İstanbul'a gitmeyi "kafaya koymuştum" bir kere. Mutlaka gidecektim. Gitmezsem "kafayı üşütebilirdim". Yoksa ne yapardım, derdimi kime yanardım? Neylerdim,bu şehri ateşe mi vereydim? Öyle bir "kafayı takmıştım" yani öyle böyle değil!
Yanıma "kafa dengi" bir arkadaş bulmalıydım ama. Buldum da. Hülya. Telefon ettim. "Geliyorum İstanbul'a. Seni alacağım birlikte Santralistanbul'daki sergiye gideceğiz. "Kafan yattı" mı bu planıma ne dersin?" diye sordum. Her zaman ki gibi " Şahane olur." dedi. Hiç duymamış bu sergiyi. "Biz İstanbul'da yaşayanlar bilmiyoruz, sen nerden buluyorsun? "dedi. "Boşver, "kafa yorma" böyle şeylere, üzümünü ye bağını sorma,bana takıl hayatını yaşa!" dedim. Güldü.
Arkadaşım, arabaya bindiğinde önce "kafa kafaya verdik". Çok işim vardı İstanbul'da, nereden başlamalıydık, bu konuya epeyce "kafa yorduk". "Kafamızı işletmeliydik". Bir günde çok iş halletmeliydik. "Kafamızı kullandık." Önce sergiye gittik. Şöyle gözümüz gönlümüz şenlensin istedik. İhsan Oktay Anar'ın kitabında okuduğumuz kahramanların, usta çizerler tarafından hazırlanan yirmi beş roman karakterinin insan boyutundaki kopyalarını inceledik.Alibaz’dan Kalın Musa’ya, Arap İhsan’dan Neva’ya ve Tagut’a nevi şahsına münhasır Anar karakterleriydi ya bunlar, bizim "kafamızda canlandırdıklarımızla" sanatçılarınkini mukayese ettik. Sanatçı olmak ne şahane bir şey. Roman yazmak ve yazılan romanın kahramanlarının başka sanatçılar tarafından canlandırılması. İnsan hasetinden "kafayı üşütebilir" vallahi.
Dönüşte Kadıköy'e gittik. Kadıköy Pasajı'ndaki Büyülü Rüzgar adlı çizgi romancıydı sonraki hedefimiz. Yüzlerce çizgi roman vardı ya, aman Allahım inanın "kafayı yiyebilirdik." Sonra sahaflara girdik, dolaştık, baktık, eski kitapları kokladık, "kimbilir hangi gözler okudu, hangi eller elledi bu kitapları"dedik. Dolaşırken birden "kafama dank etti." Hep eski İstanbul gravürleri almak isterdim. İşte tam yerindeydik. İstediğimiz gibi gravürlerden bulduk. Satıcıyla epeyce bir pazarlık ettim. En küçük boyu 10.-YTL. Ben 4 tane, arkadaşım 2 tane alacağız. Biraz indirim yapmalı değil mi? Nuh diyor peygamber demiyor. Olur mu? "Kafam nasıl kızdı?" Dedim: "Biz müşteriyiz. Bizi memnun etmelisiniz!" "Kafasız" çocuk. "Kafasını kullansa" bizi hemen ikna edebilir. Müşteriye böyle"kafa tutulur" mu? Neymiş zararına satıyormuş. Zaten kriz varmış. Daha iyi ya, hazır alıcı gelmiş ayağına. Hem de alacak birden fazla, belki arkası gelecek, bir güler yüz göstersen ya! Vallahi şaşkın ya! Neyse hallettik.
Arkadaşım dedi ki " Sen beni eve atsana. Alışık değilim bu kadar gezmeye ve takışmaya. "Kafam kazan gibi oldu" vallaha!" Baktım Hülya'ya. Gerçekten " Kafayı bulmuş" gibiydi.
