Acaba
kitabın adı mıydı ilgimi çeken? Çünkü harikûlade bir kitap ismiydi. Günaydın
Hüzün. Hüzün kelimesinin sadece anlamını değil melodisini de çok severim.
İçinde hüzün barındıran her şey ilgimi çeker. Hilmi Yavuz'un "Hüzün
ki en çok yakışandır bize. Belki de en çok anladığımız." dizeleri
manifestomdur desem gene abarttığımı düşüneceğine eminim. Ya Attila
İlhan'ın o dünyalar güzeli dizeleri... "Hayat zamanda iz
bırakmaz... Bir boşluğa düşersin bir boşluktan... Birikip yeniden sıçramak
için... Elde var hüzün." Neyse. Takılmamalıyım şiirlerin hüzünlü
büyüsüne. Zira şiir çarpması için zamanlama hiç uygun değil. Şimdi bir
kitabın ağına düşme, tadını sürme, melodisini arama vakti. Kitabın adı Günaydın
Hüzün. Yazarı Françoise Sagan. Tanımıyorum. Sagan soyadı nedense çok tanıdık
geldi. Kozmos'un yazarı Carl Sagan sebebiyle belki. Ama Françoise
Sagan'ın hiç bir kitabını okumadığımı çok iyi biliyorum. Tuhaf. Bu kitabı
kitapçıdan satın almadım. İnternet üzerinden siparişle gelmişti. Bir süredir
ofisteki odamda diğer kitaplarımın arasında duruyordu. Sipariş vererek satın
aldığıma göre illa ki bir yerde adını duymuş ya da okumuş olmalıyım. Nerede, ne
zaman hatırlamıyorum. Bugün yoğun bir iş programım vardı. İkindiden sonra
rahatladım. Biraz kitap okumak istedi canım. Onca zamandan sonra bu kitabı
elime aldım. Ofisteki koltuğumda iyice arkama yaslandım. Ayaklarımı yandaki
kesona uzarttım.Okumaya başladım.
İlk
paragrafında şöyle yazıyordu: "Sıkıntısı, sevecenliği bir
saplantı gibi peşimi bırakmayan bu bilinmedik duyguya o adı, o güzel, o ciddî
hüzün adını koymaktan çekiniyorum. Bu öyle eksiksiz, öyle bencil bir duygu ki,
neredeyse utanacağım geliyor, oysaki hüzün bana her zaman saygıdeğer
görünmüştür. Bu hüznü tanımazdım, sadece can sıkıntısını, pişmanlığı daha da
seyrek, vicdan azabını bilirdim. Bugün bir şey, ipek gibi, sinir bozucu ve
sevecen, içimde kanatlanıyor ve beni ötekilerden ayırıyor." Yorgundum.
Hatta oldukça debdebeli bir gün geçirmiştim. Sinirlerim gergindi. Kitabın
cümleleri zorlamıyordu beni. Bilakis su gibi akıyor, bünyemde rahatlama hissi yaratıyordu.
Onyedi yaşındaki Cecile'in anlattıklarıydı. Paragraf paragraf kolaylıkla
ilerlemiş, yüz otuz dört sayfalık kitabın neredeyse elli sayfasını geride
bırakmıştım. Sonra kitabı kapattım. Çantama attım. Spora gittim. Eve
geldim. Duş aldım. Yemek hazırladım. Yarınki yemekleri yoluna soktum.
Kitap basit konusuna rağmen çekmişti beni. Okumaya kaldığım yerden devam ettim.
Kitap son cümleleri gibi bir his bırakarak kolaylıkla bitti. "O zaman
içimde bir şey yükseliyor, gözlerim kapalı, adıyla selamladığım bir şey:
Günaydın Hüzün."
Tuhaf!
Kitap bir tat bırakmıştı dimağımda. Ne olduğunu çözemiyordum. Mutfağa gittim.
Kitabın üçüncü bölümünde Cecile'in yaptıklarını aynen yaptım. Bir fincan
kahve ve bir portakalla gidip balkonun basamağına rahat rahat kuruldum: ve
gecenin keyfini çıkarmaya koyuldum: Portakalı ısırıyordum. Şekerli suyu
ağzımın içini ıslatıyordu. Hemen ardından kaynar kaynar bir yudum kahve, ve
yeniden meyvenin serinliği. Daha önce portakalla kahve içmeyi hiç
denememiştim. Tadı damağıma uydu. Hoşuma gitti. Yok kitabın verdiği böyle bir
tad değildi. Daha önce tanıyıp şimdi hatırlamadığım bir melodiydi belki.
Yazarını merak ettim. Az önce sanal ansiklopediye girdim. 1935 doğumlu Fransız
oyun, roman ve senaryo yazarıymış Françoise Sagan. Günaydın Hüzün'ü onsekiz
yaşındayken yazmış. Şimdi sıkı durmanı istiyorum. Günaydın Hüzün
adlı bu roman, Simon&Garfunkel'in The Sounds of Silence adlı şarkısına esin
kaynağı olmuş. Gözlerime inanamadım. Hemen bu parçayı buldum. Dinleme başladım.
Sessizliğin Sesi... Günaydın Hüzün'ün, Simon&Garfunkel'e esin
kaynağı olup olmadığını bilmiyorum ama kitabın hissettiğim melodisiyle bu
parçanın tanıdık melodisi birbirine sahiden yakın.
selam karanlık, eski dostum
işte yine geldim seninle konuşmak için
çünkü yavaş yavaş büyüyen bir görüntü
tohumlarını bıraktı beynime ben uyurken
ve orada büyüyen görüntü
hala duruyor
sessizliğin sesinde
2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder