Bizim ofisten Özlem, Berna ve ben… Bir de bir ordu insan vardı tabii, bizim meslekten.. İki gündür sabah 8.30’dan, akşam 5 e kadar zorunlu eğitime tabi tutulduk. Keyfi değil tabi.. İş gereği.. Dün mesleki dersler. Bugün ise sabahtan akşama kadar Hukuk… Arkasından da 1.5 saatlik sınav. Peki sonunda ne olacak? 50 almayan çakacak. Tekrar eğitime ve sınava katılacak. Hoppala!..Yok artık! Mailler yazdım Yüksek Kurul’a.. “ Ben şu kadar yıldır bu meslekteyim. Yeni biri değilim. Bana da mı, eğitim ve sınav? Siz benim yaşımı unuttunuz sanırım. Yakında otobüs ve sinemalardan falan bedava faydalanabileceğim ihtiyarlıktan. Benim yaşımdakileri bu sınavdan muaf tutmanızı istirham edeceğim.” dedim. Hiç aldırmadılar hiç! Bu mesleğe devam etmek için, bu eğitime katılıp, sınava girmeliymişim.. Kaçış yok!
Ben hiperaktivitem ve ilgi dağınıklığım sebebiyle bir yerde 15 dakikadan fazla oturamam. Aynı işi sürekli yapamam. “Şimdi nasıl sabahtan akşama kadar sınıfta oturacağım? Koca insanlara rüsva mı olacağım?" diye önce dertlendim. Sonra “Aman sende!” dedim. “Bir daha ne zaman öğrencilik yaşayacaksın Allahaşına? Keyfini çıkarsana!” Aaa! Sahiden.. Hemen havaya girdim hemen.. İki gün kızlarla epeyce güzel vakit geçirdik. Eğitimciler de çok iyiydi. Bildiklerimizi pekiştirdik. Tamaaam.. Derslerde sıkıldığım anlar olmadı değil. Oldu. Bu nasıl bir durum mu? Oturuyorum sözgelimi sıramda. Öğretmeni dinliyorum cankulağımla. Bir an geliyor ki sanki yüreğimin üzerine bir ağırlık oturuyor. İçime bir sıkıntı çöküyor. Eğer kalkmazsam yerimden boğulacak gibi oluyorum. Çıkıyorum salondan. Bir süre sonra tekrar giriyorum. Ben bunu hep yapıyorum! Artık diğer oturanlar hakkımda ne düşündüler bilmiyorum? Neyse… Öğlen aralarında şahane yemekler yedik ama. Kahvelerimizi içtik. Laylaylom… Çocuklar gibi şendik!
Amaaa… Sınav var ya sınav. Hani o mesleki imtihan! Okadar komiktik ki biz! Üçümüz kafamıza koyduk. 100 alacağız. Tamam! Yan yana oturuyoruz. A ve B sınav kitapçıkları var ama bizim için kaç yazar? Koca konferans salonunun en önünde oturuyoruz. Arkamızda, etrafımızda bir ordu insan... Sınavın başlamasına birkaç dakika var. Kitapçıklar dağıtıldı. Sınav gözetmenleri bir ciddi bir ciddi. Gören de hayat memat meselesi, üniversite ya da doktorların uzmanlık sınavı var sanır yani. Öyle bir havadalar. Salon sus pus. Telefonlar kapattırıldı. Bütün notları kaldırın demediler de resmen ellerimizden aldılar. Öyle böyle değil. Biz baktık birbirimize. Ayağa kalktık.Üçümüz elele tutuşup bir halka yaptık. Ellerimizi sallayıp, “ Kazanacağıııızzzz!” diye bağırdık. Bu bizim uğurumuz. Ofiste eğer bir teklif veriyorsak bir müşteriye. Aynı şeyi yaparız. İşi genelde alırız. Kaybettiğimiz bir teklif varsa, böyle yapmayı unutmuşuzdur mutlaka. Alışmışız ! Çünkü biz bir takımız. Herkes halimize şaşırdı tabi. Üç koca kadın. Hele başrolde ben? Çocuk gibi. Ne olacak ki? Herkes bize bakadursun, biz bir girişmişiz soruları çözmeye… Tak.. tak.. tak… Bu birbirimizden aldığımız enerji ile yarım saatte bitirdik bileee... Yook! Maalesef bitirdik diyemeyeceğim. Bitirdiler. Ben mi ? Nerdee? Bak anlatacağım başıma gelenleri.. Ben dememiş miydim ilgi dağınıklığım var diye.. Of! Dinle bak şöyle:
