15 Haziran 2009 Pazartesi

Dülger Balığı İle Nasıl Tanıştım?

Dülger Balığı’nı hiç bilmezdim. Ne adını duymuştum ne cismini görmüştüm. Ne zaman ki Sait Faik’in Dülger Balığının Ölümü adlı öyküsünü okumuştum, içimdeki merak, birden karıncalanmaya başlayıvermişti! Nasıl merak etmem? Öncelikle acaba dülger kelimesi bir mana ifade eder miydi ki? Etmeliydi. Çünkü Sait Faik öyküsünün bir yerinde dülger balığından söz ederken, “ denizlerin görünüşü pek dehşetli; fakat huyu pek uysal, pek zavallı bir yaratığıdır. Bir çok yerlerinde çiviye, kesere, eğriye, kerpetene, testereye, eğeye benzer çıkıntıları, kemikle kılçık arası dikenleri vardır. Dülger balığı adı ona bunlardan ötürü takılmış olmalı.” Der. Öğrenmiştim ki Türkçe’mizde, dülger kelimesi marangoz anlamına gelmekteydi. Peki şekli neye benzerdi ki?


Sait Faik hikayesine balıklara övgü sözcükleri ile başlar. Yazara göre, balıkların hepsinin gözleri güzeldir. Hepsinin canlıyken pullan kadın elbiselerine, kadın kulaklarına, kadın göğüslerine takılmaya değerdir. Kadınların takılarını eleştirir.” Nedir o elmaslar, yakutlar, akikler, zümrütler, şunlar bunlar? Mümkün olsaydı da balolara canlı balık sırtlarının yanar döner renkleriyle gidebilselerdi bayanlar; balıkçılar milyon, balıklar şan ve şeref kazanırdı.” Der. Ama ne yazık ki balık sırtının pırıltıları, öldüklerinde büzülmüş böceklere dönmektedirler. Bu nedenle balık pullarını mücevher yerine kullanmak,yazarın isteğini gerçekleştirmek mümkün değildi .

Sait Faik’in öyküsüne konu ettiği dülger balığı ise, diğer balıklardan farklıdır.Öyle parıltılı, yanar döner pulları yoktur. Hatta pulu da yoktur zavallının. Hafifçe, belirsiz bir yeşil renkle esmerdir. Yazara göre balıkların en çirkinidir. Sudan çıkar çıkmaz bir karış açılır. Açılır da bir daha kapanmaz hatta. Sait Faik’in öyküsünde dülger balığı için “vücudu kirlice, esmer renkte” dediğini söylemiş miydim?

Sonra dülger balığının geçmişini anlatır. Aslında dülger balığı vaktiyle korkunç bir deniz canavarıymış. "İsa doğmadan evvel, Akdeniz’de dehşet saçarmış. Keser, biçer; doğrar, mahmuzlar; takar, yırtar; koparır, atar; çeker, parçalarmış. Akdeniz’in en gözü pek; insandan, hayvandan, fırtınadan, yıldırımdan, beladan, işkenceden yılmaz korsanı, dülger balığının adından bembeyaz kesilirmiş." İsa Peygamber bir gün deniz kenarında dolaşıken insanların korkup kaçıştıklarını görünce, ne olduğunu öğrenmek istemiş. Anlatmışlar dülger balığının yaptıklarını. İsa Peygamber, elini daldırmış denize, iki elinin baş parmakları arasında dülger balığının en irisinden birini denizden tutup çıkarmış. Eğilmiş kulağına bir şey söylemiş. Yazar der ki “O gün bugündür dülger balığı, denizlerin görünüşü pek dehşetli; fakat huyu pek uysal, pek zavallı bir yaratığıdır.”


Şimdi bu öykünün adı Dülger Balığının Ölümü ya, esas konuya yani balığın ölümüne gelirsem eğer, okuması da anlatması da oldukça hazin bir mevzu… Dülger balığı oltaya tutulduğunda dünyasına, sulara küsermiş. Oltadan kurtulsa da suyun yüzüne yamyassı serilir ve insana mahzun mahzun bakar dururmuş. Sandala aldığınız zaman ise dakikalarca, ta ki ölene kadar, feryada benzer bir ses çıkarırmış. Bundan sonrası daha da hüzünlü… Sait Faik bir keresinde bir balıkçı kahvesinin önünde, akasya dalına asılı bir dülger balığı görür. Rengi denizden çıktığı gibidir. Titremektedir. Sanki bu görünmez iç rüzgarın oyunudur. Sanki dülger balığının ruhu incecik zarlarından dans ederek çıkıp gitmektedir. Balığın ölmek üzere olduğu bilindiği halde, bu durum seyredenin içini zevkle, saadetle doldurmaktadır. Ancak balık ölmektedir. Belki de acı çekmektedir. Yada balık belki kendini halen derin sularda hissetmektedir. Kimbilebilir? Ancak yazar birdenbire dehşetle balığın tuhaf bir şekilde, ağır ağır ağarmaya, beyaz kesilmeye başladığını fark eder. Şimdi dülger balığının yüreğini dolduran duygu anlaşılır. Bu hepimizin bildiği bir korkudur: Ölüm korkusu.”

Dülger balığı artık her şeyi anlamıştır. Denizler bitmiştir... Sudaki keyifler bitmiştir... Her şey bitmiştir... Ölümü okadar uzun sürmektedir ki belki de atmosfere alışmak, insan olmak istemektedir. Sanki biraz daha dişini sıksa alışması mümkünmüş gibi gelir Sait Faik’e. Yazar esas vuruşa öykünün sonunda geçer elbet… Bir alıştırsak bizim dünyamıza bayram yapacağımızdan sözeder. İnsanoğlunun görünüşü çirkin, korkunç ama aslında küser huylu, sakin, hassas,iyi yürekli,korkak bakışlı birini eline geçirdiğinde onu üzmek için her şeyi yapabileceğinden söz eder. İnsanlar onu şaşırtıp, şair, küskün, anlaşılmayan biri yapmayı becerebilirler. Canından bezdirebilirler, içindeki güzel olan her şeyi öldürebilirler. Rivayet budur ki dülger balığının gövdesindeki iki nokta şeklindeki siyahlık, İsa peygamber’in balığı tuttuğu yerlerin parmak izidir. İnsanlar bu izi silmeyi becerecek ve öykü şu sözlerle son bulacaktır: "Bir kere suyumuza alışmaya görsün. Onu canavar hâline getirmek için hiçbir fırsatı kaçırmayacağız."

İnsan sevgisiyle dolu olan Sait Faik, kendisi gibi çıkıntıları olan, diğerlerinden farklı ama hassas, duygusal insanların, toplum tarafından nasıl hakir görüldüğünü mü anlatmaktadır?Muhtemelen kendisi ile dülger balığını özdeşleştirmektedir. Anlattığı aslında kendisidir. İsa Peygamber'in canavar balığı, zararsız hale getirme formülü olsa olsa balığın kulağına sevgi kelimesini söylemesi olmalıdır.Çünkü Sait Faik "herşey bir insanı sevmekle başlar." cümlesinin sahibidir. Bu öyküyü hastalandıktan sonra, tedavi için gittiği Fransa'da yazmış olduğuna göre, hem ölümün hem de yaşamın öyküsüdür aslında. Çarpan, yazarın sanat gücüne hayran bıraktıran bir hikaye! İşte bu öyküyle tanıştım hem dülger balığıyla hem de Sait Faik'in iç dünyasıyla.. Dülger Balığının Ölümü öyküsünün orjinalini okumanız temennisiyle...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder