30 Ekim 2012 Salı

Ah, Sevgi Yeniden İcat Edilmeli.

Kimi zaman nesnelere, kavramlara isimlerini ilk kim vermiş acaba diye merak ederim. Kalem, kağıt, tabak, bardak, ruh, kalp, beyin, çiçek, böcek, ağaç, sevgi, merhamet, acı, keder, öfke, özgürlük, demokrasi, ne bileyim işte her şeyin bir ismi var. Bize öğretiliyor. Kabulleniyoruz. Türkçe dışında diğer dillerde de bunların elbette karşılıkları var. Ya peki  o isimlendirilen koskocaman gelenekler, değerler silsilesi... Kim icat etmiş hepsini? Nasıl öğretilegelmişse, olduğu gibi kabullenmiyor muyum peki?  Bugün Gündüz Vassaf Sözcük Mahpusları adlı yazısını  okuyordum... "Sözcükler bizi kör eder. Tüm duygularımızı ve düşüncelerimizi birer sözcüğün içine sıkıştırma yolundaki baskın faaliyet, duyularımız aracılığıyla ulaşacağımız kavrayışı engeller, önünü keser." diyordu. "Böylece duyular, sözcüklere bir yardımcı olarak kullanılır yalnızca. Yalnızca sözcüklerin anlamını zenginleştirmek için kullanırız onları. Buna karşılık sözcüklerin, duyuların toplam deneyimini zenginleştirmek için kullanıldığı pek nadirdir.... Oysa gördüklerimizi algılama yeteneğimiz, dilin bizi içine hapsettiği küçük ve sınırlı dünyadan çok daha zengin. Sözcüklerden, sözcüklerin abartılmış egemenliğinden ötürü, deneyimlerimizi bilinçli olarak sınırlıyoruz. Daha az görüyor, daha az işitiyor, kokluyor, dokunuyor ve daha az tat alıyoruz. Birçok deneyimi es geçiyoruz. Yaşama daha az dikkat ediyor, kendi basitleşmelerimizle  özel soyutlamalarımıza çok daha büyük dikkat gösteriyoruz. Sonsuz çeşitlikteki deneyim olasılıkları bir yanda dururken, gerçekten yaşayabildiğimiz tek tük şeyleri de hemen sözcüklerle kodlayıp standartlaştırıyoruz.... Dünya ve evren değişiyor, sözcükler değişmiyor. Zihinsel paradigma, her zaman en son değişen şey olarak giderek gerisinde kalıyor yaşamımızın.... Konuşulan söz totaliterdir. Buyurur. Sahiplenir..... Sözcükler, insanların denetlenmesi için şarttır. Sessizliği ilk kimin bozacağını  belirleyen hiyerarşik düzenler vardır. Sessizliği ilk bozan, çoğunlukla hakim konumdaki kişidir. "Sana söz verilmeden konuşma!" Karşılıklı konuşma sürecinde, konuşma sırasını, yani hakim rolü ele geçirmek için, çoğu zaman bir yarışma başlar." Bazı cümlelerini alıntıladığım bu yazı oldukça uzundu. Etkileyiciydi. Düşünce kışkırtan bir yazıdı. Gündüz Vassaf'ın kitaplarını tam anlayabilmem için, kimbilir kaç fırın ekmek yemem, kimbilir kaç kitap devirmem gerekir... Gene de seviyorum onun yazılarını ve kitaplarını okumayı. Öğrendiğim kelimelerle, kavramlarla çözmeye girişiyorum. Ben bu yazıyı okudum ya, şimdi bu kıt  aklıma bir film geldi  iyi mi? Niye peki? İnan bilmiyorum.


