Kulelerle ilgili efsaneler her daim ilgimi cezbederler. Mesela Babil Kulesi'ni düşünsene... Babil'in kelime anlamı gökyüzünün kapısı demekmiş. Efsaneye göre aslında bir vakitler dünyanın dili de sözü de birmiş. İnsanlar yeryüzü üzerinde başı göklere erişen bir kule bina etmişler. Amaçları kendilerine nam yapmakmış. Bu durumu gören Tanrı "madem benimle boy ölçüşmeye kalktılar, o halde kendileri de anlaşamasınlar, dilleri farklı olsun, anlaşmaya varamasınlar" diye çok kalıcı bir ceza vermiş.
Günümüzde ise dünyanın en yüksek
binası Dubai'de inşa edilmiş. Burj Dubai... 828 metre yüksekliğinde
ve 160 katlı. Vay canına sayın seyirciler! Bu ne ihtişam bu ne
haşmet böyle!.. Hey!.. Bu ve benzeri kule binaların inşaatında, günde
16 saat, 45- 50 derece sıcaklıkta, 200 dolara işçiler
çalıştırıldığını biliyor muydun? Kölelik kalktı deniyor ya... Nerdee? Güya yasalar önünde bütün insanlar, renk, ırk, dil,
din, cinsiyet ayırımı yapılmaksızın eşit... Keşke... Peki, mesela bu
kulelerin yapımında çalıştırılan işçilerin vaziyeti nedir böyle? Meğer
bu durumlara gizli kölelik deniyormuş. Göçmen işçiler, Körfez
ülkelerinin vatandaşlarının tercih etmediği ağır işlerde, iş güvencesi
olmadan, aşağılanarak, feci şartlarla çalıştırılıyormuş.
Ne dersin? Kuleler uzadıkça, gökyüzüne ulaşma çabası arttıkça, insanlar birbirlerini daha mı anlamaz oluyorlar? Acaba eski efsanelere inanmak mı gerekiyor? Günümüzde insanların, halen birbiriyle bir türlü anlaşmayı becerememeleri, sürekli savaş, kavga, psikolojik ya da fiziksel şiddet vaziyetleri, kendi cennetlerini başkalarının hayatlarını cehenneme çevirerek inşa etmeleri yoksa bu sebeple mi?
Şimdi bunlar aklıma gelince, canım nasıl
Luis Amstrong dinlemek istedi anlatamam. İnsan denilen yaratığın bunca
kötülüklerini, bunca zalimliklerini, bir nebze olsun ne unutturabilir?
Sanat elbette... Zencilerin kederli şarkıları vardır, bilirsin... Bir nevi
ağıt... Caz... Hüznün müziği... Karaderili acısını bir şarkısında
anlatırken, umudunu yitirmeden şöyle demiş... "Ve rüzgâr yön
değiştirecek, hüznü üfleyip götürecek." Aynı dileğe katılıp, hüzünlü
bir müziği, yaşam şevki veren fotoğrafına bakarak
Luis Amstrongtan dinlemeye ne dersin? Buyrunuz... 20. yüzyılın en büyük
caz ustası söylüyor... La vie en rose!
2011
Kulelerin bence de mistik bir havası var... Çekici. :)
YanıtlaSilKafa'ya da beklerim. :)
Eski kuleler neyse, tamam.
SilAmaaa, yeni kulelerin cümlesine itirazım var:)
Kafa'ya elbette uğrarım:)
Mert, ne hoş bloglar onlar. Bayıldım:)
YanıtlaSilBen küçükken benden uzun insanların gökyüzüne dokunduğuna inanırdım. Sonra o insanların dokunamadığını anladım kimbilir belki kuleler bu yüzden inşa edilmişlerdir ve işçiler(o işçilerle ilgili bir belgesel film izlemiştim tavsiye ederim bulamazsanız mail atarım size) her çalışma zamanı gökyüzüne dokunup bir parça kısık güneşte pişmiş bulut yiyorlardır öğle vakitlerinde :)
YanıtlaSilÇocukluk ne hoş değil mi M.V?
Silİyi ama ben kocaaamaaan oldum halen ne hayaller kuruyorum:)
Bugün bir ara denizin karşı kıyısına bakıyordum. Dalmışım.
Bir de ne göreyim karşı kıyının kumsalıydım. Resmen kumsaldım M.V:)
İnsanlar yürüyorlardı üzerimde. Gerçekten:)
Sonra kendime geldim. Bi baktım ki kumsal değildim gene bendim:)
O filmi seyretmek isterim. Bilgi alabilirsem sevinirim.