Şimdi anlatacağım öyküde yazar, bir televizyon programında spikerin kendisine bir soru sorması için yazarlığa başlamamıştır. Çünkü yazarlığa başladığı zaman Türkiye'de televizyon yoktur. Ona göre geçimini yazı yazarak kazanmaya çalışanlara yazar denir. Geçimini kazanmak için yazı yazmak... Yani geçimini kazanmak için araba kullanmak, berberlik yapmak, ayakkabı tamir etmek gibi... 38 yıllık yazarlık hayatında tahminen 35464789983736353637387362782 (boşuna okumayın der) kelime yazı yazarak bir rekor kırmıştır. Bu rekoru kırarken de yazıların bedeli olan paranın yüzdebirini ancak kazanmış, yüzde doksandokuz kazık yemiştir. "Beni neden bu kadar sömürdüler?" diye düşünür.
Aslında bu işin arkasında süper güçleri yani Amerika ve Rusya'yı aramıştır aramasına ama küçücük bir yazarı sömürmek için zahmete girerler mi ki bu süper güçler? Sonra yazılarını alan gazeteleri, dergileri, tiyatroları, film prodüktörlerini, şovmenleri, komikleri ve öbür kimseleri Amerikan ve Rus ajanı olarak suçlamak yakışık almaz ki. Ayrıca kendisini yıllardır sömürenlerin bu ajanlardan daha az gaddar olduklarını kanıtlayaması da mümkün değildir.Ayrıca bu kişilerin içinde yazarın eserlerinin altına kendi imzalarını atacak kadar laubali olanlar, parasını vermek için alacağı paranın yirmi katı yol parası vermesine neden olanlar, yazdığı yazılardan pasajlar araklayıp sahnede oynayanların yaptıkları bir gizli ajanın yaptıklarından ufak şey midir? Ayrıca kötü adam, ajan, yani casus kimseyi sömürmez ki! Sadece para karşılığı en adi numaralara yatar. Hatta ajanın aldatılmış ve terkedilmiş bir tarafı bile vardır diye devam eder.
Çok merak etmektedir.. Neden acaba Yazar, kendisini sömürenlere, yani iyi niyetini, kafasının ürünlerini, saf köylünün portakal bahçesini ucuza kapatan madrabaz gibi üç kağıda getirenlere bu kadar gıcıktır? Neden hep kendisine kazık atılmıştır? Alnında "Bu adam hıyardır." diye mi yazmaktadır?
Mesela sabahlara kadar, gözleri kan çanağına dönene değin yazı makinesi başında inekleyip yazdığı senaryoları düşünür. Paralarının onda birini dahi alamadığı, para yerine bono yada elbiselik kumaş aldığı ve tekrar tekrar yazdığı senaryoları düşünür.. Birileri kafasının içine el atmıştır. Oradaki ürünleri araklayıp para haline getirmektedirler. Sireno Do Bercerak (doğrusunu bilen varsa yazsın der) olsaydım ve gerek zekamla, gerek kılıcımla bu herifleri hizaya getirseydim.." der. .............................
Yolda Sinir ve Ruh Hastalıkları Mütehassısı Bedri Ruhlananduman diye bir tabela görür. Tabelaya doğru birden yürümeye başlar ve içeriye girer. Randevusu yoktur tabi.. Geçerken uğramıştır. Üstelik hayatında ilk kez ruh doktoruna girmektedir. Hemşireye göre doktor içeride kendini dinlemektedir, acaba randevusuz bir hasta kabul edecek midir? Hemşire doktora sorar. Doktor hastayı kabul etmiştir. Yazar hemşireye adını söyler.. İster ki tanısın ismini. "Siz o meşhur yazar mısınız?" demesini bekler. Hemşire Yazar'ın beklediği kadar entellektüel çıkmaz. Yazar'ı tanımaz. İçeri girdiğinde doktor Yazar'a oturmasını söyler. Oturmaz. Vaziyeti normal değildir ki.. Doktor neler hissettiğini sorar Yazar'a... Cevap olarak söze aslında bir yazar olduğunu, yani işinin yazarlık olduğunu söyleyerek başlar. Bunun üzerine doktor vizitesinin bin lira olduğunu söyler. Neden yazar olduğunu söyleyince vizitesini öne sürmüştür ki doktor? .....