Aklıma gelen, 2009 model bir Yunanistan filmi. Adı, Dogtooth, bizdeki karşılığı Köpek Dişi.  Du bi... Bu film neden aklıma gelmiş olabilir biliyor musun?  Bu filmin başında, bir kadın sesi teypten tane tane nesnelerin adını söylüyor, ardından o nesnenin ne olduğunu açıklıyordu çünkü. Şaşırmıştım. Filmdeki nesneler benim bildiğim gibi isimlendirilmemişti. Mesela benim bardak diye bildiğim nesneyi, masa diye öğretiyordu. Bu kaset küçük çocuklar için değil, sonradan kardeş olduklarını anladığım yaşları birbirlerine yakın iki kız ve belki bir kaç yaş büyük  ağabeylerinin eğitimi için anneleri tarafından seslendirilmişti. Filmin ilerleyen sahnelerinde baba ortaya çıkıyordu. Anneye göre daha baskın, daha kuvvetli bir karakter sergiliyordu. Kuralları koyan, dediklerini uygulatan otorite rolündeydi yani. 

Filmi seyrettikçe, baskıcı bir baba hikayesi seyredeğimi düşünmüştüm. Çünkü üç kardeş ve anne,  yaşadıkları evin bahçelerinin dört bir yanını çeviren yüksek çitlerden dışarıya asla  çıkmıyorlardı.  Evden dışarıya  arabasıyla çıkan tek kişi babaydı. Anlıyordum ki üç kardeş doğduklarından beri bu evden dışarıya hiç çıkmamışlardı. Yaşamlarıyla ilgili tüm bilgi, nesnelerin isimleri, çitlerin dışındaki dünyanın korkunç hikayeleri,  sürekli tekrarlanarak,  anne ve babaları tarafından çocuklarına öğretiliyordu.  Çocukların bunları doğallıkla kabullenmeleri ve asla tuhaf olduğunu düşünmemeleri şaşırtıcı gelmişti. 
 .

Üç kardeş için evde her türlü konfor ortamı sağlanmıştı. Bahçedeki havuzda yüzüyorlar, dans, müzik hatta tıp bilgileri öğreniyorlar, kendi hayatlarıyla ilgili videolar seyrederek vakit geçiriyorlar ve mutlu görünüyorlardı.  Baba dışarıda çalışıp eve her türlü ihtiyaçlarını getiriyordu. İşyerindeki arkadaşlarına  karısının rahatsızlığını bahane ederek eve gelmelerini engelliyordu. Böylece onlara göre çocuklar dış etkenlerden korunmuş oluyorlardı.  Üç genç, korkuları, oyunları, hazları  anne ve babalarının öğrettikleri isimlerle ve şekillerle kabulleniyorlardı. Nesnelerin isimleri, kavramlar, değerler bizim bildiğimiz gibi değildi. Bambaşka isimler, kavramlar, değerler dünyası  kurgulanmıştı.  Filmin devamında  genç bir kadın gözleri bağlanarak, erkek çocuğun cinsel ihtiyaçlarını karşılamak için, baba tarafından eve getirilmeye başlayınca işler değişmeye başlamıştı. İşte burada bilmedikleri bir şey öğreniyorlardı. Üç kardeşin ismi yokken, bu genç kadının bir ismi vardı.  Christina. İsim sahibi olmanın bir ayrıcalığı olduğunu düşündürüyordu. Çünkü demek ki  bir ismi olan Christina, dış dünyada hasar görmeden yaşayabiliyordu. İsme sahip bu kadın, ebeveynlerinin haberi olmadan, evin sistemini bozmaya başlıyordu. Dışarıdan getirdiği ve bilmedikleri, değişik isimleri olan bazı nesneleri takas yöntemiyle kardeşlere veriyordu. Mesela bunlardan biri Rocky filminin kasediydi. Yeni isimler ve kavramlarla karşılaşıyorlardı.


