2 Ocak 2009 Cuma

Stanley Kubrick - Otomatik Portakal

Stanley Kubrick'in 1971 yılında çevirdiği bu film,ünlü İngiliz yazar Anthony Burgess'in aynı adlı romanından filme uyarlanmış. Berezilya.com'da bir yazıda kitabın Tükçe çevirisini zamanında Aziz Üstel'in yaptığını okumuştum. Hatta Aziz Üstel roportajında bu kitabın çevirisini yaparken yepyeni bir dil yaratmak zorunda kaldığını ve bu çevirinin kendisini oldukça zorladığını söylüyordu. Aziz Üstel'in bir zamanlar çeviri yaparak para kazandığını okuyunca şaşırmıştım. Nedense iyi eğitim almış zengin bir aile çocuğu intibası vardı bende. Doğrusu öyleydi de. Lakin hayatını da anlattığı röportajının tamamını okuduğumda iyice şaşıracaktım.Zira hayatı tam bir dramdı. Zaten röportajın başlığı da "Benim hayatım film değil,filmim hayat"tı.Aziz Üstel ayrı bir yazı konusu olabilir aslında.Neyse, ben şimdi döneyim Otomatik Portakal'a...


Film gelecekte bir zamanda sanki alternatif bir dünyada geçmektedir. Filmdeki mekanlar, giysiler, geometrik desenler, pastel tonlar,renk seçimleri, ışık, ortamlar bu filmin hikaye anlatıcısının Stanley Kubrick olduğunu bangır bangır söylemektedir. Asıl kahramanımız Alex ve arkadaşlarının zengin-fakir,kadın-erkek gözetmeden her fırsatta akla hayale gelmeyecek şiddet uygulamaları ile film önce seyredeni bir duvara çivilemektedir.


Filmde, asıl kahraman Alex ve arkadaşlarının hırsızlık, cinayet, tecavüz sahneleri akıl almaz bir seyirlik arzetmektedir.Bu gençlerin aşırı şiddetten zevk duymaları kendi yapılarından mıdır, ilgisiz ve sorumsuz ailelerine mi bağlamalıdır yoksa sosyal ortamları mı buna zemin hazırlamaktadır bilemiyor ve filmi seyretmeye devam ediyorsunuz. Film belirsiz bir ülkede geçmektedir. Aslında İngiltere midir? İnsanlar çetelerden korunmak için, sıkı sıkıya kapalı kapılar ardında oturmaktadırlar. Alex de böyle bir sokak çetesinin başıdır.Bir olayından sonra polis tarafından tutuklanan Alex'e yapılanları seyredince aslında şiddetin sadece sokaklara ait olmadığı, asıl şiddetin devlet tarafından yapıldığını anlıyorsunuz.Filmin ilk bölümünde herkese yapmadığını bırakmayan Alex'in, hapse düştükten sonraki durumu acınacak haldedir. İlk bölümde kızdığınız Alex'e ikinci bölümde acımak insanın içinde çaparizli bir vicdan muhasebesi yaptırıyor. Suçlu pişman olursa ve bir daha suç işlemeyeceğine kanaat getirilirse afedilmeli midir? Yaptıkları yanında mı kalmalıdır?

Alex hapisteyken, şiddeti engellemek için bilimsel yöntemler kullanmak isteyen devletin bir projesine gönüllü kobay olur. Bu kez uygulanan işkencevari tekniklerle Alex'in nasıl bir kurbana dönüştüğüne tanıklık ettiriyor Kubrick bizi. Bu projenin sonunda iyileştiğine kanaat getirince Alex'i serbest bırakırlar. Filmin başında şiddet yaptığı insanlardan şiddet gören bir insana dönüşmüştür bu kez kahramanımız. Ama "Oh olsun sana!" demek içinizden gelmiyor çünkü bir kişinin iyileşmesi ile şiddet bitmiyor ki şiddet gene olanca acımasızlığıyla devam ediyor. Filmin müzikleri başdöndürücüdür. Şiddetçi başı Alex bir Beethoven hayranıdır. Beethoven'in resmine her baktığında gözlerinde şiddeti görmektedir. Film tam bir klasik müzik şölenidir. 9. senfoni gerçekten bir şiddet eyleminden sonraki rahatlığı hissetiriyor mu acaba bir de bunu da düşünebilirsiniz filmi seyrederken...