Tam soruları takır takır çözüyorum ki bir soruda takıldım. Cevabı dört şıktan ikiye indirdim. İki cevap şıkkının hangisinin doğru olduğuna bir türlü emin olamayınca, öğrencilik günlerimdeki gibi,
iki şıkkı tıklayarak, meşhur tekerlememi söylemeye başladım. Yooo! "O mo kara do süme süme bir man to" değil benim tekerlemem. Yooo... Ben öyle tekerleme söylemem..... Deeerken sanki koptum sınavdan birden. Bir sokağa ışınlandım. Bir sanat okulu öğrencisiyim. Paris'te bir çiçekçideyim. Bir gül satın alıyorum. Çiçekçiyden bu çiçeği verdiğim adrese göndermesini rica ediyorum. Çiçekçi bu kadar küçük bir siparişin adrese gönderilmeyeceğini söylüyor. En sevimli halimi takınıyorum. "Tanışma yıldönümümüz için bir sürpriz! Yakında doğum günü var. Lütfen!" diyorum. Çiçekçi kıramıyor beni. Kabul ediyor istediğimi. Çiçeğin kutusuna bir not bırakıyorum. Şöyle yazıyorum nota: "Kalbim sonsuza dek senin..." Devamını anlatmayayım. Çünkü bu aslında bir film. Yoo.. Filmi çeviren ben değilim. Bayıldığım aktrist Audrey Tautou. Aşk filmiymiş gibi zannedilen, filmin ortalarından sonra gerilime dönüşen ve sonu sürprizli biten bu film aklıma gelen. İyi de şimdi sınavda neden aklıma geldi ?Filmin adı "Seviyor! Sevmiyor!" çünkü... Peki ben eğer sınavdaki bir soruda, karasız kaldıysam iki seçenek arasında, karar verebilmek için ne söylerdim biliyor musun okulda? Kalemimle iki seçeneği sırayla beş kere tıklardım. "Seviyor.. Sevmiyor.. Seviyor.. Sevmiyor.. Seviyor.."derdim. Hangi seçenek beşincide denk gelirse onu işaretlerdim. Şimdi gene iki seçenek arasında kaldım ya, tam başladım "seviyor.. sevmiyor.." diye tıklamaya.. İşte soruları çözüyorken gene ilgim dağıldı bir anda. Dün gece uyumadan önce seyrettiğim bu film geldi aklıma. Neyse ki... Berna dürttü de beni kendime geldim. Bitirdim.. Bitirdim sınavı çok şükür. Demek bu yaşıma geldim ama halen değişmemişim. Gene eski öğrencilik günlerimdeki gibiyim. İlgim dağılıyor. Sınavdan kopuyorum.Hayallere dalıyorum! Yaaa.. İşte gene böyleyim!
:))))))))
YanıtlaSilAyyyyy....:))))))))))
İihihihihihihihii...ih..ih..ihihihiiii :)))))
Koptum yaaa :))))
Sabaha kadar gülerim artık :))
Sen alemsin vallaaa.. iyiki varsın kardeş.
:)
Demek sizi güldürdüm Dilek Hanım! Ben sınavda neler çektiğimi anlatıyorum!! Üstelik az kalsın derslerden çakıyordum!!! Siz yazımı ciddiye almıyorsunuz! Üstelik bir de sabaha kadar gülüyorsunuz! Küstüm! Konuşmuyorum:))
YanıtlaSil