Peki neden filmin adı Köpek Dişi'ydi?  Bu mühim. Çocuklara ancak köpek dişleri düştüğünde dışarıya çıkabilecekleri öğretilmişti. Kendileri farkında değilllerdi ama köpek dişleri düşene kadar bu evde resmen hapis hayatı yaşıyorlardı. İnsan dediğimiz varlık, demek ki fıtratı gereği özgürlük istiyor. Ne kadar şartlanmış olunsa da köpek dişinin düşeceği günü hayal etmek bir umuttu. Sürekli köpek dişleri sallanıyor mu diye kontrol ediyorlardı. Film sahiden rahatsız ederek, silkeliyici özellik taşıyordu. Sanki kavramların, değerlerin başkaları tarafından bize dayatılmasını kabul etmenin doğru olmadığını fısıldıyordu. Zihin karıştıran bir film Köpek Dişi. Kendi hayatımızı kendimiz düzenlemek için, özgür yaşamak için,  öğretilen, benimsetilen, elbette  dayatılan her kavramı tartışmanın, başkalarıyla etkileşim içinde olmanın ne kadar mühim olduğunu gösteriyordu. Filmde kız kardeşlerden biri, yeni, bambaşka bir dünyanın varlığını diğerlerinden daha çabuk algılayacaktı. Ve Rocky filmini seyretti ya... Köpek dişini, sert bir cisimle vura vura düşürecekti. Sonraaa... Neyse, aslında bu filmi anlatmak değildi benim niyetim.  Nerden buraya geldim?  Ne bileyim? İyisi mi ben Gündüz Vassaf'ın son cümleleri ile yazımı bitireyim.  "Dünyayı sözcüklere tutsak ettik, bu süreçte biz de, kendi sözcüklerimizin tutsağı olduk."  Hey, sahi mi? Kafam karıştı gene inan ki....  Gayri ihtiyari elim ağzıma gitti. Köpek dişim yerinde mi? Hımm... Ben bu gece Rocky'i yi seyredeyim iyisi mi:)



NOT: Başlık Rimbaud'a aittir.


18 yorum:

  1. bu yaz ben de seyrettim bu filmi. acaba bu kadar acımasız ebeveyn olabilir mi diye düşünmüştüm. çok çarpıcı bir filmdi. senin anlatımınla çokta güzel olmuş.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hoşgeldin Buket:) Bu filmde ebevenylerden geçtim, kendi kafamın içini gördüm ben... Dayatılan, öğretilen, bildiğim tüm kelimeleri, tüm değerleri, tüm öğretileri rededesim geldi. Kendi kendime yeni bir düzen kurmayı hayal ettim. İlk işim sevgiyi yeni baştan icat edecektim... eee,
      Sonra ne oldu diyeceksin? Deli olduğumu biliyorum. Ama korkuyu ekmişler bikere kafama Buket, deli diye bilinmekten korktum:)

      Sil
  2. Ayyy ne güzel okuyordum yahu birden kesilince kalakaldım. Filmi feci merak ettim. Du bakalım! Sevgiler...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Aman diyeyim Özgür, bu filmi 18 yaşından küçüklerle seyredeyim demeyin sakın! Kim demiş? 18 yaşından küçükler neden seyredemezmiş? Ne bileyim?
      Bildiğimiz değerler sistemi var. Öyle öğrettiler. Söylemeden edemedim:))

      Sil
  3. çok keyif aldım bu yazıdan, Gündüz bey'in yazısını okuyacağım, görmüş kadar olduğum bu etkileyici filmi bulup ilk fırsatta seyredeceğim,
    paylaşım için teşekkürler

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Suyun Güncesi, siz takılmayın benim yazdıklarıma e mi? Yepyeni gözle, kendi fikirlerinizi bile kenara itip kitabı okumanızı ve filmi seyretmenizi rica edeceğim:)

      Sil
  4. Evet yazı güzel... Filmi çok beğenmesem de farklı bir açıdan "insan nasıl bir varlıktır, anne-baba korumacı tavrı nerede başlar nerede biter" sorularını sordurttuğu için önemli olduğunu düşünüyorum...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Cüneyt, Köpek Dişi son derece sinir bozucu, denge sarsıcı bir filmdi.
      Sanki ebeveynlik vaziyeti ayaklarında, insanın kafasının içinin göstergesiydi. Korkularla, alıştırmalarla, öğretilerle, dayatmalarla işin boyutunun ne feci durumlara gidebileceğinin resmiydi. Fenaydı yani:)

      Sil
  5. Ben bu tür filmleri kolayına izleyemediğim için hakkında okumak iyi oluyor. Korku & Gerilim kesinlikle bana göre değil. Yani 18 yaşı geç bana bile sakıncalı Hayal Kahvesi. Sevgiler...