Neden filmin adı Otomatik Portakal diye merak ettim ve araştırdım. Soruma cevap olarak kitabın yazarı Anthony Burgess'den şöyle bir alıntı buldum :

" Cokney dilinde (ingiliz argosu) bir deyiş vardır. ' uqueer as a clockwork orange’. Bu deyiş olabilecek en yüksek derecede gariplikleri barındıran kişi anlamına gelir. Bu çok sevdiğim lafı yıllarca bir kitap başlığında kullanmayı düşünmüşümdür. Bir de tabii Malezya'da canlı anlamına gelen 'orang' sözcüğü var. Kitabı yazmaya başladığımda , rengi hoş bir kokusu olan bir meyvenin kullanıldığı bu deyişin tam da benim anlatmak istediğim duruma Pavlov Kanunları'nın uygulanmasına dayalı bir hikayeye çok iyi oturduğunu düşündüm.”
Kubrick filmleri olağanüstü bir lezzette diye düşünüyorum. Seyredince duvara çivileyen bir film Otomatik Portakal. Şimdi sırada ne var? Full Metal Jacket!

4 yorum:

  1. Bu filmi izledigimde cok etkilenmis,hatta bi sure yerime mihlanmis,toparlanamamistim..90larin ingilteresinde gectigini tahmin ettigim film, ulkede bas gostermis siddeti, ve sistemin bu siddetin olusumundaki yerini beethoven esliginde gozler onune seriyor,ve izleyenin solugunu kesiyor..kendine has bir dil yaratmis "otomatik portakal"i izlerken baslarda viddy, horrorshow, droogy, guliver gibi kelimeleri "bu kelimelerin anlamini film ilerledikce anlarim heralde, biraz bekliyim" deyip sonradan anlamaktan vazgecmis, bu garip argoyu oldugu gibi kabullenmistim:)tam anlamiyla bir bas yapit! muhtesem!

    YanıtlaSil
  2. Sedacım,gerçekten dün arka arkaya seyrettiğim bu filmler çarptı beni de...Kubrick filmlerinin herbiri bir başyapıt gerçekten. Senin bana önerdiğin filmini henüz edinemedim ama...Hala arıyorum. Dr. Strangelove... Sağol canım yorumların için...

    YanıtlaSil
  3. Merhabalar... Ben bir şey sormak istiyorum. Bu filmde devlet nerede tam olarak şiddet uyguluyor? Deney süresince diyorsanız Alex zaten kendisi gönüllü oldu, kimse Alex'i zorlamadı. Alex insanlara eziyet etmiş bir katildi ve kendisi isteyerek gönüllü oldu. Ben devletin uyguladığı bir şiddet göremiyorum... Şiddet Alex'in başlarda yaptığı gibi masum insanların evine dalevereyle girip tecavüz edip öldürmektir. Lütfen filmde benim kaçırdığım bir nokta varsa beni bilgilendirin. Teşekkür ederim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Filmi henüz izledim ve size tamamen katılıyorum. O yüzden de izledikten sonra benim anlamadığım gözden kaçırdığım birşey mi var acaba diyerek film hakkında araştırma yaparken bu siteye girdim. Kitabını okumadım eğer kitapta farklı ve etkili bir şekilde Alex i mazur görmemizi sağlayabilecek şeyler mevcutsa o zaman yönetmenin konuyu iyi işleyemediğini düşünebiliriz zira film bittiğinde de Alex'in psikoloğa verdiği yanıtlardan, şımarıkça ağzını açıp beslenmeyi beklemesinden ve artık finalde gözünün önünde canlandırdıklarından Alex in aslında iyileşmediğini söyleyebiliriz.

      Sil