Mesleği yazarlıktır ya, bu meslek bu memlekette özelliği olan bir meslek midir, değil midir? Yazar bunu çok merak etmektedir. Yazdıkları ile geçinen adam olduğuna göre ve de kafa ürünü de bir ürün olduğuna göre, neden bu ürün para etmez ki bu ülkede? Bunları düşünmektedir. Doktora göre demek ki para etmez bu ürünler... İyi de hep bu ürünlerle gazeteler çıkmaktadır, kitaplar, tiyatro, televizyon oyunları, film senaryoları yazılmaktadır. Doktor anlam veremez bu konuşulanlara.. Hastalıkla ne ilgisi vardır ki bütün bu anlatılanların... Yazardır. Yıllardır yazmıştır. Parasını alamamıştır. Doktor neden almadığını, gidip almasını önerir Yazar'a. Bir fikre, bir sanata saygı yoktur ki. Gecesini gündüzüne kattığı, kafasını patlattığı bir oyun ve skeç yazıyor sonra bunu birileri araklıyor ve beş kuruş vermiyor, iş midir yapılan? Doktor hayatında iki kez tiyatroya gittiğini söyler bunun üzerine.. Bu anlatılanların hastalıkla ne ilgisi vardır ki doktora göre... Yazar nasılsa doktorun gittiği piyesin adını bilir: Cimri! Doktor şaşırır Yazar'ın nasıl tahmin etiğine... Doktor sürekli Yazar'a hastalığının ne olduğunu sorar. Yazarın beyni sömürülmüştür ve bunun huzursuzluğunu çekmektedir. Ama doktor Yazar'ın anlatığı şeyleri bir türlü anlayamamaktadır. Yazar ters ters bakar doktora ve kendisini çamaşır mandalı sandığını söyler. Doktor hemen alıştığı cevabı patlatır: "Kendini çamaşır sepetine at!" Bunun üzerine Yazar doktora, bırak ruh doktoru olmayı, su motoru bile olamayacağını söyleyerek odadan çıkar.
Kaldığı otel odasına gider. Daktilosunun başına oturur. Yazar'a kazık atan atmıştır, artık bununla uğraşacak keyfi de hali de yoktur. Başını kaldırır ve düşünür. Gözünün önünde film sahneleri ve tiyatro galaları geçer. Ödenmeyen bonolar da yukarıdan atılan şeref çiçekleri gibi havada uçarlar. Bir arabanın üstündedir. Kiralık bir katil, gez, göz,arpacık diyerekten tetiğe basıp Yazar'ı vuracakken, burnu kaşınır ve attığını tutturamaz. Yazar gene yazacaktır. Çalacaklar, gene yazacaktır. Yaşamak için değil, yazmayı sevdiği için yazacaktır....... Oh be!....... Aklına gelen bir yazının başlığını atmak için tuşlara vurur.
Bu öykünün ilk paragrafını yazımın sonuna sakladım. Şu cümleler ilk paragrafın tıpatıp aynısıdır: " Bu yazının sonunda, ortaya bazı gerçekler çıkacaktır. Bu gerçekler belki de dünyanın gidişatını değiştirmeyecektir, ama, bu satırların yazarı olan benim, Suavi Süalp'in, Türkiye'nin en çok kazıklanan yazarı olduğunu kanıtlaması bakımından ilgi çekecektir. Tabii kitap alınıp okunursa.."
Büyük üstat Süavi Süalp'in "Gene İyi Dayandık" adlı oldukça hüzünlü öyküsünün bir bölümünü yazarın cümlelerine sadık kalarak yazmaya çalıştım. Geçimini yazarak ve çizerek kazanan, hakkı yenen bütün yazarlara ve çizerlere ithaf edilesi bir öyküdür. Şahanedir!
Duyarlılığınıza içten teşekkürle...
YanıtlaSilBuruk bir keyifle okudum...
Merhaba Ruşen.. Ne hoş bir öyküdür gerçekten!Suavi Süalp bir mizah dehasıdır. Memlekette absürd mizahın en büyük ustasıdır. Ne az bilinir!
YanıtlaSilCihan Demirci Suavi Süalp hakkında yeni bir kitap çıkarmış. Mutlaka okumak ve bloğuma yazmak istiyorum. Teşekkür ediyorum ilginize...