Arkadaşım Bodrum'da yedikleri Sinarit balığının lezzetini ballandıra ballandıra anlatınca, "Nasıl yani?"demişim. "Sahiden Sinarit diye bir balık mı var?" Arkadaşım anlatırken, Sait Faik'in
en güzel öykülerinden biri olan Sinağrit Baba aklıma gelmişti. Ne şaşkınım! En güzel deniz, balık ve doğa öykülerinin sahibi olan yazar, uydurma bir balık ismi mi kullanacaktı? Tabi ki sahici bir balık olacaktı Sinağrit!
Güzel bir Ocak akşamıdır. Hava lodostur. Denize kırmızı rengin türlüsü yayılmıştır. Sandallarda insanlar oltalarını atmışlar sessizce beklemektedirler. Denizin aşağısında Sinağrit Baba avdan dönmektedir. Sinağrit Baba ömründe konuşmamıştır. Ömrü boyunca evlenmemiştir. Ömrü boyunca yalnız yaşamıştır. Ne oltalar koparmıştır. Bu akşam birinin oltasını secip, yorucu ömrünü bitirmeye kararlıdır. Daha her yeri pırıl pırılken, daha eti mayoneze gelirken bitirmelidir bu ömrü. Sonra pis bir Vatos'un dişine bir tarafını kaptırabilir. İyisi mi suların üstündeki başka dünyada yaşayan bir akıllı mahluka kendini teslim edip, muhteşem bir sofraya kurulmalıdır.
Oltaları koklamaya başlar. Yakalanacağı oltayı ve sahibini kendisi seçecektir. Bu kişi gururlu bir yoksul olmalıdır, kibirli değil. Cesur olmalıdır, korkak değil. Dürüst olmalıdır, içten pazarlıklı değil. Sinağrit Baba bu özelliklere sahip olmayanların oltasına takılan balıkların, yakamoz ışıltılarına kandıklarını bilmektedir. İstese yakalanan diğer balıkları kurtarabilme kabiliyetindedir Sinağrit Baba. İstese misinaları bir baş vuruşuyla kesebilir, yada iğneleri dümdüz edebilir. Ama bir tek kendisinin bunu bilmesi ve yapması ne fayda getirebilir ki diye düşünür. Öyle ya diyelim şimdi Sinağrit Baba kurtaracak diğer balıkları, peki kendisi yakalandığında kim yapacaktır bu işi?
Bu düşüncelerle dolanırken, hiç tanımadığı bir sandala rastlar. Kokladığı bir oltayı tutan elin gururlu, cesur, cömert, dürüst bir adama ait olduğuna karar verir ve yemi ağzına alır. Kendi rızasıyla yakalanır. Sandala düştüğü an büyük gözleriyle kendini yakalayana sevinçle bakar. Tekrar tekrar bakar. Birdenbire ürperir. Hiddetinden ayaklarını yere vuran bir genç kız gibi sandalın döşemesini dövmeye başlar. Sinağrit Baba bizim göremediğimiz bir işaret görmüştür bu kişide. Fark etmiştir ki, bu kişi istediği niteliklere sahiptir ama bütün bunları hayatın içinde sınamamış, zorlu bir durumda hiç kalmamıştır. İnsanlık sınavına hiç girmemiştir. Pratikte durumu görmedikçe, sınanmadığı müddetçe bu niteliklerin varlığından kim tam olarak emin olabilir ki?Sinağrit Baba kahır içinde, gözleri açık, çırpına çırpına ölür gider.
Sait Faik'in özetlemeye çalıştığım Sinağrit Baba öyküsü işte böyle bir öyküydü... İnsanın sadece iyi niteliklere sahip olması yeterli değildi. Bu nitelikleri başkaları için, toplumu için kullanması gerekmekteydi. Kendi halinde yaşanılıp gidilemezdi. Bu özelliklerini sokaktaki hayata katması şarttı. Sahip olunan iyi özelliklerle düşünmek, gerekirse başkaldırmak, sorumluluk almak ve galiba bir de hissetmek lazımdı hayatta...
Neyse... Şimdi düşünsene... Birlikte balık yiyeceğiz misal, balıkçıdayız, şahane bir sahilde... Sen sinarit yemek isteyeceksin. Ben sinarit balığını duyunca, bu öyküyü anlatacağım sana. İştahın kaçacak. Yemekten vazgeçeceksin. İyisi mi balıkçıya gidersek birlikte, sinarit balığı isteme... Ne yapayım işte, dayanamam anlatırım böyleyken böyle diye...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder