Bir fikrim var... Niçin küçük bir oyun oynamıyoruz?
İnsan taklidi yapalım, sözde insanmışız da... Hiç olmazsa bir süre için.
Ne dersiniz? Hadi insan taklidi yapalım...
Ah, dostum,
herhangi bir şey için heyecanlanacak bir insanla karşılaşmayalı o kadar zaman oldu ki..."
(John Osborne, Öfke)
Bu sabah Tomris Uyar'ın bir kitabında Edip Cansever'le ilgili bir cümleye rastladım. "Türk edebiyatında kendini şiire onun kadar adamış ikinci bir şair tanımıyorum." demişti. Bu söz beni nasıl heyecanlandırdı anlatamam. Çünkü Edip Cansever'in şiirlerini çok ama çok severim. Dayanamadım. Hemen oturduğum yerden kalktım. Edip Cansever'in şiir kitaplarını aramaya başladım. Gelmiş Bulundum adlı şiir kitabını elime aldım. Masa Da Masaymış Ha adlı şiirini okumaya başladım. Bu şiir Edip Cansever'in en sevdiğim şiirlerinden biriydi. Sanki bu şiiri ilk kez okuyormuşum gibi, yüreğim son dizesine varana dek çocuk telaşını tüm merakıyla sürdürdü. Ne yaptım bil bakalım? İşte bu önümdeki masa var ya... İşte bu masaya... Önce yaşama sevinci içinde anahtarlarımı koydum. Bakır kaseye çiçekleri koydum. Sütümü yumurtamı koydum. Sonra iki elimle yakaladım ben... Masaya pencereden gelen ışığı koydum. Evet, sahiden yapabildim. Bunu becerdiğimi anlayınca.. Dudaklarımdaki afacan tebessümün kirpiklerime kadar yayıldığını hissettim. Ah!... Dayanadım sonra... Masaya ekmeğin havanın yumuşaklığını koydum. Ne oldu biliyor musun? O yumuşaklığın lıkır lıkır yüreğime dolduğunu işittim. Öyle mi dedim? Peki!... Tuttum, aklımda olan bitenleri koydum. Of, o kadar ağır geldi ki. Masanın bir yanı ha çöktü ha çökecekti. Hemen diğer köşesine uzandım. Kimi seviyorum kimi sevmiyorum onu koydum. Yüreğim kâh havalandı gökyüzüne kâh yerin dibine indi. Pencere yanımdaydı gökyüzü yanımda... Uzandım masaya sonsuzu koydum. Gördüm sonsuzu ben... Anlatılacak gibi değil... Resmen yatık sekiz şeklindeydi. Ben var ya... Masaya... Yakaladım... Uykumu koydum sonra... Kaçan... Uyanıklığımı koydum. Tokluğumu açlığımı koydum. Masa da masaymış ha! Bana mısın demedi biliyor musun? Tamam. Bir iki sallandı durdu. Ben ise ha babam koyuyordum.
Biri "şiirlerle oynanmaz, şiir insanlar oynasınlar diye yazılmaz" demişti. Aklımla değil yüreğimle düşününce... Yüreğim hak vermemişti bu söze nedense... "Bilakis, eğer okur o şairin yazdığı şiiri bir defada okuyup tüketmezse, tekrar tekrar okuyup içlendirirse şiir şiir olur" demişti, deli yüreğim. En iyi içlendirme ise tabii ki oyunlarla olur elbette, öyle değil mi? Du bi... Ben gene bir şairin dizelerine sığınayım... Gülten Akın'ın Deli Kızın Türküsü'ne geçeyim iyisi mi? Diyeyim ki... "Yağmur yağar akasyalar ıslanır... Bulutlar uçuşur geceleyin... Ben yağmura deli buluta deli... Bir büyük oyun yaşamak dediğin... Beni ya sevmeli ya öldürmeli." Onu bunu bilmem... Şairler affetsin beni... Oyunları fena halde severim.
masaya benden de, çocuk masumiyetinde bir kahkaha... sevgiyle!
YanıtlaSilEyvallah Özgür, aldım kabul ettim çocuk masumiyetinde bir kahkahayı:)
SilMerhaba blogunuzu yeni kesfettim ve hemen bu siteye katil kismindan izlemeye basladim.
YanıtlaSilCok guzel bir blog olmus.
Sizide benimkine beklerim.
komirra.blogspot.com
Selam Özge, gelmez olur muyum, ben de sizin bloğunuzu ziyarete gelirim elbette:)
Sil