"bir elim sağ cebimde
bir elim sol cebimde
bu hüznü siz de bilirsiniz
anlat deseniz anlatamam
enine boyuna yaşarım ancak"
turgut uyar
Tuhaf! Sahiden yazı yazmanın değişik bir
tuhaflığı olduğunu düşünüyorum. Veya tuhaflık bende belki. Bilemiyorum. Mesela
bambaşka bir şey yazmaya niyetleniyorum. Yazmaya başlıyorum. Hiç düşünmediğim
kelimeler dökülüyor parmaklarımdan. Şaşırıyorum. Bak şimdi... İstanbul'da, Kadir
Has Üniversitesi'ndeki, iki günlük Yusuf Atılgan Sempozyumu'ndan dün
gece köyüme döndüm tamam mı? İki gün sabahtan akşama kadar memleketimin farklı
üniversitelerinden gelmiş akademisyenleri, film yönetmenini tüm merakımla dinledim. Elbette Yusuf
Atılgan'ın Canistan'ından ve öykülerinden de söz edildi edilmesine ancak
özellikle masaya yatırılıp her yönüyle incelenen, Aylak Adam ile Anayurt
Oteli'nin Zebercet'iydi. Dün gece eve döndüğümden beri, sempozyum hakkında bir
şeyler hatta çok şeyler yazmak istiyorum. Benim için o kadar zihin açıçı
bir sempozyumdu ki anlatamam. İyi ama ikidir yazmak için bilgisayar
başına oturuyorum. Nedense Yusuf Atılgan'ın kahramanları aklıma gelince Turgut
Uyar'ın dizelerini hatırlıyorum. Anlayamıyorum. Oysa iki günlük
sempozyumda Hüseyin Rahmi Gürpınar'dan Orson Welles'e, Sait Faik'ten
Yılmaz Güney'e, Kemal Binbaşar'dan Sabahattin Ali'ye, Tezer Özlü'den Emine
Sevgi Özdamar'a, Kafka'dan Dostoyevski'ye pek çok yazar adı anıldı. Yusuf
Atılgan'ın Aylak Adam'ıyla Anayurt Oteli'nin Zebercet'i, Pınar Kür'ün Tuhaf Bir
Kadın'ı, Sabahattin Ali'nin İçimizdeki Şeytan'ı, Edip Cansever'in Çağrılmayan
Yakup'u, Kemal Bilbaşar'ın Denizin Çağırışı, Tezer Özlü kitaplarındaki
anlatıcı, Oguz Atay'ın kitapları, Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Huzur'u ya da ne
bileyim Emily Bronte'nin Uğultulu Tepeler'i bile birbirleriyle
ilişkilendirildi. Epeyce not tuttum. İkinci günün sonlarında yönetmen Zahit
Atam'ın sinemayla ilgili etkileyici konuşmasında söz ettiği filmlerin adlarını
da, okumak istediğim kitap adlarının altına yazıyazıverdim. Bilgi
çıkınlarımı epeyce doldurup, müthiş zenginleştim. Dün gece köyüme böyle eli kolu dolu
döndüm. Sempozyum tek kelimeyle harikuladeydi! Nefisti! Nefis!... Bak
şimdi... O notlar elimin altında. Bilgiler desen, henüz taptaze
hafızamda. İyi de, Yusuf Atılgan Sempozyumu'yla ilgili uzun uzun yazılar yazmak
istiyorken, üstelik bu sempozyumda adından hiç söz edilmemişken, niye hafızamın
derinliklerinden Turgut Uyar çıkıyor peki? Yusuf Atılgan benim çevremde
çok bilinen bir yazar değil. Ben her iki kitabını, hem Aylak Adam'ı hem
Anayurt Oteli'ni yıllar önce okuyup, çok sevmiştim. Ömer Kavur'un çevirdiği Anayurt Oteli'nin sinemaya uyarlanmış filmini seyretmiştim. Elbette
Anayurt otelindeki Zabercet'i değil, Aylak Adam'ındaki toplumun dayatmalarına,
alışkanlıklara, sıradanlığa karşı çıkan C.'yi kahramanım bellemiştim. Yusuf
Atılgan Sempozyumu'nda eteklerime doldurduklarımı şimdi Hayal Kahvem'in
tahta döşemesine dökmek istiyorum dökmesine ama... Yooo... Beceremiyorum. Nedense
Turgut Uyar dizeleri bulundukları şiirlerden çıkıp, hafızama sökün ediyor.
