanın renkleri var ya.. Of... Büyüleyiciydi.
SilSait Faik Abasiyanik'in Dulger Baligi'nin olumunu anlattigi bir hikayesi var,sonu beni cok etkilemistir,niyeyse dengine(denk bir ese,denk bir ortama,denk bir arkadasa ) dusemeyen insanlari gorunce o hikayenin anafikrini hatirlarim.Melankolikmisim sanirim daha gencken,simdiye de tortusu kalmis(Zuleyha)
YanıtlaSil