24 Temmuz 2010 Cumartesi

Bir Şarkıdan Bir Öyküye Uzanan Yol...



Dün akşam iş çıkışı arabamla eve doğru gidiyorum... Oh! Hafta sonu gelmiş.. Yaşasın!.. Sıkı çalışmıştım bu hafta.. Hele bu sıcaklarda.. İki gün ayak uzatacağım ya.. Seviniyorum.. Müziğin sesini açıyorum.. Mazhar Alanson söylüyor.. Hüzünlü bir müzik.. Sözlerini dinlemiyorum.. Şarkının ezgisinin tınılarında hafif salınarak araba kullanıyorum.. Şarkı bitti.. Doyamadım galiba. Başka bir şarkı dinlemek istemedim.. Aynı şarkıyı tekrar başa aldım.. Bir daha dinliyorum.. Bu kez sözleri kulağıma değmeye başlıyor.. Sözleriyle şarkıyı daha çok seviyorum.. Uzun zamandır dinlemediğim bir şarkı bu.. MFÖ'nün en popüler şarkılarından biri değil üstelik.. Hani bazı şarkılar vardır ya.. Ne zaman dinleseniz, üzerinize bir hüzün çöker.. Bir garip olursunuz.. İşte bu, o şarkılardan.. Diyor ki..

Bütün kabile kızar bana
Derler bu adam çalışmaz mı
Bu adam hep düşünür mü
Bir kuş ölmüş diye üzülür mü

Tam burada aklıma Sait Faik düşüyor iyi mi? Evet, bu şarkı Sait Faik'in bir öyküsünü anımsatıyor.. Bak şimdi.. Sait Faik'in 1952 yılında yayımlanan Son Kuşlar adlı kitabında, Sivriada Geceleri adlı bir öykü vardır. Bu öyküde yazar, balıkçı Kalafat ve yamağı Sotori ile birlikte, bir nisan akşamı balığa çıkar.. Deniz dümdüzdür.. Ebemkuşağı zaman zaman görünüp kaybolmaktadır.. Yazarın deyimi ile sanki dünyanın kuruluşundan bir gün yaşıyor gibidirler.. Adaya gelirler.. Güneş batmaktadır.. Martılar haykırmaktadır.. Karabataklar sudan çıkmış, ıslak kanatlarını deli gibi çırpmaktadırlar.. Öyküde şahane betimlemeler vardır.. Uzatmak istemiyorum.. Sonunda balıkçılar ve yazar artık ateş yakıp, dinlenecekler.. Herkes çalı çırp toplamak için koşuştururken, yazar oturduğu yerden arkaüstü yatmış, kırmızı bacakları ile havayı dövmekte olan bir martıyı izlemektedir. Martının yanına gider.. Hayvanın gözleri açıktır.. O sırada Sotori elindekilerle yanına gelir.. Martının ölmekte olduğunu söyler.. Az sonra gerçekten ölür martı.. Balıkçılar için çok doğal bir durumdur martının ölmesi.. Ne olacak, insanlar da ölmüyorlar mı? Yazar ise martının ölmesinden çok etkilenir.. Ağlamaklı gibidir.. Diğerleri ateş üzerinde yemek pişirme gayetindeyken, yazar halen martının başındadır.. Hayale dalar.. Sanki dünyanın yaradılışındadır şimdi.. İnsanların ilk zamanlarını yaşamaktadırlar.. Onlar avlıyor ve ateş üstünde yakıyorlar.. Yazar ise bir martıya belki türkü yazmış, ateşin karşısında onlara okumak üzeredir.. Bütün kabile kızmıştır ona.. Çalışmıyor ya!.. Hep kayalara oturup düşünecek mi? Martı ölmüş diye üzülecek mi? İşte öykü böyle başlıyordu.. Şarkının sözleri gibi.. Devamı da aynı şarkıda olduğu gibi sürüyordu..


