"Dünyayı değiştirirken ölmüşlerdi,
Boşa harcanan hayatlar mıydı onlar,
Yoksa
Hayır,
Olamaz.
Hayır hayır
Olamaz hayır,
Olamaz hayır."
Bulutsuzluk Özlemi
Lev Tolstoy'un Anna Karenina'sı, Charlotte
Bronte'nin Jane Eyre'i, Refik Halid Karay'ın Nilgün'ü, Peyami
Safa'nın Canan'ı, Vladimir Nabokov'un Lolita'sı, Melih Cevdet Anday'ın
Raziye'si, Halide Edip Adıvar'ın Handan'ı, Gustave Flaubert'in Madam Bovary'isi... Kitaplarımın arasından bir avazda sayacağım kitap isimleri... Bunların arasında bir tek Madam
Bovary de kadının adı yok. Acaba niye kitabın adı Emma Bovary değil? Romanı okumayı yeni bitirdim. Konu hafızamda henüz tazeyken, aklımda kalanları yazıvereyim.
Flaubert, Madam
Bovery'i 1857 yılında yayımlamış. Roman bizi o yıllara ışınlıyor.
Romanın kahramanı Emma köyde doğup büyüyor. Manastır eğitimi alıyor. Manastırda okuduğu romanlar hayal
dünyasını geliştiriyor. Manastır eğitiminden sonra eve döndüğünde hayal
kırıklığına uğruyor. Baskıcı gelenekler, yeniliğe kapalı, tutucu bir
çevreden kurtulmak niyetiyle genç bir doktorla evleniyor. Yavaş yavaş anlıyor ki, gerçek hayatı okuduklarına, hayal ettiklerine hiç benzemiyor.
Küçük bir taşra kentine
taşınıyorlar. Hem ev hem muayenehane olarak kullandıkları bir evde yaşamaya
başlıyorlar. Yemek kokuları, hasta sesleri, dar mekanlar, eski eşyalar... Emma'nın
sıkışmışlık, yeniyi özlem, yalnızlık duyguları ağır basıyor. Başka bir taşra kasabasına
taşınıyorlar. Kasabada konuşulanlar
hep tarım ve hayvancılık üzerine... Bu durgun kasabada rutini bozan yegane
hareketler, düğünler, ölümler ya da vaftiz törenleri... Emma'nın hayal
ettiği böyle bir dünya değil. Aslında en başında heyecanla başladığı evliliğini, şimdi "Yarabbi, ne yaptım da
evlendim." diye sorgulamaya başlıyor.
Kocasına bakalım... Romanın ilk
bölümünde kocası Charles'in, çocukluğundan itibaren annesinin yönlendirmesi ve zorlamasıyla doktor olduğunu öğreniyoruz. İlk evliğini ailesinin kararıyla yaşlı ve dul
bir kadınla yapıyor. Karısı ölünce, Emma ile evleniyor. Charles,
yaşadığı yerle, toplumsal değerlerle uyum içinde yaşayan bir adam. Güzeller güzeli karısı Emma yanında ya, yeter ona... Mutludur. İstediği gibi
aile düzenini kurmuştur. Karısı düzeninin bir parçasıdır. Emma'yı hangi
saatlerde öpüp kucaklayacağı bile bellidir. Emma'nın
duygularını, arzularını, gelecekle ilgili hayallerini anlamaz. Oysa bir
anlamaya niyetlense, Emma kocasına coşkuyla yaklaşmak istemektedir. Emma,
doğru diye öğretilen kurallar doğrultusunda kocasına aşık olmak için çok
uğraşır. Beklediği heyecanı kocasında bulamaz. Kendisine,
giyimine, konuşmasına özen göstermeyen, karısının arzularından habersiz, akşam
yemeğinden sonra koltuğunda uyuklayan, silik, sıradan bir kocadır Mösyö Bovary.
Emma hamile kaldığında
oğlan çocuğu doğurmak istiyor. Çünkü erkekler, serbestçe dolaşmakta, istediklerini yapabilmektedirler. Hamilelik onu heyecanlandırmıyor. Kızı
doğuyor. Doğum sonrası, gelenekler gereği bebek sütanneye veriliyor. Annelik, Emma'ya özel bir duygu vermiyor.
Emma'nın karşısına
çıkan diğer erkekler nasıldır peki? Mesela, kadınları baştan çıkarma hususunda
usta olan Rodolphe'le tanışır. Genç adam kendi çıkarına dayanana kadar Emma'yı
sömürür. Bırakır. Leon da farklı değildir. Para için insanların
saflığından faydalanıp, hayatları harcamaktan çekinmeyen, diğer kurnaz
adamlar silsilesi de eklenince, Emma'nın kadın kimlik arayışının, cinsel obje'ye
nasıl indirgendiğine şahit oluruz.
Kitabın adı Emma
Bovary niye değildir? Neden Madam Bovary'dir? Çünkü Emma, kızının annesi,
kocasının karısıdır. Toplumsal kurallara, geleneklere göre öyle olmalıdır. Romandaki kadın kahramanın, bunun dışında kendisi için bağımsız bir kimlik
oluşturması mümkün olamıyor. Kitabı okuyunca, pek çok okur için kocasını aldatan bir kadının
romanı gibi anlaşılabilir. Emma'nın kadın kimliği içindeki çaresizliği o kadar bariz ki... O, erkek gibi
olmak istiyor. Erkek gibi özgür yaşamak istiyor. Dünyayı gezmek istiyor. Oysa
kadın ve erkeğin rolleri en baştan belli. Kadın eş ve anne olmalı. Evinde
oturmalı. Olanla yetinmeli. Kocasına ve çocuklarına hizmet etmeli.
Böyle olmak Emma'yı acıtıyor. Yaşadığı gibi eşliği ve anneliği kabullenmek
istemiyor. Yapıyor da... Özgür bir erkek gibi sigara içiyor. Toplumun ahlak kurallarını
çiğniyor. Kendi kurguladığı hayatın gerçek olduğunu kabullendiği yanılsamalara düşüyor ve sonunu hazırlayan çılgınca alışverişler yapıyor. Borçlanıyor. Adamların hiç biri kadına yardımcı olmuyor. Veee... Çaresizlik içinde, hayatının sonlandırmaya karar veriyor.
"Ben yıllardan beri olmayacak düşlerin peşinde miydim?" der ya "Hayır, Hayır" adlı şarkısında Bulutsuzluk Özlemi... Nedense kitap bitince bu şarkıyı dinlemek istedim. 19. yüzyılın Madam Bovary'lerin çoğunun, günümüzde artık Emma olduklarını hayal ettim.
Blogunuzu yeni keşfettim.Gerçekten çok faydalı bir blogunuz var.İyi bloglar :)
YanıtlaSilMerhaba Tasarkar, beğenmenize sevindim:) Teşekkür ederim.
YanıtlaSil