Oy canımın içi Pınarım. Onu
ilk tanıdığımda sahnedeydi. Dans ediyordu. Hem de tango... Yalan söyleyecek değilim... Aklımdan ilk geçen, görmeyen biri tango yapabilir mi, bence biraz görüyordur, olmuştu. Şaşkının tekiyim. Tango gözlerle mi yapılıyor? Niye
görmeyenler dans edemesin ki? Yıllardır harika arkadaşlığımız var
Pınar'la. Sayesinde pek çok arkadaş edindim. Gerçekten görmeyi Pınar'dan ve
diğer dostlarımdan öğrenmeye devam etmekteyim. Sözü uzattım. Aslında başka
bir şeydi muradım. Pınar uzun zamandır tango yapmaya fırsat bulamıyor da...
Nasıl özlemiş dans etmeyi anlatamam. Tango özlemini yazdı. İşte
buyurunuz... Ve Pınar ve tango özlemi...
"Bir…
İki… Bir… İki…
Parmaklarının
ucunda süzülürken, ağırlığını ay yüzeyinde dolaşır gibi altıda birine indirir tango
dansı. Buzdan bir zeminde gibi seni durduğun yerde durdurmayan bu
ritim duygusu, saçının telinden ayak parmağına kadar içinden geçerken, elektrik
topraklaması gibi tüm kötü enerjileri de beraberinde götürür. Önce figürlerle
başlarsın keşfetmeye. Ardından artık hiçbir figürün anlamı kalmaz, doğduğundan
beri dans ediyor zannedersin kendini. Bir parçan olur adımlar, dönüşler,
süzülüşler. Salonun bir ucundan bir ucuna savrulurken katettiğin yolda,
saatteki hızın yüzlerce kilometreye ulaşır. Çünkü fiziksel benliğin değildir
hareket eden, ruhun bedeninden fırlayıp bağımsızca koşar bir uçtan bir uca.
Ritim mi ruhunu takip eder, ruhun mu ritmi, bedenin mi figürleri bilemez
olursun her şey karışır birbirine…
Gözlerini
kapatıp bir uykuya dalarsın adeta. Tüm güzellikleri çeker örtersin üzerine,
geçmişi ve geleceği uyutursun içinde. Gözlerini kapatmasan da kör olursun
kendiliğinden zaten. Uçarcasına katedilen mesafelerde gerçek dünyaya kör
olursun. Göze görünen hiçbir çirkinlik yoktur artık.Bir zaman yolculuğudur bu.
İki kişilik bu yolculukta kimi zincirlerinden kopar, tek başına seyahat eder,
yeni coğrafyalar, ülkeler keşfedersin. Denizler aşar, dağlar tırmanırsın. Kimi
zaman dünyaya meydan okur, kederi, acıyı, kaygıyı iter; doğruyu, güzeli,
sevinci, umudu çekersin. Adımların hayal dünyasına, dönüşlerin kendine,
süzülüşlerin sonsuzluğadır, O sonsuzluk ki, orada herkes aynıdır. Eksik, fazla
az ya da çok hiçbir şeyin olmadığı bu diyarda ne kadar kaldığını
bilemezken, hafızan yitik, tertemiz ve taze arınmışlık duygusuyla titrersin.
Dönüşler sakin, sessiz, dingindir. Bir kabullenmedir, affediştir gerçek
dünyayı."
Müzik ve dans. Herkesin ortak dili. Ruhunda bunları hisseden insanların gözleri kapalı olsa, kolu bacağı olmasa ne olur? Yeter ki sevsin.
YanıtlaSilHaklısın Nil. İnsan yattığı yerde, sırf hayaliyle bile dans edebilir. Mesela benim oturduğum yerde kaç kere yağmuru dansa kaldırmışlığım vardır. Kimsenin ruhu bile duymamıştır
SilMuhteşem bir metin bu Hayal Kahvem!!!!! Acaba görmeyen insanların edebiyata ayrı bir yetenekleri mi var? Ama öyle olsa en az bir tane çok tanınmış görmeyen yazar olmalıydı diyecektim ki Borges geldi şu an aklıma.
YanıtlaSilGeçenlerde senin blogu talan ettim, fark etmişsindir belki, bir tane cümle arıyordum, ve bulamadım nihayetinde, ama çok güzel postlar okudum, sanırım saatlerce. Hani bir arkadaşın vardı, parkta oturuyordunuz, sana bu parkta şu ağaç mı var demişti sen de önce yooo deyip sonra o ağacın nitekim olduğunu görüp çok şaşırmıştın. Sonra da arkadaşına görmeden o ağacın varlığını nasıl bildiğini sorduğunda muhteşem bir cümle kurmuştu. İşte o cümleyi aradım, bütün görmemekle ilgili etikletli postları okudum, ve park, fakat bir türlü bulamadım. Ne zaman aklıma geldiğini de söyleyeyim. Beliz Güçbilmez'in tersine mühendislik diye bir yazı atölyesi vardı, öyküleri inceliyorduk, ve Katedral diye bir öyküsünü okumuştuk Raymond Carver'ın. Hem öykü hem de Beliz Hanım'ın çözümlemesi beni vurmuştu ve ondan sonra senin blogunda okuduğum o cümleyi tekrar okumak istedim işte. Ama bulamadım :(((((
Küçük Joe, çok iyi tespit etmişsin. Pınar yerel bir gazetede şahane köşe yazıları yazıyor.
YanıtlaSilAcaba şu anımı mı aradın?
Her zaman yürüyüş yaptığım parkta, bir keresinde Pınar ve Mahmut'la birlikte çene çalıyordum. Mahmut:
- Bu parkta palmiye mi var, diye sordu.
- Yoo, dedim. Ne palmiyesi? Palmiye malmiye yok abi bu parkta.
Sonra etrafa yeniden bi göz attım ki, o ne? Şaşırdım kaldım.
- Aaa! Gerçekten palmiye varmış Mahmut. Yeminle daha önce görmemişim, diye bağırdım.
Pınar:
- Kör müsün sen, dedi.
Gülümsedim. Pınar ve Mahmut, o görmeyen gözleriyle sadece gülümsediğimi değil gülümserken dudak ve göz kenarlarımda oluşan kıvrımları da görüyorlardı. Eminim.
- Evet, dedim. Bakar körüm, ne olmuş yani.... Peki Mahmut, sen nasıl bildin bu parkta palmiye olduğunu?
Söylediği mıh gibi aklımda:
- Palmiyenin yaprakları rüzgarda yelpaze gibi ses çıkarır.
http://hayalkahvem.blogspot.com.tr/2017/09/ve-birkan-erdem-ve-betimlemeli-ukulele.html
Du bi... Bi gugıllayayım Beliz Güçbilmez'i:)
evet evet işte bu anın! ama o cümle ilk okuduğumda beni daha fazla etkilemişti, belki de cümle değildi beni etkileyen ama böyle bir bilgiye sahip olmasıdır, bilemedim şimdi. ama bu anı kesinlikle. oh. rahatladım şimdi :)
SilBeliz hanım'ı gugıllamakla eline çok bir şey geçmeyecektir asıl yapabilirsen kurslarına katıl bence. Bir de Katedral'i eğer okumadıysan oku, ilgini çekebilir ;)
Beliz Güçbilmez'i de, Katedral'i de hiç bilmiyordum Küçük Joe Hocam. İlgimi çekti ikisi de teşekkür ederim:)
SilMahmut ve Pınar, çok özel iki arkadaşım. Onları yazmakla anlatamam, illa ki tanışıp muhabbet etmek lazım.