Öğlen ezanı sonrasıydı. Kabristandaydım. Etrafımda akrabalarım. Dün sevdiklerimden biri bu dünyayı terk etti. 46 yaşındaydı. Kalp krizi ilk teklemede aldı götürdü. Herkes şaşkın tabii. Geride gencecik eş ve iki çocuk. Ne söylenebilir ki? Her ne kadar takdiri ilahi diye teselli etsek de kendimizi, "Her ölüm erken ölümdür." diyen Cemal Süreya'yı gel de hatırlama şimdi. Hoca duasını yapıyor. Son topraklar kederli yakınlar tarafından küreklenerek taze mezara atılıyor. İnceden ağlama ve hıçkırık sesleri işitiliyor. Telefonumun ışığı yanıp yanıp sönüyor. Bakıyorum. Bir düğün davetiyesi gelmiş. Sevdiklerimden biri Kasım ayında dünya evine girecekmiş. Yüreğimdeki kedere merhem süren efsunlu bir deva haberi. Seviniyorum. Nasıl bir şey bu? Kendime izah edemiyorum. Hüznü süpürüp hayata döndüren mekanizma otomatikman işliyor. Telefonumu kapattım. Annem ve diğer akrabalarım da bu kabristanda yatıyorlar. Hepsine rahmet gönderiyorum. Kuzenlerim Ankara'dan gelmişler. Birlikte köfteciye gidiyoruz. Eskileri yad ederek köfte piyaz yiyoruz. Biz kardeşimle diğerlerinden ayrılıyoruz. Kardeşin evine gidiyoruz. Kahve içiyoruz. Hayatın geçiciliğinden basediyoruz. Annem, dayım, anneaanem birer yıl ara ile öldüler. Çocukluğumuza dönüyoruz. Anıları silkeleyip teker teker saklandıkları yerden çıkarıyoruz. Kardeş mutfağa geçiyor. Ben ise kitaplara bakıyorum. Gözüme Mustafa Kutlu adı çarpıyor. Ne tesadüf! Daha bir kaç gün önce Uzun Hikaye filmini seyrettikten sonra, Mustafa Kutlu öykülerini okumak istediğimi yazmıştım. Seviniyorum. İki kitabı oldukları yerden çıkarıyorum. Başımı mutfağa uzatıp, elimdeki kitapları kardeşe gösteriyorum. Kardeşimin eşi kitap fuarından almış. Henüz okunmamış. Gıcır gıcırlar. "Alabilir miyim?" diye soruyorum. Kardeş "Sorulur mu ablam, al tabii," diyor. Muzip muzip gülümsüyorum. Beni biliyor. Kitaplarımı kimseye vermem. Birinden kitap alırsam da peşin peşin söylerim, asla geri vermem. En kardeş haliyle gülümsüyor. "Tamam ablam, al senin olsun. Vermezsin geri." diyor. Bir çocuk gibi seviniyorum. Koltuğa uzanıp kitap kapaklarını inceliyorum. Kitapların şifa veren gücüne inanıyorum. Huzursuz Bacak ve Kapıları Açmak... Yüreğimdeki huzursuzluğun etkisiyle belki bilmiyorum. Önce Huzursuz Bacak'ın ilk sayfasını çeviriyorum. "Vay canına..." kelimelerini fark ediyorum. Benim en çok kullandığım iki kelime! Hoşuma gidiyor. Vay canına sayın seyirciler! diye sesleniyorum. Sadece "Vay canına!" sönmeye yüz tutmuş enerjimi ateşlemeye yetiyor. Kalkıyorum. Abdest alıyorum. Akşam nazmazından sonra yapılacak olan okumaya gitmeye niyetleniyorum. Kitabın son sayfasını açtım. Birkaç cümle daha okumak istiyorum. "Bu rüzgâr, bu çiçekler, bu ağaçlar benden yana." cümlesine denk geliyorum. Keder ve sevinç nasıl bir anda kardeş kardeş geçiniyor diye düşünüyorum. Sonra... İçimden geliyor... "Vay canına..." diyorum. Vay canına!
17 Ekim 2012 Çarşamba
Vay Canına...