Mesela... ""Dünyada bir ben vardım... Bir de bu olmayası
sahipsizliğim." diyesim geliyor. Daha sonra ise
"Durma göğe bakalım." dizesi parmaklarımdan dökülüyor. Ya peki
niye Geyikli Gece? Yusuf Atılgan öyküleriyle harmanlanmış hafızam, niye Geyikli Gece'yi önüme getiriyor şimdi? Turgut
Uyar der ya hani... "Halbuki korkulacak hiç bir şey yoktu ortalıkta...
Herşey naylondandı o kadar."... Veya Eski Kırık Bardaklar'daki...
"İşte bu ellerimle yalnızım inanmazsan bak" Tamam burada
keseceğim. Yusuf Atılgan Sempozyumu'na daha sonra... Belki bir zaman
sonra... Elbette uzun uzun söz etmeye döneceğim. İyisi mi gene
Turgut Uyar'ın dizeleriyle bu yazımı bitireyim. "bakın bu ikide bir de
bozulan güneş... bu durup dururken sokan yılan... bu kırık bardaklar
çöplüklerde... aşkın şiirin ölümün en kolayına gitmek....... biliyorum sebebini
bir bir biliyorum.... öyle kolay kendisi söylemesi kurtulması öyle kolay...
kolaylığından sıkılıyorum... kurtulmak elimden gelmiyor" diyorum...
Veee... Devam ediyorum...
Ömrümde ilk kez gittiğim edebiyat sempozyumu, geçen
sene, gene Kadir Has Üniversitesi'nde yapılan Tezer Özlü
Sempozyumu'ydu. O kadar haz veren, o kadar iştah açıcı, merak kışkırtıcı bir sempozyumdu ki, daha sonra İstanbul'da
diğer üniversitelerde yapılan, Sevgi Soysal, Vüs'at O. Bener, Tomris Uyar,
Masumiyet Müzesi sempozyumlarına gitmiştim. İki günlük Yusuf Atılgan
Sempozyumu, gene büyük bir itinayla hazırlanmış. Bu sempozyuma emek
verenlere tüm yüreğimle çok teşekkür ediyorum. Diğer üniversitelere örnek
olmasını diliyorum. Edebiyat Fakültelerinde okuyan öğrencilerin, edebiyatla
ilgilenenlerin, okurların bu sempozyumlara neden katılmadığını çok merak
ediyorum. Böyle özenle hazırlanan sempozyumların izleyicilerinin gelecekte daha
fazla olacağını hayal ediyorum. Ve bu sempozyumların kitaplaşmasını çok ama çok istiyorum.
Ben... Ben var ya ben... Ah, edebiyata sevdalı başım!... Bir
sonraki sempozyumu iple çekeceğimi biliyorum!:)
Yazınızın başlığı çağırdı okumaya.
YanıtlaSilTurgut Uyar'ı çok severim bir o kadar da Yusuf Atılgan'ı.
Ama tabıkı siir okumak daha bı ozeldır.
Keske İstanbul'da olsam da gıdebılsem bende.
Edebiyatı ve ona değer veren herkesi çok seviyorum.
Sevgılerlee :)
yüzügökyüzündeolanadamınsevgilisi, kalp kalbe karşı. sevgiler benden:)
Siloff, çok kıskandım yine...
YanıtlaSilBuket, ne yalan söyleyeyim kıskanılacak gibiydi:) Şahane bir sempozyumdu.
SilÇok tuhaf olacak belki, yani ilk kez ziyaret ettiğim bir sayfaya "Ahh siz var ya siz" diye başlayan bir yorum yazmak.. Ama yazacağım; Ahh siz var ya siz, ne kadar güzel ifade etmişsiniz, okurken kayboldum satırlarınızda.
YanıtlaSilNihansu, öncelikle hoşgeldiniz Hayal Kahvem'e demeliyim:)
SilTeşekkür ederim:)
Yazmak garip şey, okumak da öyle.
YanıtlaSilMesela bu yazı Turgut Uyar'ı değil de Yusuf Atılgan sempozyumunu anlatsaydı yine aynı tadı alırdım okurken.
Kaleminize sağlık.
Sevgiler.
^^
Tuvalet Kağıdı, teşekkürler. Beğenmenize sevindim:)
Sil