    YanıtlaSil
  6. vav diyorum sayın seyirciler,film gerçekten çok etkileyiciymiş. bazen bana da nesnelerin isimleri ilginç gelir, nerden geldiklerini merak ederim.mesela sobanın ismi neden soba da kutu değil? mesela ben de isimlerin çocuklar doğar doğmaz verilmesine karşıyım.kızılderililer gibi karakterimizi yansıtan isimlerimiz olmalı bence.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Değil mi ama? Haybeye mi senin adın Kara Kitap benim adım Hayal Kahvem?
      Kara Kitap,laf aramızda kolay seyredilesi bir film değildir. Haber edeyim istedim:)

      Sil
  7. Yunan sinemasının en sevdiğim örneklerinden biri ve kendine has bir sinema dili ile yeni bir yol açmış bir film Dogtooth, arından gelen Attneberg ve Alpeis de mutlaka izlenmeli.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yaş Tahta, beni altüst eden filmleri seviyorum. Diğer filmleri de seyredeceğim. Teşekkür ederim.

      Sil
  8. Selamlar..

    İbretle izlediğim bir filmdi "Dogtooth"..

    Yazınızı okurken filmdeki dans sahnesi düştü birden aklıma.. Müzikten tamamen bağımsız figürler.. Guy Debord'un sinemanın ölümünü ilan eden belgesellerinde kullandığı, metinden bağımsız görseller gibi..

    Yazınızda görüşlerine yer verdiğiniz Gündüz Vassaf'a da zerre kadar katılmıyorum..

    Ne diyordu:

    "Sonsuz çeşitlikteki deneyim olasılıkları bir yanda dururken, gerçekten yaşayabildiğimiz tek tük şeyleri de hemen sözcüklerle kodlayıp standartlaştırıyoruz.... Dünya ve evren değişiyor, sözcükler değişmiyor."

    Bu yazdıklarının kabul edilebilir bir tarafı yok..

    Sözcükler mi değişmiyor!!! Acaba??

    100 yıl öncesiyle aynı sözdağarını kullandığımızı kabul etmek için ya kendini şaşırmış olmak ya da dünyadan habersiz yaşamak lazım..

    Sözcüklerin kullanımı üzerinden yaşamını kazanan birinin bu sözcük düşmanlığını kavramak neredeyse imkansız.. Anlamsız ve gereksiz bir ihanet..

    Sonsuz çeşitlilikte deneyim olasılıklarını düşünürken, bunları karşılamak için mevcut ve türetilmeye açık söz ve sözcük kombinasyonlarını da hafife almamak lazım..

    Son söz: Yazınızın ve tarzınızın derin düşünmeyi tetikleyen bir sihiri var..

    YanıtlaSil
  9. Asaf Halet, nefis bir yorum yazmışsınız. Sağolun.

    Ben "son söze" takıldım. Eğer dediğiniz gibiyse, ne yalan söyleyeyim, tutamadım kendimi, resmen kanatlandım:))

    YanıtlaSil
  10. Bir blogdaki yazıya yaptığım yorum, kendi bloguma yazdığım herhangi bir yazıdan çok daha başarılı ise bunun tek bir açıklaması vardır: Yoruma konu olan yazının tesiri:))

    Yorumumu nefis olarak nitelediğiniz için şunu deme gereği hissettim: Yazana değil, yazdırana bak:))

    YanıtlaSil