Öğlen ezanı sonrasıydı. Kabristandaydım. Etrafımda akrabalarım. Dün sevdiklerimden biri bu dünyayı terk etti. 46 yaşındaydı. Kalp krizi ilk teklemede aldı götürdü. Herkes şaşkın tabii. Geride gencecik eş ve iki çocuk. Ne söylenebilir ki? Her ne kadar takdiri ilahi diye teselli etsek de kendimizi, "Her ölüm erken ölümdür." diyen Cemal Süreya'yı gel de hatırlama şimdi. Hoca duasını yapıyor. Son topraklar kederli yakınlar tarafından küreklenerek taze mezara atılıyor. İnceden ağlama ve hıçkırık sesleri işitiliyor. Telefonumun ışığı yanıp yanıp sönüyor. Bakıyorum. Bir düğün davetiyesi gelmiş. Sevdiklerimden biri Kasım ayında dünya evine girecekmiş. Yüreğimdeki kedere merhem süren efsunlu bir deva haberi. Seviniyorum. Nasıl bir şey bu? Kendime izah edemiyorum. Hüznü süpürüp hayata döndüren mekanizma otomatikman işliyor. Telefonumu kapattım. Annem ve diğer akrabalarım da bu kabristanda yatıyorlar. Hepsine rahmet gönderiyorum. Kuzenlerim Ankara'dan gelmişler. Birlikte köfteciye gidiyoruz. Eskileri yad ederek köfte piyaz yiyoruz. Biz kardeşimle diğerlerinden ayrılıyoruz. Kardeşin evine gidiyoruz. Kahve içiyoruz. Hayatın geçiciliğinden basediyoruz. Annem, dayım, anneaanem birer yıl ara ile öldüler. Çocukluğumuza dönüyoruz. Anıları silkeleyip teker teker saklandıkları yerden çıkarıyoruz. Kardeş mutfağa geçiyor. Ben ise kitaplara bakıyorum. Gözüme Mustafa Kutlu adı çarpıyor. Ne tesadüf! Daha bir kaç gün önce Uzun Hikaye filmini seyrettikten sonra, Mustafa Kutlu öykülerini okumak istediğimi yazmıştım. Seviniyorum. İki kitabı oldukları yerden çıkarıyorum. Başımı mutfağa uzatıp, elimdeki kitapları kardeşe gösteriyorum. Kardeşimin eşi kitap fuarından almış. Henüz okunmamış. Gıcır gıcırlar. "Alabilir miyim?" diye soruyorum. Kardeş "Sorulur mu ablam, al tabii," diyor. Muzip muzip gülümsüyorum. Beni biliyor. Kitaplarımı kimseye vermem. Birinden kitap alırsam da peşin peşin söylerim, asla geri vermem. En kardeş haliyle gülümsüyor. "Tamam ablam, al senin olsun. Vermezsin geri." diyor. Bir çocuk gibi seviniyorum. Koltuğa uzanıp kitap kapaklarını inceliyorum. Kitapların şifa veren gücüne inanıyorum. Huzursuz Bacak ve Kapıları Açmak... Yüreğimdeki huzursuzluğun etkisiyle belki bilmiyorum. Önce Huzursuz Bacak'ın ilk sayfasını çeviriyorum. "Vay canına..." kelimelerini fark ediyorum. Benim en çok kullandığım iki kelime! Hoşuma gidiyor. Vay canına sayın seyirciler! diye sesleniyorum. Sadece "Vay canına!" sönmeye yüz tutmuş enerjimi ateşlemeye yetiyor. Kalkıyorum. Abdest alıyorum. Akşam nazmazından sonra yapılacak olan okumaya gitmeye niyetleniyorum. Kitabın son sayfasını açtım. Birkaç cümle daha okumak istiyorum. "Bu rüzgâr, bu çiçekler, bu ağaçlar benden yana." cümlesine denk geliyorum. Keder ve sevinç nasıl bir anda kardeş kardeş geçiniyor diye düşünüyorum. Sonra... İçimden geliyor... "Vay canına..." diyorum. Vay canına!
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Çok güzel yazmıssınız, dünya hali daha güzel sözcüklerle ifade edilemezdi..
YanıtlaSilSibel
Teşekkür ederim Sibel.
Silokudum, okudum, sonuna geldim.. ama dilimin ucuna "başın sağolsun" dan başka birşey yerleşmedi.. allah sabır versin, tüm sevenlerine. gittiği yerde çok güzel ağırlansın inşallah.
YanıtlaSilSemmma, amin. Sağolun.
Silvay canına gerçekten. keder ve sevinç gerçekten yan yana yoksa yürek nasıl dayanır o kadar kedere.başın sağolsun, allah rahmet eylesin.
YanıtlaSilYaa, Kara Kitap, hayat böyleyken böyle işte. Amin. Sen sağol.
SilBaşınız sağolsun..Hayat böyle bir şey işte.. Gidenin ardından her şey kaldığı yerden devam ediyor...
YanıtlaSilKahve Telvesi, insan acınası bir varlık. Hiç olduğumuzu, elimizden bir şey gelmediğini kabullenmemiz ve asla hiçbir şey içim böbürlenmememiz lazım. Hele kötü olmak var ya... Nasıl kötülük düşünebilir ki insan?
SilAh, kötülük düşünen nefsimize rağmen, hep vicdanımızı kışkırtmamız lazım.
Gördünüz mü neler yazıyorum? Başınızı bıdı bıdılarımla şişiriyorum:) Kusuruma bakmayın. Siz sağolun.
Başınız sağolsun. Merhuma Allahtan rahmet, geride kalanlara Allah'tan sabır ve metanet diliyorum.
YanıtlaSilAmin Profösör, sağolun.
Silbu dünyayı anlatacak tek kelime gerçekten ;
YanıtlaSilvay canına !
Vay canına! Tam denk geldi Buket. Kitabı açar açmaz bu iki kelimeyi gördüm birden. Ve nasılsa iyi geldi. Vay canına, sahiden.
SilHayat çok acayip Hayal Kahvem...
YanıtlaSilÖyle Ceren. Hayat acayip, insan ise fena halde garip.
SilKabul ediyorum, garip'im ben.
Sağolasın.
Başınız sağolsun Hayalkahvem. Göçen tüm sevdiklerinizin yolları açık olsun.
YanıtlaSilAmin Sessiz ve Sonsuz. Sağolun.
SilSözün bittiği yerlerden biri.
YanıtlaSilBir kapı kapandı..sevdikleri dışında kalakaldı.
Vay canına :(
Vay canına Dilek...
Sil