Gündüz böyle diyenler
Gece olunca
Ateşler yakılınca
Denizler coşunca
Ben bir şarkı söylerim yorgun insanlara
Bakın bakın martılar uçar
Bakın bakın yıldızlar koşar
Bakın ne güzel bir hayat var dünyamızda

Bir hüzün çöker bir garip olur insanlar
Yaklaşırlar birbirlerine
Şarkım sürer sabaha kadar
Melekler uçar üstünüzde
Şarkım sürer sabaha kadar
Melekler uçar üstünüzde

Evet, gündüz çalışmadığı için yazara söylenenler, gece olup da çalı çırpı yanınca, rüzgar denizi homur homur söyletirken, martılar deli gibi bağrışırlarken, geceleyin yazardan martının ölümünün türküsünü dinlerler.. Çalışanları bir üzüntü, bir garipseme, birbirine sokulma hissi sarar.. İşte bu hal belki de işe yaramaz diye düşünülen adamın bir vazifesi olarak kabul edilir.. Bir kaç gün yazar gündüz ağ tamir eder, balık tutar, beceremez, bu durumda akşamları balıkçılara sevinme veya üzülme duyguları veren türkülerinden söyleyemez.. Hıımm.. Anlaşılır durum.. Ertesi gün balığa çıkarken, yazarı uyandırmazlar.. Onu kendi haline bırakırlar.. Şarkının devamı gibi..

Bu sabah uyandırmamışlar beni
Ava giden dostlar
Ava giden dostlar
Ne güzel

"Eee!" der Kalafat, anlat bakalım şu martının ölümünü..." Yazar şiirsel bir dille anlatmaya başlar hayalinden bir hikaye.. "..... Güneş yeni batmıştı. Doğudan mavi bir karanlık ağır ağır kayalara, çakıllara, çakıllardan vücuduma sinmeye başlamıştı." İşte böyle... Martının öyküsü de öyle dokunaklıdır ki anlatamam.. Doğa ile insan ilişkisini en güzel anlatan öykülerden biridir bu.. Mazhar Alanson'un müziği eşliğinde anlatabilsem keşke.. Hani o ölen martı var ya, balıkçı Tahir'in martısıdır yazarın hayali öyküsüne göre.. Balıkçı Tahir ile martı arasında garip bir ilişki vardır.. Martı, Tahir'in yemesi için attığı balıklardan başka bir şey yemez.. Kimi zaman Tahir, fırtına sebebi ile birkaç gün denize çıkıp balık tutmadığı zamanlarda bile, martı çöp karıştırıp yemez.. Tembel midir, şair midir acaba? Hep Tahir'in ona balık atmasını bekler.. Hatta zaman zaman martı ve Tahir aralarında konuşurlar.. Peki martı neden ölmüştür biliyor musun? Tahir ölmüştür de ondan.. Tahir'in ölümünden sonra, martı kimsenin elinden yemek yememiştir.. Aslında ne o Tahir'siz ne de Tahir onsuz yaşayabilirdi... Yaşayamamıştır.. İşte yazar, martının ölümünün ardından böyle bir öykü hayal eder.. İnsanlar yazarın öykülerini severler.. Anlarlar ki çalışmasa da, avlanmasa da, hayal gören, bir martının ardından hüzünlenen, öyküler yazan, şarkılar, türküler söyleyen bu insana ihtiyaçları vardır.. Bütün gün kendileri çalışırlar.. Sabah balığa giderken yazarı uyandırmazlar.. Bilirler ki akşam ateşin başına geçtiklerinde, onlara üzülme veya sevinme duyguları veren türküler, öyküler dinleyecekler.. Akşam işten eve dönerken, Mazhar Alanson'un şarkısı eşliğinde bunlar düştü aklıma işte.. Mazhar Alanson "Sanatçının Öyküsü" adlı şarkısından, Sait Faik'in bir öyküsüne gönderme... Böyleyken böyle.

2 yorum:

  1. Hımm.. Jane Jones.. Bu yorumunuza ne diyeceğimi bilemedim.. İnanın bilemedim.

    YanıtlaSil