"Tamam!" dedim, sen daha fazla uyma bana.Hemen eve git ve "kafayı vurup yat!" Ben daha çok gezer ve takışırım bu "KAFA"yla!
Yanıma "kafa dengi" bir arkadaş bulmalıydım ama. Buldum da. Hülya. Telefon ettim. "Geliyorum İstanbul'a. Seni alacağım birlikte Santralistanbul'daki sergiye gideceğiz. "Kafan yattı" mı bu planıma ne dersin?" diye sordum. Her zaman ki gibi " Şahane olur." dedi. Hiç duymamış bu sergiyi. "Biz İstanbul'da yaşayanlar bilmiyoruz, sen nerden buluyorsun? "dedi. "Boşver, "kafa yorma" böyle şeylere, üzümünü ye bağını sorma,bana takıl hayatını yaşa!" dedim. Güldü.
Arkadaşım, arabaya bindiğinde önce "kafa kafaya verdik". Çok işim vardı İstanbul'da, nereden başlamalıydık, bu konuya epeyce "kafa yorduk". "Kafamızı işletmeliydik". Bir günde çok iş halletmeliydik. "Kafamızı kullandık." Önce sergiye gittik. Şöyle gözümüz gönlümüz şenlensin istedik. İhsan Oktay Anar'ın kitabında okuduğumuz kahramanların, usta çizerler tarafından hazırlanan yirmi beş roman karakterinin insan boyutundaki kopyalarını inceledik.Alibaz’dan Kalın Musa’ya, Arap İhsan’dan Neva’ya ve Tagut’a nevi şahsına münhasır Anar karakterleriydi ya bunlar, bizim "kafamızda canlandırdıklarımızla" sanatçılarınkini mukayese ettik. Sanatçı olmak ne şahane bir şey. Roman yazmak ve yazılan romanın kahramanlarının başka sanatçılar tarafından canlandırılması. İnsan hasetinden "kafayı üşütebilir" vallahi.
Dönüşte Kadıköy'e gittik. Kadıköy Pasajı'ndaki Büyülü Rüzgar adlı çizgi romancıydı sonraki hedefimiz. Yüzlerce çizgi roman vardı ya, aman Allahım inanın "kafayı yiyebilirdik." Sonra sahaflara girdik, dolaştık, baktık, eski kitapları kokladık, "kimbilir hangi gözler okudu, hangi eller elledi bu kitapları"dedik. Dolaşırken birden "kafama dank etti." Hep eski İstanbul gravürleri almak isterdim. İşte tam yerindeydik. İstediğimiz gibi gravürlerden bulduk. Satıcıyla epeyce bir pazarlık ettim. En küçük boyu 10.-YTL. Ben 4 tane, arkadaşım 2 tane alacağız. Biraz indirim yapmalı değil mi? Nuh diyor peygamber demiyor. Olur mu? "Kafam nasıl kızdı?" Dedim: "Biz müşteriyiz. Bizi memnun etmelisiniz!" "Kafasız" çocuk. "Kafasını kullansa" bizi hemen ikna edebilir. Müşteriye böyle"kafa tutulur" mu? Neymiş zararına satıyormuş. Zaten kriz varmış. Daha iyi ya, hazır alıcı gelmiş ayağına. Hem de alacak birden fazla, belki arkası gelecek, bir güler yüz göstersen ya! Vallahi şaşkın ya! Neyse hallettik.
Arkadaşım dedi ki " Sen beni eve atsana. Alışık değilim bu kadar gezmeye ve takışmaya. "Kafam kazan gibi oldu" vallaha!" Baktım Hülya'ya. Gerçekten " Kafayı bulmuş" gibiydi.
"Tamam!" dedim, sen daha fazla uyma bana.Hemen eve git ve "kafayı vurup yat!" Ben daha çok gezer ve takışırım bu "KAFA"yla!
Not: Daha önce Hayal Kahvem'e yazdığım eski bir yazım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder